Öyle özel bir şey dinliyorum ki bu ara... Öyle bir kalemden çıkmış sözcükler...
Onların buluştuğu öyle notalar ve öyle bir ses... Diyecek tek şey; hayat böyle armağanlar da veriyor insana, kıymetlerini bilmek lazım.
Yazılarıyla vicdanımızın kaydını nasıl tuttuysa-tutuyorsa; şarkı sözleriyle de yüreğimizin temiz kalmış köşelerine dokunur Yıldırım Türker. Onun olduğunu bilmeseniz de, duyar duymaz anlarsınız, başka bir şey söyleyecektir size...
Ben yıllar içinde baktım ki en döne döne dinlediğim, sözlerine kapıldığım şarkılar onunmuş meğer...
Ve meğer Sezen Aksu’ya 11 şarkı yazmış bugüne kadar. Aksu da onun 10 tanesini kendi seslendirmiş.
Bu pazar Yıldırım Türker’in doğum günüydü ve arkadaşları ona bir sürpriz yaptılar; Sezen Aksu’nun söylediği bu 10 şarkıyı ve söylemediği tek şarkıyı bir CD’de topladılar. Sezen Aksu da stüdyoya girip, zamanında Işın Karaca’dan duyduğumuz şarkıyı tekrar söyledi: ‘Bitmemiş Tango’...
Albüm Sezen Aksu’nun kendi sözleriyle; ‘Doğum Günün Kutlu Olsun’la açılıyor, ardından işte bugüne kadar ondan dinlemediğimiz ‘Bitmemiş Tango’ geliyor... Ardından ‘Kırık Vals’, ‘Gitmem Daha’, ‘Acıtmışım Canını Sevdikçe’, ‘Alıp Kaçırıcam Seni’, ‘Yaz’, ‘Kış
Aslında ne olacak, kadınların bir bölümü erkeklerin olduğu yerde mayoyla güneşlenmekten, denize girmekten rahatsız oluyorsa, sadece hemcinslerinin arasında rahat ediyorlarsa bir kadınlar plajı da olabilir... Var da nitekim muhtelif şehirlerde, yeni bir şey değil.
Hal böyleyken...
Antalya’da açılan plaj, Antalya Halkevi üyelerini rahatsız etmiş, onlar da piknik alanında kadınlı erkekli toplanıp önce halay çekmiş, sonra da hep birlikte denize girmişler.
BASKIN YOK
Öyle bir takım yerlerde yansıtılmaya çalışıldığı gibi “Kadınlar Plajı’nı basmaları” diye bir şey söz konusu değil, kendi ‘karma’ alanlarında hep beraber denize girmişler, o kadar.
Peki bu niye bu kadar mesele oluyor? Birilerinin de böyle bir eylem yapma hakkı yok mu mesela?
İnsanların hayatları üzerine hükümler vermek ne kadar kolay oldu... Habertürk’ten Sorel Dağıstanlı’ya uyuşturucuyla mücadele konusundaki çalışmalarını aktaran Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Kahraman asıp kesiyor: “Deniz Seki konusunda basına, kamuoyuna, hatta menajerlere, ona iş verenlere düşen bu insanı silmektir.” Pardon? “İnsanı silmek?” Devam ediyor: “Çünkü biz illegal bir iş yaptığı ispatlandıktan sonra hâlâ bu insanı yüceltirsek, o zaman kanunsuzluğu, kötülüğü yüceltmiş oluruz gençlerin gözünde.” Şimdi burada, bu toplumda hangi illegal işlerin nasıl ödüllendirildiğini saymaya kalksak eminim işin içinden çıkamayız, o yüzden Deniz Seki örneğinde kalmaya çalışalım... Bu kadın o ‘kötülük’ dediğiniz şeyin ağa babasını başkasına değil, bizzat kendisine yapmış, karşılığında girmiş içeride yatmış, toplumun önünde defalarca nedamet getirmiş, işini gücünü, parasını pulunu kaybetmiş, yani tam da Bay Kahraman’ın istediği gibi ‘silinmeye yüz tutmuş’ bir insan.
ONA NEFES ALMA FIRSATI VERİLMİYOR
Sonra ‘temizlendim, yeniden doğdum, bir daha tövbe’ diyerekten düştüğü yerden kalkıp emekleyerek kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. Biz de onu bütün uyuşturucu ağının
“İlk öpücük Türkiye videosu için öpüşecek 20 kişi aranıyor” diye bir haber görmüştüm kısa süre önce. 30 Ağustos’ta çekilecekti
videonun Türkiye versiyonu.
Hangi videonun? Amerikalı yönetmen Titai Pilieva’nın mart ayında yayınladığı, internette tıklanma rekorları kıran ‘First Kiss’ videosunun...
Birbirini tanımayan 20 kişi ilk kez kamera karşısında yüz yüze geliyor ve öpüşüyor. Olay bu... “Nedir bunun esprisi Allah aşkına?” diye soracaklara, önce videoyu izlemelerini öneririm.
Hiç tanımadığı birine yumruk atmaktan, kurşun sıkmaktan, bıçak sokmaktan, laf atmaktan çekinmeyen insan denen varlığın en hoş yüzlerinden birini göreceksiniz.
