Geçen sezon 30 Nisan’da oynanan ve Ali Palabıyık’ın VAR uyarısını dikkate almayarak Altınordu lehine attırdığı penaltıyla 3-3 biten Bandırmaspor maçından sonra önemli gelişmeler oldu.
Maçın hakemi Ali Palabıyık’a sezon sonuna kadar görev verilmeyeceğine dair karar, MHK Başkanı tarafından değil, bizzat TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin sesiyle kamuoyuna duyuruldu.
O maçtan birkaç gün sonra düzenlenen seminerde önce MHK Başkanı Lale Orta ile Ali Palabıyık birbirlerine hatır sorarak selamlaştılar.
Bir de Hugh Dallas… MHK’nın UEFA tarafından atanan “Yabancı Hakem Eğitmeni”, İskoçlu hakem hocası, Ali Palabıyık’ı bir köşeye çekerek “ Bak Ali”, dedi, “Seni yıllardır tanıyorum. Çok iyi bir hakemsin, dostumsun. Şimdi sana dostça bir tavsiyem var: Hakemliği bırak!.”
TFF Başkanı tarafından bizzat açıklanan “görevsizlik” duyurusu, ardından Dallas tavsiyesi, elbette Ali Palabıyık üzerinde sarsıcı etkiler yarattı. Palabıyık, yaşadığı başarısız ve dramatik günlerde UEFA’nın
Sosyoloji alanında önemli eserler veren dostumuz Prof. Dr.Ahmet Çiğdem, yıllar önce, “Bir kulüpten ve takımdan daha çok önemli bir koleksiyona benzeyen Real Madrid” tanımlamasını yazmıştı.
Gerçekten çok pahalı koleksiyonlar oluşturarak soyunma odasına dünyanın en büyük futbol yıldızlarının formalarını asıyordu Real Madrid... Zaman zaman parayı bastırarak kadrosuna kattığı süper starlar hem takımı ve iddialarını güçlendirdi hem de pahalı koleksiyon geleneğini sürdürdü.
Arda Güler evladımızın çok özel bir törenle, göz yaşartan sahnelerin eşliğinde Real Madrid’le “hem de 6 yıllık” sözleşme imzalaması, futbolumuzun en büyük hayallerinden biriydi. Onu alkışlarken, kariyerine nice şampiyonluklar, kupalar ve goller sığdırmasını diledik. Arda Güler hayal kahramanı değil, övünülecek gerçek bir futbol prensi olarak hayatın içindeydi. Real Madrid tarihine bakınca… Namı yürüyüp tarihe mal olmuş nice dünya yıldızının yanı sıra hayal kırıklığı yaşayanları da
Yüzüncü yılın eşiğindeyiz. Cumhuriyetimiz birinci yaşını doldurmadan 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’na katıldık.
Atletizm, eskrim, güreş ve halterin yanı sıra en kalabalık sporcu grubu futbolculardı. Kimler yoktu ki; Leblebi Mehmet, Nedim Kaleci, Bombacı Bekir (Refet), Zeki Rıza Sporel, (Yavuz) İsmet Uluğ, Kemal Rıfat Kalpakçıoğlu... Bunlar Türk futbol tarihinin ilk harcını karan oyunculardı. Hepsi de ayrı bir değerdi. Olimpiyatın resmi açılışı yapılmadan ön eleme gibi bir maçla bizi temsil ettiler, Çekoslovakya’ya 5-2 yenildik ve elenmiş olduk. Yine de saygı ile anıyoruz. Savaştan çıkmış bir kuşağın genç temsilcileri futbolda da bayrak gösterdiler.
Sonraki oyunlarda da futbol vardı ve bizim Milli Takımımız da katılma başarısı gösterdi. Son olimpik futbol maceramızı 1960 Roma Olimpiyatları’nda yaşadık. O takımdan Ahmet Suat Özyazıcı’yı sevgiyle, saygıyla anıyorum. Hepsi o kadar... Aradan geçen 63 yılda futbolumuz olimpiyat oyunlarını adeta boykot etti. Türkiye milli ligini, profesyonel birinci ligi ve nihayet bugün Süper Lig’e dönüşen
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, geçen yıl sezon biter bitmez, “Yeni hocamız yabancı olacak” diyerek medyanın ve taraftarların bir tür papatya falı açarak 10’dan fazla teknik direktör adayının gündeme gelmesine neden oldu. Sonunda hep birlikte karmakarışık bir Jorge Jesus sürecine tanıklık ettik.
Bu yıl bir yandan transfer bir yandan da yeni hoca arayışı var. Başkan yine çerçeve çizdi: “Yeni hocamız yerli olacak!”… Yıldan yıla değişen hocanın yerli/yabancı olmasıyla ilgili tercihler için fazla yoruma gerek yok. Sezonun rüzgarına göre alınan kararlar böyle. Söz konusu Fenerbahçe ise, 9 yıldan beri tarihinin en uzun şampiyonluk hasretine kapılıp kendileriyle birlikte taraftarlarına da dokuz doğurtan yönetimlerin, böyle gel-gitler yaşayıp deneme-yanılma yöntemlerine başvurması çok doğal.
