Cumartesi sabahı Kanal D’de bir magazin programına rastlıyorum.
Habire “Flaş flaş, bu iddialar ortalığı karıştıracak” gibi birtakım cümleler eşliğinde Cem Yılmaz’ı görüyoruz Asmalımescit’te bir mekandan çıkarken...
Az sonra...
Merak ediyorum, ne gibi iddialar var ki çok tartışılacakmış, efendim gündeme bomba gibi düşecekmiş?
Sonunda anlıyoruz ki, Cem Yılmaz çekimleri biten son filmi ‘Pek Yakında’nın ekibi için bir kutlama yapmış ve aman Allahım yoksa o gecede alkol alanlar mı olmuş ne!
PİDEYLE AYILTMA
Ülke genelindeki gergin havadan mı, yoksa sıcak başımıza mı vurdu, ne olduysa, patlamaya hazır bomba gibiyiz. Ama ünlüyseniz ve sosyalmedyada patlarsanız, ciddi sonuçları olabilir. İşte bir ruh halinin portresi...
Her birimiz için farklı sebepleri ve tezahürleri olsa da epeydir patlamaya fırsat kollayan bombalar gibi dolaşıyoruz ortalıkta. Ülkemizin içinden geçe geçe bitiremediği “hassas” halden deyin, gitgide keskinleşen kutuplaşmalardan deyin, olmadı sadece temmuz sıcaklarından deyin, herkeste bir “açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” hali... Ki o kutunun da açılması an meselesi, durmuyor kapağı üzerinde.
Birçoğumuz eşimizle dostumuzla dertleşerek ufak ufak gevşetiyoruz yay gibi olmuş sinirlerimizi... Bazılarımız sosyal medyayı kullanıyor içini döküp rahatlamak için. Zaman zaman saçmalama hakkımızı da kullanıyoruz kuşkusuz, belki sabah kalkıp siliyoruz gece bir öfkeyle yazdığımız tweet’leri, unutup geçiyoruz.
Fakat ünlüyseniz yok böyle bir şansınız. Ağzınızdan çıkanı kulağınız, elinizden çıkanı gözünüz sürekli kontrol etmek zorunda.
Sadece son bir ay içinde, ünlü isimlerden öyle tweet’ler okuduk ki sonradan silinse, üzerine özür dilense bile kolay kolay unutulmayacak,
Yaz dizisi dendi mi, sıcaklarla beraber insanların zeka seviyesinin de adam-akıllı düştüğüne, iyi oyunculuktur, inandırıcılıktır gibi kaygılarının tümden tedavülden kalktığına inanan işler görmeye alışığız ya…
Kanal D’nin iki yeni dizisini içime serin sular serpilerek izliyorum…
Bir tanesi, muz kabuğuna basıp küfreden adamlar görünce gülmemizi bekleyen komedilerin panzehiri ‘Ulan İstanbul’.
Öteki de pembe dizi denen türün bütün klişelerini kullanan ama yine de -ya da tam da bu yüzden- ilgiyle izlenen ‘Güllerin Savaşı’.
KIŞI GÖREBİLSİN İSTİYORUM
Birincisini, pamuklara sarıp saklamak istiyorum ki, kışı görebilsin. Çünkü bu zenginden alıp fakire veren Robin Hood çetesinin maceraları, çok da maceraperest olmayan ve fakat reytingleri belirleyen TV izleyicimize biraz fazla gelebilir. Bir de hızlı akıyor üstelik, mutfağa fasulyemizi karıştırmaya gidip gelince bir şeyler kaçırabiliyoruz. Gördüğümüzü başkasına da anlattırarak belletme, kırk tekrarla usandırma da yok. Sorunlu yani...
Dürüst olalım, tam da hayal ettiğini yaşadığını söyleyebilecek şanslı azınlık dışında hemen hepimizin hoşuna gider, her şeyi bırakıp yeni bir hayata yelken açma hikayeleri...
Hani adamın 9-5 bir işi varmış, hatırı sayılır bir maaşı, toplumda ‘saygın’ bir yeri ama hepsine bir anda sırtını dönmüş de gitmiş küçük bir sahil kasabasında takı yapmaya başlamış...
Ya da domatesini biberini kendi ekmeye, organik bir hayat sürmeye...
Ya da ne bileyim, hep istediği kitabı yazmaya... Yarım bıraktığı resim eğitimine dönmeye...
Bu hikayeleri okuruz, dinleriz, severiz ama gene döneriz kendi ‘güvenli’, ‘risksiz’, senede iki hafta tatil, 10 yıl içinde bir ev alma ihtimali, sonunda da kıt kanaat geçineceğimiz bir emeklilik maaşı garanti eden hayatlarımıza...
İşte o emeklilikte hayalini kurduğumuz sahil kasabasına gidebilmek için, kafamızda kurduğumuz kitabı yazabilmek, resimleri yapabilmek için şimdi çalışmamız gerekmektedir. Sonunda bir nefes alabileceğiz, “Allah sağlık verirse tabii...”
Erkan Oğur'un Sakarya'da vereceği konser iptal edilmiş. Belediye tarafından, gerekçe gösterilmeden... Öyle, günü gününe bir kararla... Yoldan döndürülmüş Erkan Oğur... Niye?
