İstatistikler, havada uçuşuyor. Hemen her sabah, sayılarla yapılan analizler hak ettiği saygıyı göstererek Galatasaray’ın yıldızlarını parlatıyor. Yılın son yazısını yazarken, fazlasıyla merak edilen sorulardan birini tartıştım dostlarımla. En yaygın sorudan başlayalım: Galatasaray bu ligi namağlup bitirebilir mi? Elbette yenilmeden bitirebilir! Bu durum Galatasaray’ın yabancısı olduğu bir şey değil… Genç yaştan okurlar bilmeyebilir, anımsamayabilir. Galatasaray 1985-86 sezonunu Beşiktaş’ın ardından aynı puanla (56) hiç yenilmeden ikinci sırada bitirdi. Teknik Direktör Jupp Derwall bu durumu “Futbolun cilvesi” olarak nitelendirirken, Stankoviç’in ekibi Beşiktaş averajla (44-37) rakibini geçerek şampiyon olmuştu.
Bu sezonun konusu “Namağlup Şampiyonluk”… Futboldaki göz ağrılarımdan İbrahim Altınsay ve Mehmet Demirkol’a sordum: “Süper Lig’de Galatasaray’ı yenecek takım var mı?” İki dostum da “Galatasaray’ı yenmek çok zor” dediler. Yine de meydan okuyacak takımlar olamaz mı? Altınsay, “Eyüpspor,
Sıkıntılı ve yorucu bir maç izledik. Sıkıcılığı, her iki takımın kazandıkları toplarla bir pas zinciri oluşturmadan, hücum pozisyonu kuramadan topu kaybetmeleriydi. Geçiş oyununun farklı bir versiyonu. Böylesi bir oyunu anlayışla karşılama nedenleri de var.
Alanyaspor, bu ligin kaliteli takımlarından biri. Onca oyuncu kaybına karşın tehlikeli bölgeden uzak durmak için yine de direnmeye ve dayanmaya çalışıyor. O yüzden sert oynuyorlar. Savunmada inanılmaz baskılı oynuyorlar. Maçın açılış golünü atmaları, moral üstünlükle canlı ve diri oyunlarına ilham verdi. O golden iki dakika sonra Beşiktaş, Rafa’nın attığı gol ile rahatladı. Her iki takım dengeyi bozmak adına peş peşe hücum gösterisine girmeleri, savunmacıları da çalıştırdı (!)
Her iki takımın golcüleri de, ev sahibi ekipte Semih, Gedson ve Rafa; konuk takımda da Augusto, Cordova ve Efecan hücumda çok top kaybettiler. Semih’te bir durgunluk gördük. Gedson da oyunun içinde, her pozisyonda mücadele ediyordu. Ancak Alanyaspor’un ceza alanında oluşturduğu kalabalık savunmayı
Dibe düşüp çukur kazmak… Ya da beterin beteri… Türkçemiz zengin bir dil.. Her durumu özetleyecek, eleştirecek, yol gösterecek onlarca deyim var. Girişteki “çukur kazmak”ı özellikle yazdım.
Önce “dipteki” takıma bakalım. Ev sahibi Adana Demirspor, konjonktürel olarak “sahibi” eliyle uykuya yatırılmış bir kulüp. Futbolda yaptığı parıltılı işlerden sonra Murat Sancak, beklediği “”manevi” karşılıkları görmeyince başkanlığı Bedirhan Duran’a devredip kenara çekilmiş. O vizyon, derinlik, hoşluklarla dolu kadro zenginliği, UEFA Konferans Ligi heyecanı geride kalmış. 7 yılda cebinden 155 milyon Euro harcamış Sancak… Patron’un çekilmesiyle Adana Demirspor’un transfer tahtası kapanmış. Zengin kadro dağılmış. Emre Akbaba’dan Yunus Akgün’e, Tayyip Talha’dan Samet Akaydın’a bir çok oyuncu şık transferlerle ayrılmış Adana’dan.
Transfer yapamıyorlar. Ancak eldekilerden birini satarlarsa sınırlı harcama yapabilirler.. Murat Sancak 30 milyon Euroya yükünü devretmeye
UEFA Avrupa Ligi'nin dünkü maçı, Fenerbahçe için çok dramatik sonuçlar yaratabilecek tablolar oluşturdu. Zengin ve derin kadro, kendi seyircisi önünde maçı sahiplenemedi. Savunmada, merkezde ve hücum bölgesinde “temaslı” oyundan uzak durdu. Bloklar arasında bağlantı ve yardımlaşmayı ihmal etti.
İlk yarı önemli bir sorunla oynandı. Samet’in Livakoviç’e yavaş gönderdiği topu kapan İnaki Williams, beşinci dakikada ilk faturayı kesti... Sonrasında da toparlanamadılar. Çok kolay top kaybederek “devamlılık”ta, pozisyon oluşturmakta, pas zincirleriyle top çevirip gollük hamleler yapmakta çok kısır kaldılar. Kötü oyun, Livakoviç’ten başlayan, İsmail, Amrabat, Djiku ile devam eden uzun paslarla sonuçsuz kolaycılığı da beraberinde getirdi.
Tribünle takım ilişkilerine de bakalım. Tamam, Samet bir hata yaptı ve beşinci dakikada geri düştüler. O dakikadan itibaren Fenerbahçe taraftarının ıslıklı protestosu Samet’i oyundan düşürdü. Bu tavır kime yaradı? Yine Bilbao’ya!.
