Sonu ölümle biten her acı olayın ardından, hayat hikayeleri de gün yüzüne çıkar.
Van depreminin ardından da öyle oldu.
Yıkıntıların arasından çıkan cansız bedenlerin öyküleri dokundu taa derinlere.
Her yarım kalan hayatın, yarım kalan hikayeleri 7.2’den daha da yıktı.
Günlerdir herkes benzer, ortak acılar içinde.
Ama ya çaresizlik?
En acısı oydu...
Erkek güçlüdür...Türk erkeği daha güçlü! Şöyle bir baktı mı yeri yerinden oynatır. Bir bağırdı mı yer gök sarsılır.
Hele bir de elinin tersiyle bir çarptı mı feleği şaşırtır.
Vahşidir de çoğu; yani yeri geldi mi keser, biçer, doğrar, kurşuna dizer!
“Hayır” dediyse üstüne laf söylenmez,
“Olmaz” sözünün üzerine yenisi gelmez.
Onu en mutlu eden, her emrinin yerine getirilmesidir.
Yediği önünde, yemediği arkasında olmalıdır.
Aslında bu yazı; güneşli güzel bir günde söylenmiş, güzel sözlerden yola çıkacaktı...
Bir yollara çıkış ve dönüş hikayesini anlatacaktı.
Milliyet’ten uzak birkaç ayı ve kavuşmayı fısıldayacaktı.
Ama bu ülkede çıktığı yoldan geri dönemeyen binlerce delikanlı var.
Tıpki o yarım kalan hayatlar gibi...
Her şey yarım kaldı.
Her şey boğazımda düğümlü kaldı.
Çocukluğumun gazetesiydi...
İlkokul 5. sınıfta Hasan Pulur okuyarak tanıdım.
Lisede gazetenin ilanlarına kadar incelemeye başladım.
Üniversitede Milliyet Sanat’ı, eklerini en ince ayrıntısına kadar didiklerdim.
Gazetecilik mesleğini seçmemin en büyük nedeniydi.
O kırmızı logo, yüreğimi de ısıttı.
O ateş ateşledi!
İNSAN, yaşadığı kentin ruh haline bürünür...
Kasvetli, yılın 12 ayı kapalı bir gökyüzünün altında yaşıyorsanız eğer; yüzünüz genelde asıktır. Hayata bakışınız çatık kaşlıdır.
Bir Akdeniz kentinde yaşıyorsanız eğer, o kentin genleri ruhunuza işler.
Hele İtalya, İspanya gibi bir ülkedeyse yaşadığınız yer; o ritm kesinlikle size de siner.
Her gün kahkahayla başlar, kahkahayla biter.
Ammaa üzerinden acılar geçmiş, atom bombalarıyla imha edilmiş bir ülkedeyse eğer şehriniz, o acı sizi bir türlü terk etmez.
İnsanlar mı kente ruhunu verir yoksa kentler mi?
İZMİR iki gün boyunca önemli bir zirveye evsahipliği yaptı.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Jean-Paul Costa ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu...
Onlar, 47 ülkeden 21 bakan, üst düzey bürokrat ve hukukçunun katıldığı toplantının flaş isimleriydi.
İlk oturumun sonunda ortak bir basın toplantısı düzenlediler.
Mutabakata varılan İzmir Deklarasyonu’yla ilgili bilgi verilecek basın toplantısında ise, AİHM ayrıntılarının arasında kalan İzmir vurgusu dikkat çekiciydi.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanı sıfatıyla zirvenin evsahibi olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu konuşmasına şu cümlelerle başladı:
“Hem ülkemiz, hem güzel İzmirimiz adına 47 ülkeden gelen konuklarımıza hoşgeldiniz diyorum.”
Söylemesi de zor...
Yazması da...
Allianoi.
Oysa binlerce yıl öncesinin önemli ılıcasıymış.
Sağlık Tanrısı Asklepios’a adanmış sağlık merkezlerinden birisiymiş.
2000 yıl önce insanoğlu zekasını kullanarak bu kaynaktan faydalanmış.
Bir tedavi merkezi kurmuş.
TİYATROYA giden; koltuğunda rahat oturmayı, okşanmayı, pohpohlanmayı beklemesin hiç.
Öyle olsa ceylan derisi koltuklar olurdu salonda!
Tiyatro insana, kendisini anlatır.
Eksikliklerini, gülünçlüklerini, erdemlerini, kabalıklarını, insanlığını yüzüne vurur!
Yüze vurduğu başkasının kusuruysa ve seyirciye çoook uzaksa eğer, güldürür.
Yakınsa eğer, düşündürür.
Neyden yana pay çıkaracağını ise seyircisine bırakır.