Rekabetin sıkı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Rekabet ettiğimiz alanlar artıyor, yeni yeni alanlar çıkıyor. Son yıllarda sosyal medyadaki rekabet çılgınlar gibi büyüyor. Ee pasta büyüdükçe herkes bir bazen birkaç dilim alma peşinde koşuyor ama unutulan bir konu, pasta hiçbirimize ait değil. Üstelik para vermek de yetmiyor.
Bir dolu şey daha isteniyor bizden. Kaliteli içerik, yaratıcılık, bağ kurma, farklılaşma… En önemlisi de zamanımızı vermemiz isteniyor, en kıymetli şeyimizi… Hepsine razı oluyor, dijital dünyada var olmaya çalışıyoruz. Peki, dijital dünyada sadece var olmak mı önemli, yoksa nasıl var olduğun mu?
Ürün/hizmetini pazarlayan birçok kişinin sosyal medya dünyasına girdiğinde odağını kaybettiğini sıkça gözlemliyorum. Markasını, markasının amacını, iletmesi gereken mesajı unutuyor. A kişisi yapmış, ben de yapayım. Rakibim B paylaşmış benim sayfamda da aynısı olsun. İşte markaya zarar burada başlıyor. Aynı ürünü üretiyor aynı hizmeti veriyor olsanız bile potansiyel müşterileriniz, markanızın ulaşacağı hedefler, sizin işi yapma şekliniz aynı mı? Aynı olacaksanız zaten marka olmazasınız. Rakibinizi yaşatan gölgesi olursunuz.
Marka yaratmayı ben puzzle parçalarına benzetirim. Önce bir resim önünüze koyarsınız, bu sizin hayalinizdir. Sonra nereden başlayacağınız, hangi renklere göre ayıracağınız konusu sizin yol haritanız olur. Başlangıçta her şey yolunda gidebilir. Zaman geçtikçe dikkatiniz dağılmaya ve bulduğunuz her parçayı denemeye başlarsınız. Markanızı oluşturma sürecinde de öyle elinize geçen her parçayı kullanamazsınız. O parça tek başına veya rakipte ne kadar hoş durursa dursun, sizin marka bütünlüğünüze hizmet etmezse hiçbir işe yaramayacaktır.
Elbette ki rakiplerinizi takip edin, ne yaptıklarına bakın. Ama en önemlisi siz hayalinizdeki büyük resme odaklanın. Yapbozunuzun eksiklerini ona uygun parçalarla tamamlayın.
Tüm hayallerinizin gerçek olması dileğiyle…