Şu her anı kameraya çekmeden, yayınlamadan, yaymadan algılayamayan halimizin bir son durağı olacak mı çok merak ediyorum. Birer yetişkin olarak kendi hayatlarımızın girilmedik, görülmedik santimetrekaresini bırakmamayı tercih ediyor olabiliriz, bu bizim kendi tercihimiz neticede. Ama mesele çocuklar olunca; kendi çocuklarımız ya da başkalarının çocukları, iş doğrudan doğruya başka birinin hayatına müdahale etme ve amaç o olmasa da zarar verme aşamasına geçiyor ki buna hakkımız olmadığını düşünüyorum.
Şu an hangi kapıyı açsanız karşınıza çıkan Rousseau, Spinoza, Aristokles okuyan çocuk mesela. Marmara Park’ta kitap mağazasında kendisine rastlayan büyüğünün cep telefonu sayesinde an itibarıyla hepimiz kendisini tanıyoruz. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi”ni okumuş ama sadece o kitaptan söz etmek istemiyor, daha bir sürü okuduğu kitap, kurmak istediği cümle var. Aristokles’e Platon ya da Eflatun dendiğini bildiresi, dinleyenlere Nihilizm dersi veresi var mesela. Ve bunları “Bizim çocuk çok güzel taklit yapar” dendiğinde yeteneğinin tadını çıkaran bir çocuk gibi eğlenerek de yapmıyor. Oyun değil, durum ciddi.
İsmi Atakan. Yaşı 10 imiş. Çok zeki olduğuna şüphem yok ama belli ki bir o kadar da kuvvetli bir ezber kabiliyeti var, başka biri seslendiriyormuş gibi büyük cümleler kuruyor. Karşısındakini şaşırttığını fark ettikçe devam ediyor -belli ki edecek de. Sonra bakıyoruz bir başka kameraya konuşmakta. Bu sefer önce eğitim sistemini düzeltiyor, sonra adalete yön veriyor. Demokrasinin tasvip etmediği yönlerini sıraladıktan sonra hayatta kendisine çizdiği rotayı belirliyor: Psikiyatr olup down sendromuna, otizme ve şizofreniye çare bulacak, ardından felsefeye yönelecekmiş. “Zaten şu an felsefeye girmiş durumdayım, devam ettirmeyi düşünüyorum. Felsefesiz hiçbir şey gerçek değildir. Her şey formülize ettiğimiz kadarıyla vardır” diyor bütün ciddiyetiyle.
Zaten bence en dikkat çeken yönü kurduğu düzgün cümleler kadar o büyük adam yüz ifadesi, Atakan’ın. Kahkaha atmıyor, gülümsemiyor bile. Tahmin ediyorum ki oyun da oynamıyordur, yaşıtlarıyla ortak bir dil tutturması da pek mümkün görünmüyor. Özel bir çocuk olduğu aşikâr da, bizim bakıp bakıp büyülendiğimiz tabloda ona çok mutlu bir pay düşmüyor. Hani okumasına, meraklı olmasına kimsenin itirazı olamaz ama bir de çocuk olmak diye bir şey var ya. Herhalde son ihtiyacı olan şey şu yaşta sokakta herkesin onu tanımasını sağlayacak bir şöhretti, o da oldu. Şimdi aklına esen “Hadi bana biraz felsefe yap” diye sıkıştırıp Spinoza anlattırmaya kalkışacak. Bununla nasıl baş edecek?
Aklıma küçücük yaşta oynadığı diziyle yakaladığı şöhretten haklı olarak başı dönen -büyüklerin kaldıramadığı şeyi çocuk nasıl normal karşılasın?- bir küçük oyuncumuzun röportajlarda verdiği ürkütücü cevaplar geldi. Onun kabahati yok tabii, minicik çocuğa mikrofon uzatıyor, Türk sinemasını kurtaracak formülü falan soruyorsun, sonra “Küçük bilmem kimin boyundan büyük cevapları şaşırttı”. Şaşırtır tabii, çocuk o.
Ya da şimdiki gibi “Herkes Filozof Atakan’a hayran kaldı”. İyi de o daha 10 yaşında. Biz iki şaşırıp hayran kalacağız, gülüp eğleneceğiz, bolca da tık alıp sonra unutacağız diye çocukların ruh sağlığıyla oynamaya hakkımız var mı?