Kadına tokadı gerekli bulan gençlik olur mu?

4 Haziran 2018

İnsanın en fazla yeniliklere, farklı fikirlere, kendisi gibi olmayan, düşünmeyen, yaşamayan insanlara açık olduğu çağdır, gençlik. Dünyayı değiştirmeyi hayal edersin gençken, anneni, babanı, komşu teyzeyi, okuldaki öğretmenini beğenmezsin, sana dayatılan normlara uymayı reddedersin, karşı çıkarsın kurallara.

Büyüyüp de aynı kendisininki gibi sevgisiz bir aile kurmak, sevmediği bir işe gidip gelerek ömür doldurmak, kendisine ve arkadaşlarına dünyayı dar eden yönetici amca gibi ceberrut bir yetişkine dönüşmek olamaz; insanın on beş yaş hayalleri.

Hatta lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim: On beş yaşında bir insan “Bir kadına gerektiğinde tokat atılabilir” gibi bir fikri değil dile getirmek, aklından geçirmez. Evinde dayak varsa bile geçirmez, aksine büyüyüp annesinin dayak yemediği bir düzen kurmayı hayal eder. Haksızlığı görünce isyan eder.

“Başka erkeklerle konuşmanın”, “Kocayla cinsel ilişkiye girmeyi reddetmenin”, “Yemeği yakmanın” ya da “Çocukları ihmal etmenin” birer tokat “gerekliliği” olması yer almaz genç bir insanın kitabında. Bu sayılanların kadına ait asal görevler olduğu gibi bir inanış yer almadığı gibi.

15 yaşında ilgilenmezsin karşı komşun eşcinsel mi, içki mi içiyor,

Yazının Devamı

SİNEMALARDA YAZ SEFASI

1 Haziran 2018

Yaz gelince sinemaya gidilmemesi âdeti nereden çıkmış, bilemiyorum. Hava güzel diye, bütün günümüzü deniz kenarında, parkta ve bahçede geçirmediğimiz kesin. Hepimiz tatile de gidemiyoruz sanırım. Son derece kapalı mekanlar olan alışveriş merkezlerine gidiliyorsa, iki saat bir filme neden gidilmesin? Belki de yaz geldi diye salonları kaplayan beter filmler nedeniyle izleyici de tercih etmiyordur. Halbuki aralarda ancak bu ‘tenha’ sezonda kendisine yer bulabilen iyi filmler var, sadece biraz kazı yapmak lazım. Bir de festivali aratmayan yazlık sinema günlerini takip etmek...

Misal, Pera Müzesi yaz sezonunu öyle bir programla karşılıyor ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Adı ‘Kumsalda’, 08 Haziran’da başlayıp 28 Temmuz’a kadar devam ediyor ve 1951’den bugüne uzanan bir aralıkta sinemada mekan olarak kumsalın işaret ettiği anlamların izlerini sürüyor. Romantik hikayeler de var aralarında, keyifli başlayıp tekinsiz bir havaya bürünen karanlık tatil maceraları da...

Aslında Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki deniz hamamından plaja geçişin hikayesine odaklanan ‘İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamından Plaja Nostalji’ sergisinin bir paralel etkinliği bu, yeri

Yazının Devamı

Heykeli beklerken

31 Mayıs 2018

Açık alanlardaki, parklardaki, bahçelerdeki heykellere iyi davranmakla ünlü bir halk değiliz, kabul edelim. O birbirinden ürkütücü sebze, meyve, yok Ankara havası oynayan kedi ya da bir şeye benzemeyen uzaylı yaratık kütlelerinden söz etmiyorum, onlar nedense sapasağlam yerlerinde dururlar da gerçek bir sanatçı tarafından yapılmış, sanatsal değeri olan işlerin başına gelmedik kalmaz. Kırılması, parçalanması, bir sebepten zararlı bulunup yerinden yurdundan edilmesi, orasının burasının çizilmesi tamamdı, bir gizlice ortadan kaybolması ya da ‘çalınması’ eksik kalmıştı, o da İlhan Koman’ın 25 yıldır Ankara Seğmenler Parkı’nda duran heykeline nasip oldu.

