“Çok evvelden beri birlikte üretmeyi, büyümeyi ve paylaşmayı düstur edinmiş bir arkadaş topluluğuyuz. Mirketler bu özellikleri hayatlarında vazgeçilmezleri olarak belirlemiş hayvanlardır. Doğada hata kabul edilemez. Ölüme sebep olur. Fakat mirketlerden biri bir hata yaptığında diğerleri onun hatasını örter. Kısacası kolektif bir yaşam bilincinden söz edebiliriz.”
Milliyet Sanat dergisinin haziran sayısında Datça Tiyatro Festivali’nin düzenleyen Mirket ekibiyle Günsu Özkarar bir söyleşi yapmıştı, beni en çok etkileyen neden Mirket adını aldıkları sorusuna verdikleri bu yanıttı. En büyüğü 25 yaşında bir grup üniversite mezunu genç “sanata alan açmak istiyoruz” diye son derece ne yaptıklarını bilen bir şekilde yola çıkmış ve daha birinci senesinde çok ses getiren Datça Tiyatro Festivali’ni oyunlarıyla, söyleşileriyle, üretim atölyeleriyle, konserleriyle hayata geçirmeyi başarmıştı. Kriz halinde ilk sanattan vazgeçen, onu lüks olarak gören bir ülkede bu bir mucize değil de neydi?
Bu düşüncelerle gittim “deniz seviyesinde tiyatro” sloganını taşıyan Datça Tiyatro Festivali’nin ikincisine ve duygu yoğunluğu yüksek günler yasadım. Ortalıkta arı gibi koşturan, yine de yüzleri hep gülen bir grup ateş gibi genç insan vardı. Onların yanında olmak için kalkıp gelmiş oyuncu, yönetmen, yazar, tasarımcı ablaları - abileri vardı. Amfi tiyatroda oyunlar, bahçede söyleşiler, panayır alanında muhteşem konserler, gündüz üretim atölyeleri, gece masal seansları, günün ilk ışıklarına kadar süren müzik... Uzun süredir bu derece genç, dinamik, heyecanlı ve umutlu bir ortamda bulunmamıştım.
İstanbul seçimlerinin iptaliyle sponsorlarını kaybetmiş, yine de yılmamış bir ekipten, bu ruhla hayata geçirilmiş bir festivalden söz ediyorum. Keşke Datça esnafı da sanatın ilçelerine kazandıracağı değeri anlasa. Hepsi için söylemiyorum, şahane yemekleri, özenli servisiyle insanı evinde hissettiren Cafe Inn gibi festivale canı gönülden destek olan da gördük, “Bir katkımız olsun” diyerek gençlere indirim yapan, güler yüzlü personeliyle Datça standartlarını yükselten Taşlık Plajı’ndaki Bondi gibi istisnalar da. Ama “Kimse bizden yiyip içmiyor” diye gençlerin üstüne yürüyen de gördük, “Herkes oyun izliyor, biz boşuz” diye yakınan da. Sanki turizmin problemi beş günlük bir festival olabilirmiş gibi. Sanırım farkında değiller, festival olmasa Datça’da bu kadar insan da olmayacak. Şezlongdan para alıp saat 17 oldu mu kovaladıkları müşteri de fiyatları insafsızca yükselttikleri için gelmiyor.
El birliğiyle bu festivale destek olsalar onlara da faydası olur, ilçeye de.
Her şey mükemmel mi, festivalin eksikleri, gedikleri yok mu? Elbette var ama el ele vermek çok güzel ve mirketlerden birinin eksiğini diğeri kapatıyor gerçekten. Festivalin en büyülü anlarından biri de böyle ortaya çıktı. Datça Amfi Tiyatro’da Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun “Seni Seviyorum Türkiye” oyununu izliyorduk. Birden elektrikler kesildi, zifiri karanlıkta kalakaldık. Nasıl olduğunu anlamadan seyirciler aynı anda cep telefonlarının ışıklarını açarak sahneyi aydınlattılar. Sanki yüzlerce ateş böceği toplandı ve son yarım saati böyle oynandı oyunun.
Finalde oyuncularla seyirciler karşılıklı birbirlerinin önünde eğilirken gecemiz gibi içimizi de aydınlattı o ateş böcekleri. İyi ki varsınız mirketler, üçüncü festivali
heyecanla bekleyeceğiz.