Kendinle samimi olup bu testi yapabilir testin sağlam olması için de seni yakından tanıyan birinden senin için bu testi yapmasını isteyebilirsin ?? Sonra da sonuçları karşılaştır bakalım, belki de senin görmediğin bir şeyleri görüyordur…
Çizgi Altı Zihin: “Ben zaten biliyorum’’ der, önyargılıdır, benim dediğim doğru, kıtlık zihniyeti, geleneksel, kontrolcü, kurban zihniyeti, nedenle arayan, katı, _meli- malı dili, hataya tahammül yok, iş birliğine kapalı, itirazcı, savunmacı, kriz odaklı, ben kazanmalıyım, somurtan, şikayet eden
Çizgi üstü zihin; Öğrenmeye açık, pozitif merak, fırsatları gören, bolluk zihniyeti, kazan kazan zihniyeti, farklılıkları kabul eden, esnek, eleştiriye açık, yaratıcı, yapabilirim – deneyebilirim diyen, araştırmacı, sorgulayan, hataları tecrübeye çeviren, çözüm odaklı, umutlu, iş birlikçi, kendi sorumluluğunu alan gülümseyen. Bir de sıfır çizgimiz var; nötr, en güzeli
Bazı insanlar bitmez tükenmez bir enerjiyle yaşarken neden bazıları çok daha yorgun ve bitkin bir halde yaşama mücadelesi içinde? Herkesin derdi, yaşam yükü kendine göre ağırdır. Hiç birimizin hayatı sadece saf bir güllük gülüstanlık içinde değil. Olmayacak da :)
Yaşam bir denge meselesidir. Denge de insana huzur verir :) Kimileri bu dengeyi yaratmak için uğraşırken bitkin, yorgun, tükenmişlik sendromları içinde olur, kimileri de bitmez tükenmez bir yaşam enerjisi içinde olur. Farkı yaratan nedir sorusunun cevabını Alman yazar, düşünür Goethe şöyle verir ‘’İnandığı şeyi yapan insanın enerjisi asla tükenmez ‘’ . Bu sözü gerçekten ben de çok beğeniyorum ve hayatımda inandığım şeyleri yapmaktan dolayı enerjimi hep yukarıda tutabiliyorum. Tabii ki yoruluruz ve dinleriz ama yine toparlanıp yola devam edebiliriz. İnsanın kendisi için ya da başkaları için doğru olduğuna inandığı, sevdiği, faydalı bir amaç uğruna çalışması, zamanını ve emeğini vermesi içsel kaynaklarını hep ateşleyerek enerji üretebilmesine sebep oluyor. Ama zorunluluk listelerini yerine getirmek, işe yararlılığına ya da değerine inanmadığı, kendisine katkı sağlayacağına inanmadığı işleri yapması hep enerji
“Her gün bir koşuşturmacadır yaşanıp geçiyor, önüme ne çıkıyorsa yaşıyor geçiyorum, işler güçler, bir şey öğrenmeye vakit yok’’ diyenlerden misiniz? Yoksa özellikle kendinizi geliştirmek, yeni bir şeyler öğrenmek için vakit harcayanlardan mısınız?
Birinci gruptansanız hayat tekerrüre girmiş, beyniniz kısır döngülerinden kendini imha etmeye hazırlanıyor olabilir; aman dikkat :) Gülümsedim ama şaka bir yana gerçeklik payı da çok. Yeni bağlantılar üretmeyen beyin sınırlı kullanıma girdiğinde yavaş yavaş kendini küçültüyor, hareket alanımızı kısıtlıyor, bakış açımızı, yaşamımızı küçültüyor. Beyinle, psikolojiyle ilgili hastalıklar ne kadar da çok artıyor; farkındasınızdır.
İBN-İ Haldun der ki “İnsan beyni değirmen taşına benzer, içine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür durur.” İş kadını, ev kadını fark etmez, emekli, çalışan fark etmez, 20 ya 70 yaş fark etmez. Yeni bir şeyler öğrenmeye devam. Böylelikle hem beynimiz gelişir, hem hayatımız zenginleşir. En güzeli de aklımızı daha iyi kullanmayı öğreniriz :) Emanet akıllara ihtiyacımız yok değil mi :)
Beyin hepimizde var, hem de bedava ama ne kadar kullanırsak, onu ne kadar beslersek o kadar iyi çalışıyor ve
Profesyonel bir koç olarak koçluk almaya gelen her insan için ön kabullerim var ??
1) Her insan eşsiz ve farklıdır.
2) Her insan kendi değişimini yaratmak için ihtiyacı olan içsel kaynaklara sahiptir.
3) Şimdiye kadar hayatında neyi seçmiş, ne yapmış ise o an için kendisi için en iyi olanı seçmiştir.
İnsanlığa baktığımızda yoğun olarak iki tip görüyoruz: Sürekli yeni bir arayış, yeni bir hedef peşinde koşanlar ve “kal gelmiş” gibi yerinde dönüp duranlar. İkisi de mutsuz ve huzursuz. Birinci tip, egonun bitmez tükenmez ve tatmin olmaz istekleri peşinde koşarken bir gün geliyor ve yorgun düşüyor. Bazıları yeniden koşmaya devam ediyor, bazıları da ikinci gruba yani “kal gelmiş” moduna transfer oluyor. Bir de aradan sıyrılanlar var.