Koman’ın 1978 yılında Mehmet Ulusoy tarafından Paris Théâtre de Liberté’de sahnelenen Dario Fo oyunu için yaptığı terrakota heykelciklerinden birinin bronza dökülmesiyle elde edilmiş bir heykel bu. Hayattayken kendisi yapamamış, Abidin Dino’ya emanet ettiği heykellerden 10 tanesinin bronz dökümü ölümünden sonra Galeri Nev aracılığıyla İtalya’da Guiseppes Belfiore atölyesinde yapılmış ve bir tanesi büyütülerek 1992 yılbaşı günü Ankara kentine hediye olarak Seğmenler Parkı’na dikilmiş. Böylesi bir sanatsal, kültürel, tarihi ve de manevi

Yazının Devamı

Kapris nedir, kaprisli insan kime derler?

28 Mayıs 2018

Bu “kapris” ilginç bir şey. Tanımı çok muğlak, her yöne yere çekilebiliyor. İşimize geldiğinde adı “hakkını aramak” olan şeye, gelmediği yerde “kapris” diyoruz. Ve hakkını arayan kişi kadınsa işimize gelmiyor genelde.

Tam bu noktada TDK’ya başvurayım dedim; “Geçici, düşüncesizce, değişken istek, huysuzluk” demişler “kapris” için. Parantez içine (kadın) diye eklememişler, “müsait”de falan olduğu gibi. Onu da bizim medyamız ekliyor çok şükür. Bakınız o dizi setlerinde hep kadın oyuncular kapris yapar, hiç kapris yapan erkeğe rastlayamazsınız, onlarınkiler “haklı talep”lerdir.

Misal, bu haftanın kaprislisi Aslı Enver. Başlık “Aslı’nın sette Özcan kaprisi”. Ne anlıyorsunuz bu başlıktan? Herhalde kadın “İstanbullu Gelin”de ya ben oynarım ya Özcan Deniz, ikimizden birini seçin” dedi, başka ne olabilir? Sonra ertesi gün fikir değiştirdi, “değişkenlik” var ya sözcüğün tanımında, bir gün öyle, bir gün böyle bunu çocuk oyuncağına çevirdi, millet bezdirdi.

Spota bakıyoruz, emin oluyoruz: İstanbullu Gelin dizisinde oynayan Aslı Enver, sette huzursuzluk çıkarmaya başladı ÜNLEM!

Ve geliyoruz haberin kendisine: “Kulislerde konuşulanlara göre, Enver, sette partnerine yapılan muamelenin aynısını

Yazının Devamı

Sosyal medyanın ‘erik dalı’ tutkusu

25 Mayıs 2018

Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran videoların nasıl bir ortak özelliği oluyor, düşündünüz mü? Sanırım en çok eksikliğini çektiğimiz şeyleri bu yolla ifade ediyoruz.

İyilik mesela... Öyle büyük hareketlerden söz etmiyorum. Dükkanına gelen kediyi kovalamayıp, onunla hasbıhal ederek bir dilim et veren kasap gibi... Küçücük aç çocukları ekmek çaldı diye yakalayıp, dövmeye kalkışan esnaf gören gözler için bayram yeri gibi bir şey. Paylaşa paylaşa bitiremedik bu yüzden.

Yardımlaşma sonra... Soyunu sopunu, kimlerden geldiğini merak etmeden birine el uzatma, ‘kendinden’ olmayanı sahiplenme, ihtiyaç duyanı destekleme... Annesi ölmüş kedi yavrusunu emziren köpek, minik baykuşu yalayıp bağrına basan kedi,
kaplan yavrusunu sahiplenen maymun başka ne mesaj veriyor olabilir ki, öyle içimiz giderek izliyoruz? ‘Öteki’ ise bundan daha ‘öteki’ olmasın, aynı türden bile değiller. Sadece kendi çocuğunu dünyanın merkezine koyarak, dünyanın tüm güzelliklerine layık görüp, başka çocukların ne yiyip, ne içtiğini merak etmeyen insan türüne inat.

Ve aşk tabii... Çağımızın derdi bağlanma sorunları yaşamadan, ‘adını koymaktan’ korkmadan, ‘Bağımsız karakterime halel gelir mi, bireyselliğim zedelenir mi?’

Yazının Devamı

Bu zorbalara mecbur muyuz?

24 Mayıs 2018

Artık taksi ya da Uber konusunda bir şey yazmak istemedikçe, diyeceğimizi dedik zannettikçe, dehşet artarak devam ediyor. Mesela güpegündüz İstanbul sokaklarında çekilmiş şöyle bir video izleyebiliyoruz: Bir taksi durmuş, şoför arka koltuktaki kadını bacaklarından tutmuş tekme tokat arabasından indiriyor.

