Hani asker uğurlamalarında “Ayağına taş değmesin” derler ve memleketin yiğit evlatlarına sağ-salim gidiş dönüş dilerler ya…
Beşiktaş’ın ayağına taş değil “kaya” değdi. İzmir Susuzdede’den yuvarlanan kaya, Dolmabahçe’de Göztepeli oyuncuların gayreti, ustalığı, enerjisi ve çabuk oyunuyla Beşiktaş’ı adeta ezdi.
10 dakika içinde 2-0 öne geçen, tehlikeli konuk karşısında Semih ve Bokele’nin (Kk) golleriyle tüm Beşiktaşlıları rahatlatan oyun, adeta eğlenceye dönüşmüştü. Ne var ki kısa sürdü bu eğlence rüzgarı... Gösteri kabusa dönüştü. Tüm taraftarlar adeta korku tüneline girdiler ve koşa koşa gittikleri maçın keyfi (!), tabir yerindeyse burunlarından geldi.
Skor tabelasının peş peşe atılan gollerle konuk takım lehine (2-4) dönmesi, futbolun doğrularıyla oldu. Şans ya da talihsizlik kavramlarıyla anlatılacak bir öykü değil bu.. Beşiktaş savunmasındaki uyumsuzluklar, orta alanda üretmeyen, gayretinden sonuç alamayan oyuncuların sergilediği yetersizlikler, Semih ve sonradan oyuna
Karadağ-Türkiye (3-1) maçının “günah keçisi” oy birliğiyle (!) Vincenzo Montella’dır. Kimi yerli-yabancı takıntısıyla, kimi santrforsuz oyun anlayışı nedeniyle, bazısı maçın akışındaki oyuncu değişikliği hamleleriyle Montella’yı eleştirmektedir. Bu eleştirilerde kuşkusuz haklılık payı vardır.
Montella’yı “santrforsuz oyun” anlayışıyla eleştirenler, öncelikle uluslararası oyuncu kalitesi standartlarını da göz önüne getirerek baksın: Enes Ünal, istikrarlı ve üretken bir santrfor mudur? Montella’nın kötü hava, yoğun yağış ve ağır saha nedeniyle maça uygun bir on birle başlamadığını kabul etmeliyiz. Ortama uymakta güçlük çeken Arda gibi tekniği yüksek oyuncu, ikinci yarıda oyundan alınmalıydı.
Şimdi başka bir konuya gelelim: Montella’nın Türk yardımcısı kim? Bize sunulan üç yardımcı antrenör içinde öne çıkarılan hoca Selçuk Şahin’dir. Diğerleri İtalyan’dır. Selçuk Şahin Başakşehir’de bir sezonluk yardımcı antrenörlükten sonra Milli
B u yazıyı Karadağ maçından önce yazdım. UEFA’nın bu sezon uyguladığı formata göre Türkiye, Avrupa Uluslar Ligi’nin A grubuna yükselmiştir ya da yükselecektir. Sporda olmayacak iş yoktur. O nedenle en kötü olasılıkla grup ikincisi olsak dahi arada play - off oynama şansı var. Ayrıntıları bir yana bırakıp uzun yolculuğun Dünya Kupası 2026 elemeleriyle devam edeceğini düşünüyorum. Eleme gruplarında karşılaşacağımız rakipler ne kadar güçlü olursa olsun, Türkiye bu aşamayı geçecek güçtedir. Uzun yolculuğun eleme aşamasını geçtikten sonraki hedeflerimiz çok önemli… Türkiye katıldığı ve üçüncülüğü kazandığı 2002 Dünya Kupası’ndan sonra FİFA listesinde 7. sıraya kadar yükseldi.
Sonrasında düzenlenen 2004 Avrupa Şampiyonası elemelerinde de birinci kategoride yer alıp, ikinci kategorideki İngiltere ile eşleştik. FİFA klasmanında üst sıra takımı olarak katıldığımız eleme maçlarında İngiltere’nin ardından ikinci sırayı alarak play off hakkı kullandık. Bu aşama futbol tarihimizin
Biri direkten dönen topla üç tehlikeli atak... Kendi yarı alanımızda çok şanslı, rakip kale önünde de çok kısmetsizdik…
Gallilerin yaygın deyişlerinden biridir: “Evde pantolonu ben giyerim!” Kendi sahasının sahibi ve patronu olduğunu anımsatan sözler. Tamam, anladık da burası Kayseri… Adamlar Kayseri’de de maçın sahibi olmayı kafaya koymuşlar. Daha ilk beş dakikadaki oyunlarıyla bunu gösterdiler. Sonra da ilk yarının dişe diş kapışmaları. Evet, oyuna baktığınız zaman o ilk beş dakikanın sonrasında “Bizim Çocuklar” topla oynamada yüzde 69 önde, oyunun sahibiydiler. 6 kez korner kullanıp sadece 1 köşe vuruşu fırsatı verdiler. İsabetli şutlarda da üç gollük vuruşumuz vardı. Ama en az altı adamla ceza alanında yerleşip alan daraltan Galler, inanılmaz bir direnç gösterdi. Üç kez geçiş yaparak pozisyona girdiler. Birinde rakip oyuncunun ayağı kaydı, ikincisinde Mert Günok hızlı davranıp topu uzaktan taca gönderdi. Üçüncü de direk dibinden döndü. Tamam şanslıydık.
