"Çok parlak, saygı değer dekanlarımız oldu bizim. İlhan Unat’tan tut da Aziz Köklü’ye, Cevat Geray’dan Cahit Talas’a kadar. Hiç bizi satmadılar. Satmadan kastım şu; çok az bizimle hemfikir oldular ama öğrenciyi ve üniversite özerkliğini korumaya gelince taş gibi adamlardı. Bir örnektir mesela, Cahit Talas’ın boyu 1.55 falandı, okul basılmış, polisler kıyamet koparıyorlar, adam ortalarına attı kendini… “Dokunmayın çocuklarıma” diye”.
Bu satırlar Tuğrul Eryılmaz’a ait. Geçen yıl kendisiyle yapmış olduğum nehir söyleşi kitabı “68’li ve Gazeteci”de (İletişim Yayınları) anlatıyor. 1960’lı yılların Siyasal’ı, sözünü ettiği. Dinlerken içim burkulmuştu, benim üniversite yıllarımda karşılığı yoktu söylediklerinin.
Çok kıymetli bir şey hâlbuki senin gibi düşünmese de, hatta karşı çıksa, kızsa da sana sahip çıkan hocalarının, büyüklerinin olması. Sana güven veren bir şey. Şu hayatta cümleleri en çok kulağımda çınlayan değerli hocam Oya Adalı’nın dediği gibi “Çocuk çocuktur, senin veya başkasının diye ayırmadan sahip çıkmak gerekir. Kimin çocuğuna kimin bakacağı belli olmaz hayatta”. Özetle kendi çocuğunu sevip ötekininkini iteleyemezsin.
İstanbul Üniversitesi’nde polislerin copla dövdüğü çocukların videosunu izlerken bunlar geldi aklıma. Nasıl vuruyorlar ki, kendilerininki gibi onlar da çocuk. Üstelik istedikleri de ne, indirimli yemek yeme haklarının ellerinden alınmaması. Bundan daha insani bir istek olamaz. Sahip oldukları haktan vazgeçmek istemiyorlar. Üç buçuk liraya ettikleri kahvaltının kaldırılmasını, iki öğün yedikleri indirimli yemeğin tek öğüne indirilmesini protesto ediyorlar. On sekiz buçuk liraları yok, ikinci öğüne verecek.
Bunun karşılığı copla dövmek, rektörlüğe vermek istedikleri dilekçeye engel olmak mıdır? Yok mu bu çocuklara kulak verecek, dertlerini dinleyecek, her şeyden önemlisi de “Dokunmayın çocuklarıma” diye kendini ortaya atacak birileri orada?
Yaşanmaya değer bir hayat
Bu çocukları sahipsiz bırakırsak sonra hep beraber çok üzülüyoruz işte. Yeni yıldan dileği sadece iş bulmak olan, yemekhane kartında kalan 1 lira 40 kuruşla karnını nasıl doyuracağını twitter hesabından soran İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli gibi çocukların zamanında duymadığımız sesleri iş işten geçtikten sonra tokat olup çarpıyor yüzümüze. 20 yaşında “Gidecek yerim de yok, yaşanmaya değer bir hayatım da” deyip sessizce çekip gidiveriyor biz de bakakalıyoruz arkasından.
“Ah çocuğum, genceciktin, neden kıydın kendine, değer miydi? Keşke tanısaydım seni, elinden tutabilseydim”. Eminim çok da samimiyiz, böyle olacağını, kendisine tek çare olarak intiharı bulacağını bilsek engellemek için elimizden geleni yapardık, iş de bulurduk, karnını da doyururduk, umut da verirdik.
İyi güzel de, hangi birine yetişebilirdik? Kırılgandır insan o yaşlarda bilirsiniz, çabucak kararıverir dünyası. Buna nasıl mani olabiliriz, gençler 20 yaşında yaşanmaya değer bir hayatları olmadığına inanacak noktaya gelmesinler diye ne yapabiliriz, asıl soru bu olmalı sanki.