Kendi yaşam dilimimde doğup büyüyüşüne tanıklık edebildiğim için olsa gerek, Ayvalık Uluslararası Film Festivali farklı bir heyecan yaratıyor bende. Antalya Film Festivali bu yıl 60 yaşında. Adana Altın Koza kesintisiz 30 yaşına ulaştı ama ilk düzenlenişi 1969 yılında. İstanbul Film Festivali 42 yaşında. Şahane, hepsinin upuzun ömürleri olsun. Ayvalık Film Festivali ise bu yıl iki yaşında. Aslında 2018’de Başka Sinema bünyesinde ilk adımı atılmıştı, 2022’den beri Başka Sinema Ayvalık Film Festivali kurucu direktörü Azize Tan ve ekip arkadaşlarının kurduğu Seyir Derneği tarafından düzenleniyor. Dolayısıyla çok genç bir festival fakat her yıl gözümüzle görebiliyoruz artan ilgiyi. En başta “Film festivaline geldik” dediğimizde esnafın yüzünde oluşan “Hangi film festivali?” sorusu artık onların da katıldığı, sahiplendiği, belediyenin canı gönülden desteklediği, sonbaharı bölgede şenlik mevsimine dönüştüren bir etkinlik haline geldi.
2.Ayvalık Film Festivali 14 Eylül’de Ayvalık Belediyesi Büyük Park Amfitiyatro’da başladı, 19 Eylül akşamı sona eriyor. Yarışmasının olmaması onu daha az rekabet, daha fazla sinema odaklı hale getiriyor. Belki heyecanı da daha az olabilir ama önümüzde bugün başlayan Adana ve ekimdeki Antalya film festivalleri var, yeterince adrenalin dolu günler bizi bekliyor. Ayvalık, bölgenin poyrazından ilham alan ‘rüzgar gibi’ seçkisinden konuştuğumuz, şehrin hayran olunası doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle haşır neşir olduğumuz bir festival olarak bizi Vural Sineması’ndan Sanat Fabrikası’na, Amfitiyatro’dan Köylü Pazarı’na, ASKEV Sera’dan Küçük Han’a koşturuyor. Mekan seçimleriyle şehir ile festivalin birbirini tamamlamasını, panelleri ve söyleşileriyle bir konuşma, fikir üretme alanı yaratmayı hedefleyen festivalin gençlerle de kuvvetli bir bağı var: Türkiye’nin dört bir yanından gelip festival organizasyonunda görev alan sinema öğrencileri yapımcılık, yazarlık, yönetmenlik, kurgu, post-prodüksiyon gibi alanlarda atölye çalışmalarına katılıyorlar.
Yeni bir ödül
Ödül hiç mi yok? Bir tane var: Mey|Diageo’nun katkılarıyla verilen ‘Yeni Bir…’ ödülü. O yılın yeni parlayan bir yönetmenine, senaristine, oyuncusuna, kurgucusuna, ses tasarımcısına vs. veriliyor. Bu yıl Tayfun Pirselimoğlu, Dilde Mahalli, Eytan İpeker, Nil Kural ve Selen Uçer’den oluşan seçici kurul “Sanki Her Şey Biraz Felaket” filmiyle Umut Subaşı’ya ‘yeni bir senarist’ ödülü verdi.
Biletler hemen tükeniyor
2.Ayvalık Uluslararası Film Festivali, birçok filme biletlerin hemen tükendiği bir festival. Bu senenin en ısrarla talep edilen filmi Tran Anh Hung’a Cannes’da en iyi yönetmen ödülü getiren “Şeflerin Aşkı” oldu. Neredeyse tamamı mutfak tezgahında yemek pişirme ve sofrada sunum sahnelerinden oluşan film, yetenekli aşçı rolünde Juliette Binoche ile himayesinde yemek pişirdiği gurme Benoit Magimel’i bir araya getiriyor. İnsanların Vural Sineması’nda ayakta da olsa izlemek istediği filmin bugün 21.30’da Sanat Fabrikası’nda bir daha gösterileceğini belirtelim.
Tartışma yaratan final
Ayvalık’ta film ekiplerinin katıldığı soru cevaplar son derece canlı geçiyor. Seyircinin en aktif olarak dahil olduğu – konusu itibarıyla da - Fikret Reyhan’ın “Cam Perde”siydi. Çünkü film, dört yaşındaki oğluyla kendine bir hayat kurarken ensesinde sürekli eski kocasının tehditkâr nefesini hisseden bir kadının hikâyesini anlatıyor. Yani bu ülkedeki çok sayıda kadının yaşadığı, uğraştığı, hayatını bir gerilim filmine, bir ölüm kalım mücadelesine dönüştüren meseleyi.
Böyle olunca da herkesin konuyla ilgili bir sözü var elbette ve Ayvalık seyircisinden Selen Kurtaran tarafından canlandırılan Nesrin karakterini güçsüz bulanlar, eski kocayı ‘idare etmesine’ kızanlar oldu. Hayatta kalmanın yolunun bazen ‘idare etmekten’ geçtiğini bilse bile filmde bunu görmek istemiyor insanlar. Ekranı saran Gülseren Budayıcıoğlu dizileri sonuçlarını vermiş olmalı ki, “Filminize bir terapist karakteri eklemeyi düşünmediniz mi?” diyen de oldu. Bir Binnur Kaya çözebilirdi meseleyi. Ama en çok finale bozuldu izleyenler ve sonrasında festival konukları arasında da konuşuldu bu ve böyle bir konunun bu kadar tartışılmasına sebep olmak bence önemli bir şey. Ancak konuşmaların finale kızmak dışında bir sebebi daha vardı: “Cam Perde”yi İstanbul Film Festivali’nde izleyenler farklı bir final görmüşlerdi. Burada ise kurgu değişmiş ve Nesrin’e farklı bir son biçilmişti.
“Cam Perde” yarın 18.00’de Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Yarışması kapsamında PGM’de seyirciyle buluşacak, kim bilir orada hangi tartışmaları tetikleyecek?