Emine Erdoğan’ı first lady’liğe götüren yol, 1978 yılında gördüğü bir rüyayla başlıyor... Rüyasında evleneceğini görüp ertesi gün bir toplantıda tanıştığı genç, Türkiye’nin 12’nci Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan başkası değil
Yeni bir cumhurbaşkanı, yeni bir “first lady” demek... Köşk’te yeni bir ev sahibesi, ülkenin temsilinde yeni bir yüz demek... Her ne kadar Emine Erdoğan’ı hayli aktif bir başbakan eşi sıfatıyla yıllardır görüyorsak da artık Çankaya’nın yeni first lady’si olarak başka bir dönem açılıyor hayatında. Belki genç kızlığından beri hayal ettiği ve adım adım yaklaştığı bir dönem... Sonuçta daha genç kızken politikaya hiç de uzak durmayan, yakın arkadaşlarına “20 yıl sonra iktidarız” diyen birinden söz ediyoruz... O zamanki adıyla Emine Gülbaran’dan...
Siirtli Gülbaran ailesinin beş çocuğundan en küçüğü Emine Gülbaran, 21 Şubat 1955’te Fatih’te dünyaya geldi. Dedesi Hamdi Ali Gülbaran Siirt’ten İstanbul’a göçmüş, oğlu Cemal’i Kapalıçarşı’da bir döşeme atölyesine çırak vermişti. Delikanlı kısa sürede ustasının gözüne, kızı Hayriye’nin de kalbine girmeyi başarmıştı. Hayriye ve Cemal Gülbaran 1943’te evlenip beş çocuk sahibi olmuştu: Hüseyin, Hasan, Eyüp,
Pek az ölümün bu kadar çok insan üzerinde sarsıcı etkisi olduğunu gördüm. Neticede bir Hollywood yıldızıdır, sadece perdede gördüğümüz biridir ama hayatımıza ne kadar çok dokunmuş ki; gidişi herkeste böyle iz bıraktı.
Özellikle belli bir yaş altının, ergenlik çağına damgasını vurmuştu bir kere Robin Williams.
Hayatımıza ‘Günü yakala’ (Carpe diem) diye bir kavram sokmuştu, ‘Ölü Ozanlar Derneği’nin Prof. Keating’i olarak.
Diyeceklerimiz vardı; bir isyanımız, nasıl dile getireceğimizi bilemediğimiz bir sıkıntımız, imdadımıza yetişti.
‘Carpe diem’, buydu işte gizli parola.
Kimimiz “Yarını düşünme, hiçbir şeyin sorumluluğunu alma, ölümlüyüz oğlum, takılmana bak” diye anlasa da, epeycemizi de hayatın anlamı üzerine düşündürdü durup durup.
Kaç kişinin ‘carpe diem’ dövmesi vardır o filmden kalma, merak ediyorum...
Her gün kadınlı erkekli neler yapıp neler yapamayacağımıza dair yeni fetvalar duyuyoruz. Hoş, yorulmaya gerek yok, aslında kadınlara toptan “Haddinizi bilin”, “Evinizde oturun” dense vakit kaybı da olmaz. Çünkü sınır sürekli genişlemekte.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde düzenlenen Sis Dağı Yayla Şenliği’nde bir horon halkası kurulmuş en son.
Kurulur kurulur değil mi, Karadeniz burası.
Davul, zurna, kemençe, yöresel kıyafetli kadınlar ve erkekler horon tepecekler...
Tepmişler de nitekim ama sonunda Samsun müftüsü Hayrettin Öztürk’ten almışlar derslerini... Ben de izledim konuşmasını. Mikrofonu alıyor eline, “Günah” diyor sayın müftü, “Yanınızdaki kardeşiniz bile olsa kadınlı- erkekli el ele tutuşup horon oynayamazsınız.”
Hoppala...
Kaç yıllık gelenek...
Fatih Akın’ın 1915’i anlatan son filmi “The Cut”‘ın Türkiye’deki sinemalarda gösterime girme ihtimali bile yeri yerinden oynattı. Hedef gösterilip açıkça tehdit edilen yönetmenin yasaklara, tabulara olan merakı ise doğuştan geliyor
Fatih Akın, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışacak son filmi “The Cut”ı anlatıyor, Agos gazetesinden Evrim Kaya’ya... “Filmden korkanlar varsa, onlara ‘Bu yalnızca bir film’ diyorum. Ama şundan eminim ki, benim de bir parçası olduğum Türk toplumu bu filme hazır”...
Türkiye’nin ne kadar hazır olduğunun cevabı kısa sürede Türkçü Turancılar Derneği’ne ait Ötüken dergisinden geldi: Hem Fatih Akın’ı hem Agos gazetesini hedef alan tehditlerin üstü kapalı bir tarafı yoktu... “O film Türkiye’de tek bir sinemada yayınlanmayacak” deniyordu derginin Twitter hesabından; “PKK’ya olan yakınlığıyla bilinen Kürt yönetmen Fatih Akın’ın sözde Ermeni soykırımını anlattığı filminin Türkiye’de gösterilmesi için Agos gazetesi önderliğinde çalışmalar yürütülüyor. Bizler Türkçü Turancılar Derneği, Ötüken Dergisi Teşkilatları ve Genç Atsızlar olarak filmin Türkiye’de gösterime girmesine izin vermeyeceğiz. Agos gazetesini, Ermeni faşistleri, sözde aydınları