Erdal Batmaz’la konuştum. TFF’de bir dönem Mali İşlerden Sorumlu Asbaşkanlık görevi üstlenen, kulüplerin şirketleşmesi konusunda önemli katkılar sağlayan Beşiktaş Divan Kurulu üyesi dostum, “Önceki dönem başkanlarından Yıldırım (Demirören) Bey’in mesajı çok anlamlı bir çağrıdır. Onun, Beşiktaş’taki sıkıntılarla ilgili olağanüstü kongre sürecinde başkanlığa seçilecek kişilere dönük önermelerine dikkat etmek gerekir. Yıldırım Demirören, özellikle başkan adaylarının sağlam çalışma programlarıyla kongrenin huzuruna çıkmalarını söylüyor. İlham verici mesajlar sunuyor” dedi.
14 milyar lira dolayında borç sarmalıyla mücadele eden Beşiktaş’ın, Süper Lig’i “ikili zirve savaşı” gibi dar alandan çıkarması gerektiğini söyleyen Batmaz, detaylara girmeden şunları dile getiriyor.
“- Ölümsüz Süleyman Seba’dan sonra iş başına gelen dört başkanımız da görev dönemlerini şampiyonluk kazanarak tamamladı.. Hasan Arat, maalesef üç
Ne demişler? Ezeli rekabetin favorisi olur da, kimin kazanacağı belli olmaz! İki takım da bu sözün geçerliliğini bir kez daha sahneye koydular. Şans verilmeyen, şampiyonluk yarışında kulvar dışına düşen, kongre ve başkan istifalarıyla sarsılan Beşiktaş, Fenerbahçe’yi unutulmaz bir golle yenerek büyük üzüntüsünü hafifletti.
Golsüz ama heyecanlı bir ilk yarı izledik.. Beşiktaş’la Fenerbahçe, maç öncesi kendilerini öne çıkaran, kadro derinliği ve moral üstünlüğe; ya da sağlıksız biçimde gelişen yönetim krizine rağmen derbi geleneğine ve adlarına yakışır oyun sergilediler.
Ev sahibi Beşiktaş, konuğuna gösterdiği saygıyı oyunun kalite çizgisini bir ölçü daha yukarı çekerek beklenenin üzerinde mücadele azmi, yardımlaşma ve taktik disipliniyle ortaya koydu.
Fenerbahçe de özgüven duygusuyla paniğe kapılmadan, rahat ve dengeli oynadı. En az üç kez ciddi gol fırsatı yakaladılar.
İki takımın da golcüleri olmayacak biçimde basit golleri kaçırdılar. Dzeko’nun ve
Süper Lig’de Dört Büyükler adıyla tanımladığımız kulüplerin, son yıllarda dörtlü değil, ikili rekabetle zirve mücadelesi verdiğini görüyoruz. Hadi, alfabetik yazalım; Fenerbahçe – Galatasaray neredeyse yapışık ikizler gibi sürekli ağız kavgasına giriyorlar. Paranoya hallerine kapılıp herkesin, özellikle hakemlerin kendilerine karşı olduğunu tanımlayamadıkları “yapı” demekten öte somut örnek veremedikleri bazı güçlerin yollarını kestiğini iddia ediyorlar.
Şampiyonluk yarışının dışında kalanlar, Beşiktaş ve Trabzonspor, kendi taraftarlarıyla birlikte “joga bonito” (güzel oyun) futbolu izlemeyi yaşam biçimine dönüştürmüş futbolseverleri de üzüyor. Bu gidişle oyunu daha iyi oynayan daha mütevazı kulüplerin maçlarına yönelenleri biliyorum.
Bir de şu var: Aynı anda hem Osimhen’e, hem Dzeko’ya, hem de Fernando Muslera, Uğurcan Çakır ve Mert Günok’a takılıp taraftarlık baskısını aşan “bireysel” ve “mevsimsel” meraklılar var. Kimse şaşırmasın..
Hafta içinde yaşanan kaotik durum, anlaşılan o ki futbolcuları da etkilemiş. “Kahraman Nöbetçi” Serdar Topraktepe, ilk değişiklikleri yapmış: Salih Uçan ve Tayyip Talha ilk kez on birde. Salih, Bronckhorst’ün gidişi nedeniyle sanırım “şükür duası” ile çıkmıştır maça. Tayyip Talha da savunma göbeğindeki iki yabancının sakatlığı sonucu oluşan boşluğu doldurmaya çalıştı.
Beşiktaş’ın kaotik halinin bir parçası da Rıza Çalımbay hocamız… Anımsayalım: Rıza Hoca, Çebi’den sonraki ara dönemde bir süre Beşiktaş’ı çalıştırmış, eski takım arkadaşları Feyyaz Uçar ve Samet Aybaba’nın genç bir antrenör adayı ile gönderdiği haber sonucu kalbi kırılarak evine dönmüştü. Herkesi yaralayan, Beşiktaş’ı da perişan eden durumdan en çok etkilenen Rıza Hoca’ydı kuşkusuz.
Maç başladı, gördük ki iki taraf da drama ve kaotik ortamı unutup futbola yoğunlaştılar… Çünkü ellerinden gelenin en iyisini yapmak ancak oyunla mümkündü.
Maç