Şimdi kimse alınmasın ama 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle firmalardan, kurumlardan, politikacılardan ve bilumum merciden gelen kutlama mesajlarını o da açarsam ön yargıyla açıyorum. Muhakkak iyi niyetliler ama “Yaşamımıza anlam kattınız, bize hayat verdiniz, annemiz, bacımız, eşimiz oldunuz, dünya sizlerle güzel” ve benzeri iltifatların miadı fena halde doldu. Dünya esasen erkeklere ait olup kadınların onlar için güzelleştirme göreviyle gönderildikleri bir gezegen değil, ikimizin eşit koşullarda, aynı oranda güzellik katarak yaşamamız icap ediyor. Taç, taht falan değil, eşit düzleme oturtulmuş bir sandalye yeterli.
Fakat sevindirici bir gelişme; sanırım bu konudaki isyanlar sonuç vermekte ki bu sene telefonlarımıza gönderilen mesajlarda olsun, sosyal medyadaki kutlamalarda olsun, kullanılan söylemde ciddi bir değişiklik var. Hani Çiçeksepeti gibi ana amacı o gün kadınlara çiçek gönderilmesi olan bir site bile 8 Mart’a özel bir reklam kampanyası hazırlatmış ve filmde “Kadınların ruhunda kararlılık var, özgürlük var, başarı var, dünyaya ilham veren kadınlar iyi ki var” gibi bir slogan tercih edilmiş.
Ya da Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras söze “Yaşamın her alanında söz sahibi olan kadınlarımız, gelişimin ve değişimin öncüsü, umut dolu bir geleceğin habercisidir” diye girmiş (bu ‘mız’ meselesine de bir gün çare bulunacak, inanıyorum) “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesini cümle içinde kullanmış ve şiddet mağduru kadınları da anmayı ihmal etmemiş.
İETT otobüs ve metrobüslerinin bu hafta kadınların mesajlarıyla giydirilmiş olarak şehrin caddelerinde, sokaklarında dolaşacak olması da bir diğer gösterge. Üzerinde boydan boya “Kadınlar vardır, kadınlar her yerde” yazan otobüslerle karşılaşmak, “Ne mi istiyoruz? İstediğimiz saatte istediğimiz sokakta tek başımıza yürüyebilmek. Toplu taşımada kendimizi kollamak zorunda olmamak. Şiddetten uzak yaşamak” gibi mesajlar ileten metrobüslere binmek pek çok 8 Mart etkinliğinden daha anlamlı. Ki otobüsün şoför mahallinde de bir kadının oturuyor olma ihtimali az değil o sırada.
“Balıklar denize kaçtı”
İnsan evladının doğadaki canlıların evini barkını dağıtırken kendine geçtiği iltimasa hayran olmamak elde değil. Gidiyoruz hayvanların yuvalarına dalıyoruz, kendilerini savununca onlar “vahşi” ya da “saldırgan” oluyor. Ormanları oyup ev yapıyoruz, sonra sokağımızda yaban domuzu görünce şaşırıyoruz. “Yaban domuzu şehre indi”. Ne münasebet, sen ormana çıktın, şaşırması gereken domuzdur.
Denize ve içinde yaşayan canlılara ettiklerimizin zaten haddi hesabı yok, sanki deniz canlısı olan biziz. Arada bir olaylar tersine dönerse o zaman haber değeri oluyor işte. Birkaç gün önce Birleşik Arap Emirlikleri’nde topluca ağlardan kurtulmaya çalışırken iki balıkçının ölümüne neden oldukları iddia edilen balıklar ya da Milas’ın Güllük Körfezi’nde kuru yük gemisinin çarptığı balık çiftliklerinin parçalanan havuzlarından kurtulan 2 milyon çipura ve levrek gibi. Haber için tercih edilen başlık, çoğu mecrada “2 milyon balık denize kaçtı” idi. Komik değil mi, sanki normali bu arkadaşların havuzda yaşamasıymış gibi. “Özgürlüğüne kavuştu” ifadesini tercih edenler de vardı ki kabul edelim kulağa daha sempatik geliyor.