En sıradan doğa olaylarını bile panik havasıyla sunan (Misal: Kar geliyormuş, diz boyu tutacakmış ya da son yüz yılın en sıcak günüymüş, hissedilecek sıcaklık 50 dereceymiş) bir sosyal medya ortamının koronayı sükûnetle karşılamasını beklemiyorduk elbette. Ama bu kadarı sahiden fazla ve faydasız, hatta gereksiz.
Bir kere uzun zamandır hepimiz biliyorduk ki bütün dünyayı dolaşan, sınırlarımızda gezinen bir virüsün Türkiye’ye uğramaması diye bir şey söz konusu olamazdı. Zaten bir süredir sokakta karşılaşılan eş dostla ilk söz “Merhaba” ise onu izleyen cümle “Öpüşmüyoruz”, hemen ardından da kısık sesle “Varmış da söylemiyorlarmış” idi. Aman duymasın, adını anmayalım, “üç harfliler” gibi bir şey.
Yeterince endişe ettik, birbirimizi paniğe sevk ettik, en az koronavirüs kadar tehlikeli korku ve stres tohumlarını serptik, bekledik. Eninde sonunda “Koronavirüs Türkiye’de” başlıkları gelecekti, geldi.
Peki, biz şu anda bu beklediğimiz şeye hazır mıyız?
Yoksa tıpkı birbirimizi korkutarak geçirdiğimiz yirmi yılın sonunda hâlâ depreme gafil avlandığımız gibi strese gark olduğumuzla mı kaldık? Ki şu anda halka bilgi vermeye çalışan uzmanların listesinin ilk sıralarında “Stres bağışıklık sisteminizi zayıflatır” maddesi geliyor. Koronaya karşı yapılabileceklerin başında ise evet, sık sık elleri yıkamak, yanında antibakteriyel solüsyonlar taşımak ve tuzlu suyla gargara yapmaktan başka -bağışıklık sistemini güçlü tutmak var. İyi beslenmek, sigara içmemek, düzenli uyku ve tekrar tekrar “az stres” önemli yani.
Whatsapp gruplarımız delirmiş gibi bütün öd patlatan hikâyeleri telefonumuza fırlatırken, tehlike çanları en yüksek sesleriyle cebimizde çalıp dururken bunu nasıl becereceğiz, asıl soru bu. Tabii Twitter’da da yeterince korku filmi mevcut ama hadi ona bakmamayı, sadece güvendiğimiz uzmanların (Başta Türk Tabipler Birliği’nin) hesaplarına bakıp çıkmayı becerebiliriz belki.
Bir de hem kendimizin hem çevremizdekilerin ve tabii tanımadığımız başka insanların selameti için her duyduğumuzu yaymadan iki kere düşünebiliriz. Muhtemelen niyet kötü değil ama virüsten korunmak için yapabileceklerimiz da o kadar büyük bir gizem içermiyor. Bilinmeyen bir tehlikeye karşı insanları uyarmakla görevli değiliz yani. Korku ve panik koronavirüsten daha hızlı yayılıyor, bu kesin bilgi.
Virüs rantçıları için şikâyet uygulaması
Şu koronavirüs furyasında en iç acıtan kısım herhalde hijyen ürünlerine çılgın gibi zam yapan satıcılar oldu. Bir illet geliyor insanlığın başına, kimseyi ayırt etmeden hepimizi ilgilendiriyor ve biz onunla bile hep beraber mücadele etmeyi beceremiyoruz. Sağlığımızı tehdit eden bir virüs birileri için rant kapısı olabiliyor. Maskeler, sabunlar, el yıkama solüsyonları, hijyen malzemeleri yüzde 150’ye varan artışlarla sunuluyor tüketiciye. Çok üzücü. Fakat Ticaret Bakanlığı bu konuda bir bilgi notu yayınladı, HFA-bildirim uygulamasını indirip böyle satıcılarla karşılaştığınızda anında şikâyet edebiliyorsunuz. İnsanlıktan yana sınıfta kaldığımız kesin de belki cezalar işe yarayabilir.