“Krize çare aramak yerine yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Uyanın! Sanki dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yokmuş gibi...”
Dirk Voltz adlı bir Alman vatandaşının sözleri bunlar... Partneri Mario ile birlikte Berlin’deki evlerini Suriye, Afganistan ve Irak’tan 24 mülteciye açmışlar. Evet, 24! Biz sokakta karşımıza Suriyeli çocuk çıkınca yolumuzu değiştiriyoruz ya, tadımız kaçmasın diye... Bu eşcinsel çift birlikte yaşamayı seçmiş onlarla... Üstelik ırkçılık ve İslam fobisinin tavan yaptığı bir zamanda...
“O Alman vatandaşlarının pek korktuğu Müslümanlar nerede acaba?” diye soruyor Dirk Voltz yazısında... “Evde bıçaklar yerli yerinde, mutfakta duruyor. Yatak odamızın kapısını kilitlemeye falan ihtiyaç duymuyoruz. Bizi uykumuzda öldürmek isteyen Müslüman olmadı. Aynı yatakta uyuyan iki erkek olduğumuz için hakaret eden de...”
Öte yandan, hiç hakaret işitmedikleri söylenemez... Kâh mesajlar, kâh kapılarına bırakılan mektuplar marifetiyle ölüm tehditleri almadıkları da... Kimden? Bu insanlar sanki keyiflerinden evlerini barklarını terk edip Almanya’ya İslamı yaymaya gelmiş gibi onlardan rahatsız olan ‘seçkin’ Almanlar’dan...
Arkadaşları bile ırkçı söylemlerle rahatsız etmiş çifti... Evlerine misafirliğe gelmekten korktuklarını söylemişler...
Mario ve Dirk ise hayatlarından çok memnunlar. Hiç olmadıkları kadar ‘yoğun’ bir şekilde yaşadıklarını hissettiklerini söylüyorlar. Evlerini daha fazla mülteciye açacaklarını duyuruyorlar.
Hepimiz için mümkün, insan olduğumuzu daha fazla hissedeceğimiz bir hayat... Bakın, Yeryüzü Doktorları Psikolojik Destek Ekibi Çapa’daki İLAF Okulu’nda okuyan 113 Suriyeli çocukla bir araştırma yapmış. Yüzde 66’sı ailesinden birini kaybetmiş bu küçücük yaşta... Yüzde 77’si çatışmaya tanık olmuş... Yüzde 28’i işkence nedir, yaşamış, biliyor... Ve yüzde 44’ü savaşın biteceğine inanmıyor... Korku, endişe ve keder hakim körpecik ruhlarında...
Dirk Voltz’un çağrısı hepimize... Almanya’da “Müslümanlar gelip bizi kesecek” telkiniyle yaşayan biri hayatında bu yaralı insanlara yer açabiliyorsa, mutfağında fazladan bir tencere kaynatırken kendini daha iyi, daha yaşıyor hissedebiliyorsa, bizim de yapabileceğimiz bir şeyler olmalı...
Bu sadece gidip bu gelecekten umudu kesmiş çocuklarla ilgilenmek, onlara düşman topraklarda değil, dostlar arasında, güvende yaşadıklarını hissettirmek de olabilir... Onlar işgal kuvvetleri değiller. Mecbur oldukları için buradalar. Sizce de dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yok mu?
Hadlerini bildirin!