Daha sonra öğreniyoruz ki genç kadın yolda yürümekteyken laf atmış şoför, aralarında tartışma çıkmış, kadın polise şikâyet etmek için arka koltuğun kenarına oturmuşken araç hareket etmiş, şoför kadına kafa ve yumruk atmış, bu tür ‘sıradan’ olaylar.

Şoför yakalanmış ertesi gün. Uyuşturucu bulundurma, kullanma, mala zarar verme ve mühür kırma suçundan kayıtları var kendisinin. Ve bizim canımız ona emanet. Tenha bir sokakta karşılaşmak istemeyeceğin adamın arabasına binip güven içinde bir yerden bir yere gitmemiz bekleniyor.

İkinci cep telefonu kaydı İstanbul Esenkent Akbatı’dan, gene bir gündüz vakti. Bu kez kabadayı taksicilerin karşısında Uber şoförü var. Belli ki takip edip sıkıştırmışlar, “Ne kaçıyon?” diye üzerine yürümekteler ki arkadaşları zaten görseniz, canını seven kaçar.

Sonra söylediklerini aktarmaya terbiyem müsaade etse gazete ceza yer, upuzun bir ‘biiip’ sesi düşünün.

Yazının Devamı

Neresi yuva bize neresi gurbet?

23 Mayıs 2018

B Planı’nın “Yuva/Home”u, göçmenlik, aidiyet, yuva arayışı gibi evrensel mevzuları dört insan hikâyesi üzerinden anlatan iki dilli bir oyun...

Bir gece vakti, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, bir kadınla bir erkek can havliyle yol kenarında park etmiş duran taksiye atıyorlar kendilerini. Yağmurda kalmış gibi değil denizden çıkmış gibi sırılsıklamlar ve savaştan kaçmış gibi de dehşet içinde. “Git” diyor kadın şoföre, “git!” Ya da bildiği tek İngilizce sözcükle söylemesi gerekirse “Go!”

Şoförün asla gidesi yok. Saatini doldurmuş, götürüp arabayı teslim etmesi lazım, zaten canı sıkkın, yeterince para kazanamamış o gün.

“I am not going” diyor, gittikçe anlaşılır olmak adına sadeleştirerek, “No go!”

Ve bu iki birbirinin dilinden anlamayan insan arasında çaresiz bir çekişme başlıyor. Birinin derdi ordan bir şekilde gitmek, diğerininki de arabasına sığınan ıslak yabancılardan öyle veya böyle kurtulmak. Bu sırada kadının yanındaki konuşmayan genç adamın, otizmli kardeşi olduğunu öğreniyoruz, ülkelerinde bombaların patladığını, birlikte bir gemiye binip Amerikan rüyasına kaçtıklarını, New York açıklarında gemiden atıldıklarını, yüze yüze karaya çıktıklarını. Birbirlerinden başka

Yazının Devamı

Bir fotoğrafın düşündürdükleri

21 Mayıs 2018

Evet, bu bir fotoğraf, anlık bir şey ve bir fotoğraf karesinden karakter analizi yapılmaz, yapılmamalı. Ama diğer yandan, “güzel ve yalnız” ülkemizin yüz aklarından Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Ahlat Ağacı”nın Cannes’da ilk kez seyirci karşısına çıkışını görmek istediğimiz anda, önümüze hep o kare düşüyor: Ekip boydan boya kırmızı halıda sıralanmış; Zeynep Özbatur Atakan, arkada yüzü görünen Tamer Levent, Hazar Ergüçlü, bir adım önünde Doğu Demirkol, Nuri Bilge Ceylan, filmin senaristlerinden olan eşi Ebru Ceylan ve aralarında oğulları Ayaz, Murat Cemcir.

Şimdi kare burada bitiyor olsa sorun yok, zaten Murat Cemcir bitmiş gibi duruyor. Kendisinden sonrasına hafifçe sırtını vermiş, gözlerini karizmatik bir şekilde ufka dikmiş, yanında - daha doğrusu arkasında - kimse var mı, farkında değil. Yani herhalde farkında değil, yoksa filmin oyuncularından, tiyatro ve sinemamızın şahanelerinden Bennu Yıldırımlar’ı tamamen kapatacak şekilde durmazdı diye düşünüyorum, birçok “Kasten yaptı” diyenin aksine. Niye yapsın böyle bir şeyi?
Ama neticede “Ahlat Ağacı” ekibinin kırmızı halı karesine baktığında gördüğün, iki adet “Bu filmin başrol oyuncuları biziz” cümlesinin vücuda gelmiş halleri

Yazının Devamı