Ama el
Galatasaray Samsunspor maçının ikinci yarısında, hiç de beklenmeyen iki hareket, herkesi diyemesem de beni büyüledi.
Hayır, Galatasaraylı değilim. Bu notumun taraftarlıkla ilgisi yok… Peş peşe izlediğim iki hareket, futbol taraftarı olarak son yıllarda unuttuğumuz becerileri ön plana çıkardı.
Önce stoper Abdülkerim’in röveşatası geldi… Harika bir hareketti. Olimpiyat oyunlarını andırırcasına sıçraması, iki bacağın sağ ve sol olarak makas hareketini gerçekleştirmesi, ardından Abdülkerim’in bilinen sol ayağıyla yaptığı o muhteşem vuruş ne zamandır özlediğimiz röveşatayı sergiledi… Vuruştaki ustalık ve ciddiyet, topu yan direkten kurtaramadı, ağlara ulaştıramadı, gol için yeterli olamadı. Yine de alkışı hak eden bir hareketti. Kendi adıma delikanlılık yıllarımdan anımsadığım (Suat Mamat / Galatasaray) röveşatayı olanca güzelliğiyle Abdülkerim’in ayağından izlemiştim.
Ama o da ne!.. Direkten dönen top Davinson Sanchez’in önüne gelince, o da katıldı röveşata gösterisine. Sağıyla yaptığı vuruş o kadar güzel ve
Futbolseverlerin internet misali siteden siteye geçişi gibi dün de “maç sörfü” yapma olanağı vardı. Başakşehir-Beşiktaş maçında aradıkları tadı, tuzu, heyecanı ve golü bulamayınca, kim bilir, belki de Fenerbahçe-Sivasspor maçına kaydılar.
Fatih Terim Stadı’nda her iki takımın hedefi ligde ters giden maçlardan sonra kazançlı bir düzlüğe çıkmaktı. Beşiktaşlılar da Başakşehirliler de üst üste kaybetmenin alışkanlık yaratacağını biliyorlardı. Ona göre hazırlandılar. İki takımın Europa League ve Konferans Ligi’nden galibiyet ve beraberlikle çıkmış olmaları gönülleri rahatlatan, umut veren gelişmeydi.
İyi niyetimizle böyle bir beklenti içinde başladık maçı izlemeye… Hayret… Oldukça yavaş, sanki sabah yürüyüşüne çıkmış orta yaşlılar örneği koşar gibi yaparak başladılar maça. Top kayıpları, faüller, yerini bulmayan paslarla oluşan aldatıcı atak fırsatları maçı maç yapmaya yetmedi.
Beşiktaş, maç bitmeden önce baktığım son istatistik verisinde
Kahramanını arayan bir maç izledik. Beşiktaş, Malmö karşısında golü kovalayan, maçı sahiplenen ev sahibi gibi oynadı. Ancak topu kullandığı her alanda üç pas, bir dripling yapmadan, ya da bir duran top kazanamadan baskılı oynayan rakibine teslim oluyordu. Öte yandan kanatlarda ve ortadan yakaladığı fırsatlarda gereksiz yan paslarla fırsat harcamaktan da geri durmadı Beşiktaşlılar.
Malmö geçmişte Beşiktaş’ı çok üzmüş, geriye düştüğü maçta beraberliği kurtarıp turu alarak gitmişti. Elbette o kuşaklar çekildi sahalardan fakat 50’li yaşlarını sürenlerin anılarında tüm ayrıntılarıyla dile getirilen gerçeklerle gençlere aktarılır bunlar. Dün gece o takımlardan bu kaza maçlarını bilen öğrenen var mıydı, bilmiyorum. Bilseler, ya da öğrenmiş olsalar bir tür rövanş duygusuyla daha iyi oynayabilirlerdi.
Bronckhorst sakatlıktan dönen Paulista’yı sahaya sürmekte isabet etmişti.. İyi bir maç çıkardı Udokhai ile birlikte. Ancak merkezde Ndour ile Gedson böyle bir maça layık oyun
Önce diz üstü kaymayı denedi, olmadı. Takla attı. Neyse ki sakatlanmadan ayağa kalkıp konuştu.
Jose Mourinho, anımsayalım, Kadıköy’de Galatasaray’a 3-1 yenildikleri maçtan sonra “saçma” bir yaklaşımla “Galatasaray bizden fazla gol attığı için kazandı” demişti… Bu basit, çocuksu, ciddiyetsiz açıklamayı hiç sevmemiştim. Okula gitmeyen, sayı saymayı bilmeyen çocuklar bile futbolla zaten böyle tanışıyor. Mourinho, o günkü derbiye hak ettiği saygıyı göstermeliydi.
Trabzonspor-Fenerbahçe (2-3) maçından sonra, takla/yuvarlanma sahnelerinden önce yaptıkları, sonraki konuşmaları bende “nihayet Mourinho” izlenimi uyandırdı.
“Bilseydim, gelmezdim.”
“Fenerbahçeliler bana yarısını anlatmışlar.”
“Londra’da Türkiye Ligi’ni izleyen kaç kişi var? Sadece oğlum izliyor!”
Hiç de sempatik şeyler değil. Hoşumuza gitmeyen, duymak istemediğimiz sözcükler bunlar. Hayır, öfkelenmemeliyiz… Boğaziçini, balığımızı ve şiş kebabımızı öven yabancılara