İnsan en azından bazı konularda herhangi bir kriter gözetmeksizin uzlaşabiliriz zannediyor. Mesela bir erkeğin torunu yaşındaki kızların fotoğraflarına “çaktırmadan” bakmaktan mutlu olması, hoş bir şey değildir. Bu erkeğin bir eğitim kurumunda eğitimci, fotoğraflarına baktığı kızların da öğrenci olması durumu daha da nahoş kılar. Hocaların öğrencilere karşı cins gözüyle bakmaması gerekir, hele hele tekrara girecek ama aralarında bir dede/torun yaş farkı varsa. Bunun savunulacak bir tarafı yoktur.
Hal böyleyken, biz ekrana bakıp gülerek “Kızların fotoğraflarını da görüyoruz bu arada, çaktırma” diyen Gazi Fen Dekanı’nın görüntülerine bakıp neyi tartışıyoruz? Kendisi de istifa etme yolunu seçmiş, zaten sesinin duyulduğunu fark ettiğinde de yüzünde bir “eyvah” ifadesi beliriyor, sanki her şey epeyce net.
Ama zaten tartışmanın bir yanında “Bir erkeğin temel içgüdüsü bu, nesini anlamıyorsunuz?” diyen bir kesim var. Erkek erkeğe böyle espriler yapılırmış, bunda yadırganacak bir şey yokmuş. Hah işte biz de tam da bu yapılmasın diyoruz. Erkekler mümkünse bu tür “şakaları” ergenlik çağında terk etsinler, yaşlarını başlarını aldıklarının bilincine varıp küçük kızlara “başka” gözle bakmasınlar, bilhassa da temel içgüdülerini kontrol altına alsınlar. Yoksa bu güdülerinin götürdüğü yere gitmelerinin neticelerini hep beraber çekiyoruz.
İyi yemekçi, iyi âşık
Önce yazılarıyla tanımıştım onu. Yemek pişirmeye de yemeye de meraklı olduğum için yemek yazılarını da severek okurum da, onunkiler bir başkaydı. Her biri başlı başına birer hikâyeydi tariflerinin. İçine dostlarını, ailesini, “Sakallı” diye hep aşkla söz ettiği kocasına olan sevgisini katar, kurduğu dost sofralarının neşesini ekler, bitmek bilmeyen yaşam enerjisini sözcükler marifetiyle size de bulaştırmayı becerirdi.
Uğursunar adıyla yazdığı yazılarını okuyup da masa başından mutsuz kalkamazdınız. Mutlaka “Hadi miskinlik etme, kalk da en sevdiğin pilavı pişir, arkadaşlarını ara yemeğe çağır ya da bahar gelmiş, kendini sokağa vur, mimozaların kokusunu içine çek, derin derin nefes al, yaşadığını hisset” demenin bir yolunu bulurdu Sunar (Kural Aytuna).
Önce yazılarıyla tanıdım dedim ama aslında emin de değilim. Hürriyet, Radikal ve Cumhuriyet dahil birçok gazetede yazdığını, sayısız belgeselin yanı sıra “Deniz Bekliyordu” adlı bir sinema filmi çektiğini, bizim de o vesileyle bir röportaj yaptığımızı hatırlıyorum ama esasında ben de hayatında elinin değdiği pek çok kişi gibi Sunar’ı oldum olası tanıyor gibiydim.
Sunar Kural Aytuna, bir mayıs gününde gittikçe tadı kaçan bu dünyaya veda etti. Baharı çok sevdiğini biliyorum, elimde o şahane yazılarını topladığı, içinden hayat taşan “Soğan Öldü Yaşasın Yemek” (Yitik Ülke Yayınları) kitabı, bir bahar yemeği seçip onun için pişireyim istiyorum. “İyi yemekçiler, iyi âşıklar” yazısı açılıyor önüme. Bir bahar gününde yazmış. “İyi yemekçiler, iyi âşıklardır. İşi abartıp herkesin peşinde koşmazlar. İyi âşık ile iyi koleksiyoncu arasındaki farkı bilirler. İyi yemekçiler iyi özler ve iyi kavuşur...”
Özleneceği kesin de, artık kavuşamayacak olmak ne fena.