Twitter'da kendi adına açılmış bir hesaptan MİT'e eleştirilerde bulunmuş diye... Bugüne kadar sosyal medyada görmediğimiz Erkan Oğur, durup dururken bir Twitter hesabı açıyor
ve oradan sağa sola ‘hakarette’ bulunuyor.
Şu anda ortada ne o hesap var, ne atıldığı söylenen tweet’ler ama Erkan Oğur konseri iptal...
Kendi isimlerini bile açıklamayan birtakım hesaplar da iptal kararından duydukları çılgınca mutluluğu paylaşmaktalar... “Hadi aslanım, sen artık git evinde çal” şeklinde.
Bunu yapabilmek bu kadar kolay artık. Sinir olduğun, senin gibi düşünmediğine inandığın, fikirlerini onaylamadığın birini ‘linç ettirmek’ mi maksadın?
Hemen ona ait olduğunu iddia ettiğin bir hesap açabilir, oradan hükümete, Başbakan'a, bu vakada olduğu gibi MİT’e, Ak Parti seçmenine attırıp tutturabilirsin. Arkasından eşinle dostunla toplanıp “Vay efendim, ne oluyor, bu adam milli değerlerimize sövüyor” diye hadise çıkarabilirsin. O kişi istediği kadar “Benim Twitter hesabım filan yok” desin, bunun da bir hükmü yok. Bu
Her yaptığı şarkıyla halkın damarını bir şekilde yakalayan Serdar Ortaç, müzikte 20’nci yılını kutluyor. Ama evlilikle taçlanan mutluluğu, MS teşhisiyle yarım kaldı... Üstelik “Ahmet Kaya’ya çatal atan adam” sıfatıyla mücadele ediyor yine
Tarihler 12 Şubat 1999’u gösteriyordu, Magazin Gazetecileri Derneği ödül gecesi, bir kara lekeye sahne oldu... Yılın sanatçısı ödülüne layık görülen Ahmet Kaya, ödülünü alırken “Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum
ve bunu yayınlayacak yürekli insanların olduğunu biliyorum” dedi. Ve bu kıyametin kopmasına yetti. Ama fitili bir ateşleyen oldu tabii... Kaya’nın ardından sahneye Serdar Ortaç çıktı. “Bu devirde kimse sultan değil” diye başlayan şarkısının sözlerini değiştirip “Bu vatan bizim, ellerin değil” diye değiştirdi, “Seni bir kalemde rezil ederim” bölümünü de özellikle Ahmet Kaya’dan tarafa bakarak söyledi ve amacına ulaştı. Ahmet Kaya’yı elbette rezil edemedi ama salondaki dünden razı kitleyi galeyana getirip meşhur çatal bıçak atma sahnesinin mimarı oldu.
O gün hiç bilmeden asıl kötülüğü kendisine yaptı: İsmine sonsuza dek “Ahmet Kaya’ya çatal atan adam” sıfatını ekledi. Ve sonradan özür dilese
Engelli bireylerin sizin kadar ‘engelsiz’ bir hayatı olması gerektiğine inanıyorsunuz değil mi? Spor yapmalılar, evet... Sanatla ilgilenmeliler, tabii ki... Ama bunun pratiğe nasıl geçirileceği üzerine kafa yordunuz mu hiç? Nasıl düşleyeceğiz ‘engelsiz’ ve ‘eşit’ bir yaşamı?
Birileri düşlemiş işte... Başta Ercan Tutal... 17 yıl önce, Kaş’ta dalış eğitmenliği yaparken ‘Dalmak Özgürlüktür’ diye bir proje düşlüyor ve üç yılda 3 bin engelliyi daldırıyor...
DALMAK ÖZGÜRLÜK
2002’de, bir spor kampı düşlüyor bu kez, engelliler için, ‘Alternatif Kamp’ hayata geçiyor. 2008’de başkanı olduğu Alternatif Yaşam Derneği (AYDER), Türkiye Vodafone Vakfı, Kalkınma Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ortaklığında Düşler Akademisi doğuyor bu kez. Engelli ve sosyal dez-avantajlı bireylere ücretsiz kültür sanat eğitimi veren bir akademi.
PARANIN ADI YOK
Bu toplumda dostluktan, insanların birbirini farklılıklarıyla kabul edip benimsemesinden, kendisine benzemeyeni yargılamamasından, hatta sadece onun haklarını savunmak için kendisinin olmayan meseleleri sahiplen- mesinden, bir de neşeden, renkten, mizahtan yana ne zaman umudum kırılacak olsa... LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) Onur Haftası etkinlikleri ve finalde gökkuşağı altındaki yürüyüş imdadıma koşuyor.
100 BİN KİŞİ KATILDI
Bu yılki Onur Haftası da, pazar günü 100 bin kişinin katıldığı yürüyüşle sona erdi.
100 bin kişi Taksim’de toplandı, en renkli kılıkları, en yaratıcı pankartları ve şahane sloganlarıyla İstiklal Caddesi’nde yürüdüler ve görüldüğü gibi kıyamet kopmadı.
Gene caddeyi ‘Nerdesin aşkım, burdayım aşkım’ atışmaları inletti, gene eşcinsel aileleri “Annenim, babanım, kardeşinim, yanındayım” diyerek gözlerimizi yaşarttı.