Tarih, geçmişin muhasebe defteridir. Maziyi değiştiremezsiniz. Karalama defteri de değildir tarih. Sevmediğiniz sayfaları çöpe atamazsınız.
Beşiktaş, onurlu tarihinde yepyeni, kapkara bir sayfaya imza attı.
Yönetim, teknik heyet, futbolcu grubu, olmayacak yanlışları topladı, taraftarı da yanına aldı. Futbol sınavını Müşterek Mahcubiyet’le bitirdi.
Sahadan başlayalım… Bu sezon kötü maçlara adeta alıştı Beşiktaş.. Trabzonspor yenilgisi, ardından Adana Demirspor erteleme maçı… Onun da ardından Brugge maçında zorlukla, güçlükle alınan 1 puan.
Sonrası Konya’da göz boyayan bir galibiyet. Ondan sonrası? Rezalet!
Dün gece iliklerimize kadar kızardık, utandık. Alay mevzusu olduk, yandık.
Takım kötü oynuyordu. Ne Ghezzal, ne Cenk… Ne de Oxlade Chamberlain…
F enerbahçe ile Galatasaray bu yıl Süper Lig’de inanılmaz bir ivme kazandılar. Puan cetvelinde elbette alışık oldukları yerlerde duruyorlar. Bunda şaşılacak bir durum yok. Ancak transferde kaynak ve oyuncu sağlamadaki performansları ile kadrolarına kattıkları kaliteli yıldızlar onları sıra dışı bir yere taşıyor.
Fenerbahçe, ligin yedinci haftasını da kayıpsız geçerek az rastlanabilecek bir başarı örneği veriyor. Bu örneğin temelinde yatan özellik ise istatistiklerdeki sayısal göstergelerle birlikte göz okşayan oyun ve atılan goller.
Galatasaray da hem kadrosunu güçlendirdi, hem de oyundaki çıtayı yükseltti.
İki kulübün de taraftarları stadı dolduruyor. Başarıyı alkışlarıyla ödüllendiriyor. Dahası, hem Avrupa’da hem de yurt içindeki hedefler için umudunu koruyor. Kadrolara bakacak olursak…
Galatasaray İcardi kartıyla açtı sezonu. Sonra el yükseltip Dzeko’yu getirdi. Zaha, Tete, Zyech, Ndombele, Bakambu, Davinson Sanchez’le kadro derinliği kazandı, oyun kalitesini yükseltti.
Fenerbahçe, efsane Dzeko ile iyi bir hamle yaptı.
Konya’da oynanan oyun Süper Lig’in kalite ortalamasına, marka değerine ne kadar yakıştı? Bu sorunun yanıtını merak ediyorum. Kendi adıma tek sözcüklü (yakıştı/yakışmadı) yanıtı verecek değilim.
Özellikle ilk yarıda düşük tempolu adeta “ağır çekim” sayabileceğimiz oyuna 3 şut sığdırabildi iki takım. Beşiktaş’ınkiler (2) isabetsizdi. Çerçeveyi bulamadı. Konyaspor’un attığını da (1) Ersin tuttu. İlk yarıda Beşiktaş’ın 6 korneri var. Konyaspor ilk kornerini ikinci yarıda attı. İki takımın rakip ceza alanında topla buluşma sayıları da ilk yarıda 10’u bile bulamadı, 9’da kaldı.
Peki gol nasıl oldu? Sağdan Rashica’nın kale ağzına doldurduğu topu o karambolde telaşlanan Uğurcan dışarı atmak istedi, kendi kalesine vurmuş oldu. Dramatik bir an. Uğurcan, futbolda böyle kazaların olabileceğini biliyordu ama, duygusal bir çöküş yaşadı. Dostlar, solu olmadığı için ters vuruş yaptığını söylüyor. Neyse geçmiş olsun kardeşimize.
İkinci yarıda oyun ve senaryo biraz değişti. Şenol Hoca’dan “uyarıcı” bir zılgıt (!)
Adana Demirspor’un eksiklerini ve onların kulübedeki vekillerini say say bitmiyor… Hadi biz o isimlerin yabancısıyız. O çocuklar da A takımına yabancı. Yine de takdir etmek gerekir. Kaleci Vedat dahil, hepsi de Beşiktaş’ın değerini biliyor, saygı duyuyor. Yaptıkları işin önemini de kabul ediyorlar. Böyle bir rakibe karşı Beşiktaş’ın çabuk bir oyunla, agresif bir hücum anlayışıyla mücadele etmesi, maça ağırlığını koyması gerekir, ama olmuyor!
Düşük tempolu, itiş kakışlı oyun yavaş seyrediyor ama golcüler fazla bekletmiyor izleyenleri… Dakika 8… Türkiye’ye geldiği günden beri değeri tartışılan, bir türlü anlaşılamayan Belhanda, bir çalımla şut açısı bulup ceza alanı dışından vuruyor topa… Hayret, Mert Günok böyle gol yer miydi? Hoop n’oluyoruz demeye kalmadan, dokuz dakika sonra bu defa Niang çakıyor yine uzaktan, yine dışarıdan. Aynı golü ikinci kez yiyor Mert Günok. Sonrasında anlaşılıyor ki bir rahatsızlığı, sakatlığı var Mert’in. Kaleyi Ersin’e bırakıp çıkıyor. Sağlık konusunda
Onca kupaya, hayal ötesi başarıya ve dünyanın 1 numaralı voleybol ülkesi olmamıza rağmen TVF Başkanı Akif Üstündağ yine de mutsuz.