Sürekli hareket halinde ama egonun istekleri peşinde değil. Daha dingin, akışta tatlı bir hareket. İstekler var ama egosal değil, gönülden, anlamlı, bir manaya hizmet eden, içinde bir erdem barındıran. Sonucu elde etmeye değil, yolun kendisine odaklı, yoldan zevk alan. İçinde pozitif bir merak barındıran, bilgiye değil bilgeliğe âşık.
Bu dünyada yapacağının en iyisini yapmaya çalışırken hem kendine hem de bütüne hizmet eden. Zıtlıklar dünyasını kabul edip dengede duran, düştüğü zaman kalktığında daha güçlü olacağını bilen ve kalkıp yoluna yine aşk ile devam edebilen. Tatminin maddede, sahip olmada ya da etikette değil manada olduğunu bilen ve manayı her gün genişleten. Kin, nefret, öfke ya da kıskançlıktan değil hoşgörü, alçakgönüllük ve
Her gün biraz daha ölüyoruz yavaş yavaş. Bedenler yaşıyor içi boş kavanozlar gibi, bitkisel hayattan daha beter. Bitki hareket etmiyor ama hiç olmazsa bir duruşu, bir özü var kendini gerçekleştirdiği. Nefes almanın dışında rengiyle, kokusuyla, canlılığıyla, vitamini ya da fotosenteziyle bir katkı sağlıyor yaşama. Oysa insanlar ölüyor yavaş yavaş beyinleri uyuşarak televizyonların, sanal ortamların karşısında. Ölüyor insanlar hiçbir sorgulama yapmadan büyüklere anlatılan masallarda ninnilenerek. Ya da kendini tekrar eden düşünce kalıplarının içinde düşündüm sanarak, okumayarak, bir klasik müzik eseri dinlemeyerek. Ölüyor insanlar dedikodu çemberinde fırıldak gibi dönerek ya da en son model telefonu alma hayaliyle uykuya dalarak...
Dün bir arkadaşım şunu sordu: “Sen de çoğu insan gibi bu kadar çok şey bilmeden, farkında olmadan, cahilce yaşamak istemez miydin? Belki de onlar daha mutludur” “İstemezdim” dedim, çünkü onlar ölü şu anda sadece nefes alıyorlar, nefes bedeni canlı tutuyor ama akıllı, gönlü canlı tutamıyor. Sadece bedenleri ayakta tutmak için gelmemiş olmalıyız bu dünyaya. Ve eğer mutluluk olduğun yerde dönüp durup, karnını doyurup, uyuyup, üreyip, güzele “yaşasın”
Bazı insanlar yaşlarından çok daha genç görünürken bazıları da daha yaşlı gözükebiliyor. Peki, nedir bu durumun aslı? Tabii ki dıştan yapılan estetik operasyondan bahsetmiyorum, içsel operasyondan bahsediyorum :) Genetik etkiler olabilir ama yine de tek başına yeterli değil…
Şimdi genç kalmanın içsel formüllerine birlikte bakalım:
Bu konuda zihin algısının “genç kalma”da olması çok önemli.( Yaşlanmaktan korktukça hızla yaşlanan insanları görür; kendinizi bu yöne sürüklersiniz. )
Olumsuz duyguları içinizde biriktirmemeli, onları yaşayıp bir an önce dönüştürmek.
Meditasyon, yoga, reiki gibi yaşam enerjinizi besleyecek kişisel çalışmalardan birine düzenli olarak vakit ayırmak.
Doğa ile düzenli bir ilişki içinde olup yaşam enerjinizi yükseltmek.
Klasik müzik, meditasyon müziği gibi frekansınızı yükseltecek, sizi dinlendirecek müzikler dinlemek.
Yunancada erdem kavramının karşılığı olan “arete” sözcüğü “iyi huy” anlamına gelir. Kişiyi olgunluğa ulaştıran, sonradan kazanılan karakter erdemleri vardır Yunan Filozof Aristoteles’e göre. Ayrıca her türlü erdemin aşırılıktan uzak durularak orta yolda gerçekleştiğine vurgu yapar, “ölçülük” erdemini en başa koyar. Buna da “mesotes” yani aşırı uçlardan uzak durmak bir erdemdir, der. Aynı konu dini öğretilerimizde de ifrat ve tefritten uzak durarak orta yolu bulmak, itidalde kalmak olarak öğretilir. İsraf yüksek uç ifrata gider, cimrilik alçak uç tefrite gider. Orta yol “cömertlik” erdemidir.
Ölçülülük, itidalde olma durumu, erdemlerde olduğu kadar duygularımız için de geçerlidir. İnsanız; hepimiz olumlu ya da olumsuz duyguları deneyimliyoruz. Bize kendimizi iyi hissettirmeyen duyguları tavan seviyelerde (hem yoğunluk hem de süre bakımından) yaşarsak ölçüyü kaçırıp ifrata gideriz ki bu, bizim için de etrafımızdakiler için de iyi bir durum değildir. Olumlu duygular için de aynı durum geçerli, manik bir duruma girmemeliyiz ya da tepkisiz bir insan olmamalıyız. Tepkisiz duran insanlar ya duygularını içe doğru bastırırlar (ki bu da tefrite doğru gidiyor) ya da ermiş, bilge