Fenerbahçe’de yerli teknik adam tercihi, kanımca sosyolojik olarak ihmal edilmiş bir alana yeniden geçişi simgeliyor. Şöyle anlatayım: Galatasaray “bünyeden yetişmiş” teknik
TFF başkanlığına önümüzdeki dört yıllık dönem için adaylığını koyan Mehmet Büyükekşi, transferde her şeyi çabucak çözümleme telaşındaki kulüplere karşı futbolda alt yapı/akademi çalışmalarını gündeme getiriyor.
Kulüplerin borç batağından kurtulabilmesi için eğitilecek yetiştirilecek genç futbolcuların satış gelirleriyle yaralarını sarabileceklerini öngörüyor.
Bu araştırma ve projeksiyona ilgiyle yaklaşıyorum. Borç koruğunun sabırla helva olabileceğine inanıyorum. Acaba kulüpler TFF Başkanı’nın bu yaklaşımına aynı heyecanla bakabiliyorlar mı? Sanmıyorum.
Mehmet Büyükekşi Samsun’daki Galler maçından önce medyadan bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Aralarında ben de vardım. Bir ara sözü Milli Takım’a getirip merakla sorulan sorulara şu yanıtı verdi: “Stefan Kuntz’u göreve ben getirmedim. 2024’de Almanya’da olmak istiyoruz. Oraya ulaşmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Bundan sonra daha farklı şeyler yapabilirim...” Verdiği mesaj belli: Arıza
Samsun bizim ulusal tarihimizin odak şehirlerinden biri... At üstündeki Atatürk Heykeli, Bandırma Vapuru’nun replikası, kuşaktan kuşağa aktarılan Kurtuluş Savaşı destanlarıyla bu kadim kent gündelik işleri için uğrayanlara da, gezmeye gelenlere de herhalde sporculara da büyük heyecan yaşatıyor. Hele Milli Takımımız, Yeni 19 Mayıs Stadı’nda Galler’e karşı liderlik unvanıyla mücadele ediyorsa ulusal heyacan katlanıyor. Bütün bunlar güzel de bu heyecan rakip üzerinde değil bizim çocukların üzerinde bir baskı ve heyecan oluşturmuş gibi... Galler’in Ermenistan karşısında kendi evinde uğradığı 4-2’lik şokun yarattığı öfke ile canını dişine takarak oynadığını gördük. Milli Takım organizasyon bozukluğuyla şutsuz, etkisiz, talihsiz bir gece yaşadı. İlk yarıda adamların kendi kalesine attığı gol öncesi Zeki’nin ofsaytı nedeniyle gol sevincimiz kursağımızda kaldı. Ardından ikinci yarıda kazanılan penaltıya Hakan, öyle statik öyle garip bir duruşla hazırlandı ki, biz gazeteci taifesi kendi aramızda kaçma olasılıklarını tartışmaya başladık. Nitekim
Caner Erkin, 17 yaş altı (U17) Milli Takımımızın parlayan yıldızlarından biri olarak kariyer yolculuğuna başladı. Bugün 34 yaşında. Dikkatle kayıtlara geçmesi gereken bir futbolcu. Oyunun inceliklerini biliyor, pozisyonların nasıl gelişeceğini de görüyor. Saha içindeki oyununa baktığınız zaman yaşına rağmen atletik kapasitesini koruduğunu görebilirsiniz.
Çok kulüp dolaştı. Her kapı kolayca açıldı kendisine… 2005’de Peru’da düzenlenen Dünya Şampiyonası’na “Avrupa Şampiyonu” unvanıyla katıldılar. Orada Nuri Şahin takımın en değerli oyuncusu olarak öne çıkarken Caner Erkin de uzun ve isabetli ortaları, özellikle baskı altında doğru ve çabuk top kullanmasıyla sivrildi. Kısaca özetlersek, Manisaspor’dan CSKA Moskova’ya oradan Galatasaray ve Fenerbahçe’ye uzanan bir macerası var. O maceraya İnter’deki (0) kariyerini (!) de kattı.. Görevden ayrılan Roberto Mancini’nin yerine gelen Frank de Boer’in “saygısız ve ciddiyetten uzak” tavırları nedeniyle onunla çalışamayacağını belirtmesi, kiralık
Trajikomik bir maç izledik. Neşeli ve eğlenceli oyunda emektar Atiba ile vedalaşmaya, maçı kazanıp Fenerbahçe’nin elindeki ikinciliği de almaya hazırlanan Beşiktaş taraftarı öyle endişeli o kadar öfkeli bir anlar izledi ki anlatılamaz…
Oysa çok rahat başlamışlardı… 6’da Gedson soluyla sol çaprazdan öylesine ince ve usta işi bir gol attı ki stat ayağa kalktı. Eğlence çabuk başlamıştı. Ardından Muleka’nın özlenen becerisi sergilendi. Konyaspor kalecisi Sehic ayaklarına hamle yaparken topu çekti. Arkasındaki boşluğu iyi değerlendirerek yeniden sağ köşeye atıverdi. İki güzel gol Beşiktaş tribünlerini coşturmaya yetti. Ama o da ne? 45+2’de Oğulcan keyif kaçıran bir gol attı. Olabilir, olabilir de… Mert’in böylesine goller yemesine kimse alışık değil camiada.
İkinci yarı daha da şaşkınlık yaratan gollere sahne oldu. 47’de Mahir’in kafa vuruşunu da tutamadı Mert… Hele Pozuelo’nun uzaktan sert vuruşunda zamanlama hatası mı, yoksa topun yerden sekmesi mi, her neyse… Onu da kabul etti Mert. Misafirler 3-2