Herkes sevinerek coşkulu kutlamalar yaparken, Başkan çaresizlik ve can sıkıntısından patlama noktasına gelmiş durumda.
Filenin Sultanları, evet, olimpiyat elemelerini geçip grup liderleri arasında en yüksek puanı tutturarak bir de Dünya Kupası kazandılar. Milletçe hepimiz mutlu olduk. Ülkede adeta bir “Voleybol Bayramı” yaşandı. Daniele Santarelli ve 14 oyuncusuna can-ı gönülden minnet ve teşekkür borçluyuz ama…Bütün bu masal ortamının içinde TVF Başkanı Mehmet Akif Üstündağ’ı tedirgin eden, sevincini ve coşkusunu buharlaştıran sorun ne?
Servisleri, smaçları, blokları, pasları ve plaseleriyle her biri evlerimizin sevgili çocukları arasına katılan 14 şampiyon, Paris yolunda maalesef eksilecekler.
FIVB’nin Uluslar Ligi, kıta şampiyonaları ve olimpiyat oyunlarında uyguladığı 14 kişilik takım kadrosu, Olimpiyat Oyunlarında daralacak, 12’ye inecek. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (CIO), 2024 Paris
Beşiktaş, yenilmez takım Kayserispor’u geriye düştüğü maçı önde bitirerek puansız gönderdi. İlk yarıda durağan ve etkisiz oynayan takım, gerçek futbolu ikinci yarıda oynadı ve kazandı. İlk yarıyı izleyenler heyecansız, pozisyonsuz, golsüz oyuna tanık oldular. Böyle bir oyunu izlemek için evden çıkıp trafiği aşarak para ödeyerek tribünde oturmaya değer mi?
Beşiktaşlı futbolcuların, Şenol Hoca’nın ve yönetimin üzerinde durması, yaratıcı çözümler bulması gereken bir durum. Bu durum 45 dakika da sürse korkarım, Beşiktaş sezon yoğunluğu içinde sıkıntılı günler geçirecek.
Topla oynayan Beşiktaş (67/33) 10 kez hücum edip 3 isabetli şut atabilen Beşiktaş. Peki sonra? Hiç bir şekilde etkin olamayan bir ekip var karşımızda.
Oxlade Chamberlain’in, Ghezzal’ın, Cenk’in sahaya çıktığı, taraftarda ve futbolseverlerde gol beklentisi yarattığı bir maç böyle başlamamalıydı.
Chamberlain’i izledim. İlk yarıda topla orta alandan koparak ok gibi hızla derin bir hücum denemesine girişmesi keyif vericiydi. Ancak
Brugge 12 korner atıyor, 22’nin peşinde... Bizim Beşiktaş’ın bir korneri bile yok. 419 pas yapmış ev sahibi. Beşiktaş’ın 49 pas fazlası var (468)... Onlar 10 şut atıyor, 12 korner kazanıyor, bizimkiler Cenk’in golü dahil üç şut çıkarıyor. Mert gecenin kahramanı oluyor ama Beşiktaş o pas gevezeliğiyle sonuç vermeyen top kayıplarıyla kaybolan bir etkinlik peşinde... Gol için canla başla mücadele ettikleri halde şut sayısında yetersiz kalmalarının, boşuna yorulmalarının bir açıklaması yok... Varsa da ben bilmiyorum.
Şenol hoca biliyor ama ne futbolcularına söylüyor ne de bize açıklıyor. Böylesine bir telaşe maçında ilk 10 dakikanın sonrasında bütün maç boyu başabaş mücadele eden, topu sahiplenen Beşiktaş’ta golü getirecek adam kenarda bekliyor. Cenk Tosun çok daha erken girmeliydi oyuna... Elbette bu zamanlama Şenol hocanın bildiği bir şey... Belki Cenk’in fizik gücüne güvenemiyor, belki de başka bir fırsat kolluyor. Neyse, neyse... Bu satırları yazarken Cenk’in oyuna girdiğini görüyorum. Hemen sonrasında
TFF, kamuoyundaki rüzgara bakarak geç de olsa karar aşamasına geldi. Bugünün sorusu şu: Kuntz’la devam mı, tamam mı?Açıkça yazayım: Kuntz’la alıp veremediğim yok. Geçen hafta TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi ile konuşup yazdığım “Kuntz kendi ayağına ateş etti” haberi, beklediğimin üzerinde tartışma yarattı. Gündem oluşturdu. Kuntz’un gitmesi için kollarını sıvayanlar bu habere dayanarak Alman teknik direktörü kesip doğrama işine hız verdiler. O habere hiç yorum katmadım. Ben de Başkan’dan bir gün önce Kuntz’un Japonya maçı sonrası oyuncularıyla ilgili eleştirel açıklamaları ve tavrı nedeniyle “Vazoyu kırdı” diye yazmıştım. O gün de bugün de tekrarlamak istediğim bir şey var: Bu hikayede keşke bu sayfalar yazılmasaydı.. Almanya’daki finaller için kapının hala açık olduğu bir dönemde Milli Takım’da daha çok dayanışma, oyuna odaklanma ve teknik direktör-futbolcu işbirliğiyle hedefe ulaşma konusunda bir sinerji yaratılmalıydı.Maalesef 2 kişi bu sinerjiyi yaratmada