Bir insanı ‘yanlışlıkla’ kaç kez bıçaklayabilirsiniz? Hani istemeden. Kazayla. Sakarlıkla. Olsun olsun bir, değil mi? “Hızla üzerime doğru koştu, benim de elimde sivri ucu karşıya dönük bıçak vardı, saplanıverdi”. Ya da ne bileyim, “Öfkeyle savurdum, yanlışlıkla koluna gelivermiş”.
Hadi diyelim kendinizi koruma, savunma ya da hafiften yaralama niyetiyle hareket ettiniz, onun da hakkı birdir. Bıçağı çıkarıp da ikinci kez sapladığınızda artık bunun bu türden bir açıklaması yoktur: Canına kastediyorsunuzdur o insanın. Nokta.
Erkan Sakarbalkanıgeçen iki çocuğunun annesi olan karısı Melek’i kaç kez bıçaklamış dersiniz? Seksen sekiz! Rakamla 88. Bir insanı seksen sekiz kere bıçaklamanın ne kadar zaman aldığını bile tahmin etmek zor. Nasıl bir hırstır, anlamak imkânsız.
Olay iki yıl önce Edirne’de meydana gelmiş. İddiaya göre karısının “başkasıyla mesajlaştığını” görmüş çünkü. Erkek adamı çileden çıkarmaya yeter de artar bile. Ama yargının o erkek adamla aynı fikirde olmaması gerekir normalde öyle değil mi? Ortada 38 yaşında vahşice öldürülmüş bir kadın, çocuklarından koparılmış bir anne var. Dolayısıyla, Edirne 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteğiyle yargılanıyor katil. “Tasarlayarak ve canavarca hisle veya eziyet çektirerek kasten öldürme” suçundan. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü vekili de sanığın herhangi bir indirim uygulanmadan üst sınırdan cezalandırılmasını talep ediyor.
Fakat sanığımızın savunması ne? Öldürmek gibi bir niyeti yokmuş! Kadını seksen sekiz yerinden bıçaklamış ve fakat öldürmek istememiş. Ölümsüz zannediyordu herhalde.
Karısına öldürmeden önce zina nedeniyle boşanma davası açtığını da söylüyor. “Gerekli mercilere başvurdum. Kaçtım. Allah kimsenin başına vermesin. Pişmanım. Böyle olmasını istemezdim,” diyor.
Diyebilir, kendisini savunuyor adam, işin ucunda müebbet hapis var. Peki, bunu dinleyip, “İnsan öldürmek istemediği kişiyi neden seksen sekiz kere bıçaklar, sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” diye sormak yerine cezayı önce “haksız tahrik” indirimiyle 18, sonra da “takdiri indirim” uygulayarak 15 yıl 10 aya indiren mahkeme heyetine ne oluyor?
Cenaze hatırası
Hamdi Alkan’ın eşi Selen Görgüzel’in Enis Fosforoğlu’nun tabutuna sarılmış halini “ölümsüzleştiren” fotoğraflarına şaşırmadım. Alkan eşinin tabutla fotoğrafını çekerken, kameralar da onları çekiyor haliyle. Şaşırmadım, çünkü yaşadığımız her şeyi ancak fotoğraflayarak tanımlayabildiğimiz bir çağda yaşıyoruz. “Kolumu kırdım, işte fotoğrafı”, “Şu an üzgünüm, ağlıyorum, bakın fotoğrafı”. Üzüntülü olduklarına şüphem yok yani, acılı olmak deklanşöre basmaya engel değil artık.
Ama sonrasında insanların eleştirilerine, hele hele kendilerini görüntüleyen gazetecilere gösterdikleri tepkilere anlam veremedim. “Bunu çekenin amacı ne, bu kurgulanmış bir haberdir, kötü bir haberdir. Acım varken canımı yaktınız, vicdansızsınız, bu haberi yapan hem Allah katında hem mahkemede hesap verecek...”
Hayır, ne bu şiddet bu celal, kimse evinize girip acınıza müdahale etmiyor. Enis Fosforoğlu tanınan, sevilen bir oyuncu, siz de bu fotoğrafı çekerken orada magazinciler olduğunun farkındasınız. Kimse gizlenerek yaklaşmamış arkanızdan. Siz acınızı bu şekilde yaşamayı tercih edebilirsiniz, başka birileri de bunu yadırgama hakkına sahip ama.