Boşuna değil baskıcı rejimlerin en önce sanatı zapturapt altına almaya çalışması. Bazen bir sanat yapıtı, binlerce sözün yapamadığı etkiyi yaratabiliyor insanın üstünde. Özgürleştirebiliyor örneğin. Ya da en azından özgürleşmesine kapı aralayabiliyor ki hiç az şey değil.
Büyük şehirden uzaklaşanların gözde yerleşim yerlerinin başında gelen Ayvalık’a pek yakışan Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde izlediğim “Ve Sonra Dans Ettik / And Then We Danced”in ardından salondan adeta kanatlanmış olarak çıkarken geçiyor aklımdan bunlar. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde en çok beğenilen filmlerden biriydi, 9 ve 12 Ekim’de Filmekimi’nde gösterilecek, kasımda da Başka Sinema’da gösterime girecek. Levan Akin, Gürcistan asıllı İsveçli bir yönetmen, Ayvalık’taki gösterim sonrası gördük ki sular seller gibi Türkçe konuşuyor ve film İsveç’in bu yılki Oscar aday adayı.
Tek cümleyle özetlersek, bir gencin kendisini keşfetme öyküsü demek mümkün “Ve Sonra Dans Ettik” için. Yürümeyi öğrendiği gibi dans etmeye de başlayan, Gürcü devlet halk dansları ekibine bütün hayatını adayan Merab’ın (Levan Gelbakhiani) öyküsü.
Ama bu keşif sırasında muhafazakâr toplumun kendisine dayattıklarını, bedeni, kalbi üzerindeki bütün ambargoları, nasıl dans etmesi, kime âşık olması, kiminle bir gelecek kurması gerektiğine dair tüm dayatmaları da alaşağı ediyor. Yeteneklerini, tutkusunu, aşkını kalıplara sokmayı reddediyor.
Yönetmen Levan Akin’i bu filmi çekmeye iten, Gürcistan’da 2013’teki eşcinsel onur yürüyüşüne düzenlenen saldırı olmuş. Gürcistan’a gitmiş, gençlerin hayatını gözlemlemiş, toplumdaki kutuplaşmaya tanıklık etmiş, eşcinsel gençlerle tanışmış ve instagram’dan bulduğu muhteşem dansçı Levan Gelbakhiani ile birlikte hikâye kendisini oluşturmuş.
Neticede karşısına duvar gibi dikilen katı kurallarla savaşan karakterini de, onu içi titreyerek izleyen seyircisini de hüsrana uğratmayan, “öldürmüyorsa güçlendirir” tezine inandırarak uğurlayan bir film çıkmış ortaya.
2013’teki onur yürüyüşüne o saldırıyı düzenleyenlerin adı sanı bilinmiyor bugün. Ama aşk ve tutkunun özgürleştirdiği Mehrab’ın hikâyesi bütün dünyayı dolaşıyor, dolaşmaya da devam edecek. Er ya da geç iyilik, güzellik kazanıyor. Neyse ki sanat bunun için var.
Arslanköy’ün Kraliçe Lear’ları
Sanat ve özgürleşme deyince bir örnek de bizim topraklardan vermezsem olmaz. Arslanköy’ün kadınlardan oluşan tiyatro topluluğunu ve Pelin Esmer’in onları anlattığı “Oyun” filmini hatırlıyor musunuz? Aradan on yıl geçmiş, topluluktan Ümmü, Zeynep, Behiye, Fatma ve Cennet o zamanlar köyün lise öğretmeni olan ve onlara oyunlar yazan, şimdi Mersin Devlet Tiyatrosu’nun başına geçen Hüseyin Arslanköylü ile birlikte “Kral Lear” sahnelemeye karar vermişler. Bir güzel de kendi hayatlarına uyarlamışlar oyunu ve Mersin’in otuz ücra köyünü dolaşmışlar. Pelin Esmer ve kamerası da onlarla beraber.
“Kraliçe Lear” Altın Koza’dan sonra Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde de seyirciyle buluştu, kasımda da gösterime girecek.
O kadınların oyun üzerine tartıştıkça, kendi başlarına yollara düşüp köy köy dolaştıkça sahnede şarkı söyleyip dans ettikçe kazandıkları özgüven, dolaştıkları köylerde hemcinslerine de aşılamaya çalıştıkları özgürlük duygusu, yürekleri aydınlatacak türden. Üstelik kendileri mutlu oldukça kocalarını da daha çok seviyorlar, sevilen kocalar da mutlu. İzleyen zaten mutlu, daha ne olsun?