Başkası adına kıpkırmızı olma, utançtan bakamama, içi daralıp kapatmaya yeltenme, “Daha kötüsü olamaz herhalde” derken olabileceğini görüp içi bulanma... Ve derin bir hayal kırıklığı, umutsuzluk, yılgınlık...
O mecliste cep telefonuyla çekilip yayılan video var ya, kademe kademe bunları yaşattı bana. Kürsünün, o boynu bükük kürsünün tepesinde öfkeli kadın suretleri, uçuşan saçlar ve tiz perdeden çığlıklar.
Yıllar yılı uğraştık, “Erkek meclis istemiyoruz” dedik, siyasi partileri listelerinde kadınlara verdikleri öneme göre takdir ettik ya da ayıpladık, kadınların sayısı arttıkça şiddetin yerini uzlaşma dili alır, iklim değişir sandık. Kadınların değiştirici, dönüştürücü gücüne inandık, elimize geçene bakın: Üçüncü sınıf bir aksiyon filmi.
Pardon ama bizim istediğimiz kadın kılığında erkekler değildi ki. “Erkek dövüşünden sıkıldık, biraz da kadınlar birbirini dövse, gözümüz gönlümüz açılır” değildi maksat. Ya da “Bizde kadına el kalkmaz, öyleyse bir kadın milletvekili diğerine el kaldırsın, erkekler de hakem olsun” gibi bir formülün peşinde değildik.
Bunca yıllık erkek egemen düzenin alışkanlıklarını sarsacak, sorgulatacak, değiştirecek bir kadın varlığından söz ediyorduk, o düzene ayak uydurarak bunu meşrulaştıracak olandan değil.
“Kadınla erkek eşit olmalı” derken hedeflenen eşitlenme düzlemi insanların birbirini dinlediği, anladığı, beraber barışçı çözüm yolları ürettiği bir meclisti. “Kadın erkek hep birden erkeklerin o şiddet egemen, kavgacı, kıyıcı dilinde birleşsin, yumruklar, tekmeler konuşsun, güçlü olan kazansın” demek istememiştik. Yine yanlış anlaşıldık tamamen, meclis de karate okuluna döndü. Kadın erkek eşit ama çok şükür.
‘Neden daha önce ağlamadım?’
Hrant Dink’i gidişinin 10. yılında andık bu hafta. Kıymetli karısı, dürüst ve güçlü yüreğinin yol arkadaşı Rakel Dink, her 19 Ocak’ta sevgilisini kaybettiği yerde yaptığı konuşmalarla sağduyunun kitabını yazıyor. Bu yıl Yuhanna’dan yaptığı, “Tanrı’yı seviyorum deyip de kardeşinden nefret eden yalancıdır. Çünkü gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği Tanrı’yı sevemez” alıntısıyla şapkaların önlere konmasına neden oldu bir kez daha.
Aynı saatlerde, bu cümlenin kanıtı gibi, eline Ermenice “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeniyiz” yazan pankart alıp ilk kez Agos’un önüne gelmiş Fatma Yavuz adlı apaydınlık yüzlü, başörtülü genç bir kadının kameralara konuştuğunu izledik. “Ben etnik olarak Türküm, Müslümanım Sünniyim ve Hanefiyim. Buralara biraz uzağım” diye başlayan konuşması onlarca kitaptan daha etkili ve düşündürücüydü: “Ama yıllarca bu acıların ortak olduğunu fark edemediğimiz için neden ben buraya gelip ağlamadım diye çok üzüldüm. Yani bu kendimle bir nevi hesaplaşma. Çok bilmiyorum bu çevreleri. Yani meseleyi de medyadan takip ediyorum. İnsanlar arasında hiçbir fark olmadığını ve her masumun, her insanın canının kutsal olduğunu anlamak biraz uzun yıllar aldı maalesef. Bu yüzden çok üzgünüm. Ermeni kardeşlerimizden de ben mensup olduğum mahalle adına çok çok özür diliyorum. Bu ülkede benim kadar rahat yaşama hakkına sahip olana kadar bundan sonra Allah’ın izniyle yanlış tarafta olmayacağım, doğru tarafta olacağım. Bir daha bu insanların kılına bile zarar gelirse ben inşallah onların yanında olacağım.”