Çocukluğuma dönüp bakınca hep çok bilmiş bir çocuk görüyorum. Gözlüklü, her şeyi bilen, her şeye karşı bir çocuk. Oysa büyüdükçe anladım çok bilmiş olmanın aslında pek de bir şey bilmemekten geldiğini… Gerçekten bilmeye başlayınca da anlıyorsun ki aslında hiçbir şey bilmiyorsun. Daha az konuşuyor, doğrusunu söylesen fayda etmeyecek kişiler karşısında bile susuyorsun. Sadece içinden “Çok biliyorsun” deyip geçiyorsun.
Sanırım toplumca çok biliyoruz.
Taksiye biniyorum, bir telefon geliyor. Konuşma bitince konu sağlık, ekonomi, eğitim vb. ne olursa olsun, “Abla” diye başlıyor taksici, bir uzman edasında akıllar veriyor.
Dost ortamında bir sohbet açılıyor. Konunun uzmanı arkadaşa soru soruluyor ama en çok da soruyu soran ve diğerleri yanıtlıyor. Uzman arkadaş pek oralı olmuyor.
Hangi hizmeti verirseniz verin, aynı durum…
İşinizi tamamladınız/teslim ettiniz. İki gün sonra müşteriden bir telefon: “Bizim Ahmet abi dedi ki, ‘şunu da şöyle yapsalardı’. Ahmet abi kim? Hangi bilgi ve birikimle yorum yapıyor? “İşte daha önce yapmış” ya da “O da bilmemkinden duymuş.”
Arama motoru sonuçlarına bakarak öğrendiği şeyleri doğru sayanları söylemiyorum bile.
Eskiden böyle miydi? İşin uzmanı varsa saygı duyulur, dinlenirdi. Şimdi hepimizin her konuda bir fikri var. Ama doğru ama yanlış…
Merak etmek, araştırıp öğrenmek kendini geliştirmek için muhteşem bir şeydir. Altını çizeyim, “Kendini geliştirmek için”. Yoksa iki kitap okumak biraz araştırmak bizi hiçbir şeyin uzmanı yapmaz. Öğrendiği sığ bilgileri birilerine empoze etmeye çalışmak ve kendince uygulamak, kaş yapayım derken göz çıkarmaya en iyi örnek olacaktır bence.
Bilginin kıymetini bilerek doğru kullandığımız bir dünyada yaşamak dileğiyle.