Bazı mahkeme kararlarında geçen ifadeler sahiden insanı hayrete sürükler nitelikte oluyor. Misal, ortada bir cinsel taciz davası ve sanığa verilmiş bir ceza var. Olay Bursa’da bir kamu kurumunda geçiyor. Müdür bey bir kadın memuru yanına çağırıyor ve “Maşallah, çok güzelsin, fıstık gibisin” diyerekten kalçasını elliyor. Gözyaşlarına boğulan kadın olayı önce arkadaşlarına anlatıyor, ardından şikâyetçi oluyor. Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi de kurum müdürünü “basit cinsel saldırıdan” mahkûm ediyor.
Kararı, Yargıtay 14. Ceza Dairesi bozuyor, neden? İşyerinden bir tanığın ifadesi “Sanığın babacan bir tavırla hareket ettiğine yönelik” imiş, eylemin cinsel amaçla gerçekleştirildiğine dair delil yokmuş.
Bilemiyorum ki kendi iddiaları kendi kulaklarına nasıl geliyor? Buradan bakınca çok tuhaf çünkü seçilen sözcük. Babacan. Babacan tavır nedir, insan babacan tavırla ne yapabilir birine, düşünelim. Aralarında çok dostane bir ilişki, bir samimiyet varsa en fazla sırtını falan sıvazlayabilir herhalde ki o da şart değil, dokunmadan kendini ifade etmek pekâlâ mümkün.
Hele hele örnekteki gibi bir müdürün yanında çalışan memura, bir erkek olarak bir kadına mümkünse onu da yapmaması gerekir. Birine canınızın istediği gibi dokunup “Benim niyetim babacandı” diyemezsiniz, onun da dokunulmak istememek gibi çok doğal bir hakkı var. Kaldı ki burada dokunulan yer kalça. Hiçbir babacan tavırda yeri yok. Zaten ne münasebet, yetişkin bir insana, bir iş arkadaşınıza babacan hislerle neden yaklaşıyorsunuz?
Şunun artık anlaşılmasını beklemek çok mu fazla: Biz kadınlar küçücük yaştan itibaren yolda, okulda, toplu taşımada, şurada burada dokunulmak suretiyle taciz edilerek büyüyoruz. Hayatımız o dokunmanın ne anlama geldiğini anında teşhis etmek ve insanları buna inandırmaya çalışmakla geçiyor. Dokunma biçimlerini karıştırmamayı çok iyi biliyoruz. Ve maalesef bir cesaret kendimizi ifade etmeye kalkıştığımızda da hep karşılaştığımız argüman aynı: “Olur mu hiç, ben ona şefkatle yaklaşmıştım”. Ki bu ispat edilebilir, elle tutulur, gözle görülür bir şey değil.
Bizim lisede kâğıtları okurken kız öğrencileri özellikle yanına çağıran bir erkek hocamız vardı, onun “babacan” dokunuşlarından nasibimizi almaktan bezip şikâyetçi olduğumuzda da ilk karşımıza dikilen gerekçe aynı olmuştu: Ben onları baba gibi seviyorum. Gel de aksini kanıtla.
Biz bunun böyle olmadığını o yaşta çok iyi biliyorduk, yetişkin bir kadın da kolay kolay ikisini birbirine karıştırmaz. Ama diyelim ki yanlış anlaşılma ihtimali var, bu tehlikeye karşı bir erkek ne yapsın? Diyebileceğim tek bir şey var: Sevmeyiniz efendim. Babası değilseniz hiçbir çocuğu, ne bileyim öğretmeni olduğunuz hiçbir genç kızı, beraber çalıştığınız hiçbir kadını “babacan hislerle” sevmeye, hele hele bunu dokunarak ifade etmeye kalkışmayınız. Kolunu da sıkmayınız, yanağından makas da almayınız, kalçasını hiç ellemeyiniz.
Çok da zor değil, değil mi? Mahkemeler de niyet okumak zorunda kalmazlar böylece.