Çocuğuma bakmak zorundayım, işe gitmek zorundayım, annemle yaşamak zorundayım, sınavı kazanmak zorundayım, kocama katlanmak zorundayım, yemek yapmak zorundayım, para kazanmak zorundayım.... Zorundalık listeleri böyle uzar gider. Bir şeyleri yapmak zorunda olduğumuzu bilmek sizi mutsuz eder. Çünkü bilinçaltı zorunluluğu sevmez, siz zorunda olduğunuzu ortaya koydukça bilinçaltı iter. İçimizde acılı bir mücadele başlar. Zorunlu olmaya yüklediğimiz olumsuz enerjiyle, zorunluluklar daha da artar, hiç bitmez.
Zorunluluk sizi zamanla kurban psikolojisine sokarak, kendinizi hayata karşı tamamen edilgen hissetmenize sebep olur. Bu da size mutsuzluk, Mutsuzluk ve daha çok MUTSUZLUK getirir. Peki nasıl kurtulacaksınız bu zorunluluklardan ? Tabiiki yeni bir bakış açısıyla onları dönüştürerek. Aslında pek çok zorunluluğun bir SEÇİM olduğunu fark ederek.
Örnek 1) '' eşime katlanmak zorundayım''
Neden?
Katlanmasan ne olur?
Cevap : Çocuklarım var, maddi imkanım yok, iş tecrübem yok, ailem kızar,dul derler......
Bu mazeretlere sahip olup eşinden ayrılan hiç yok mu?
Şimdi tekrar sormak istiyorum '' gerçekten eşinize katlanmak zorunda mısınız'' yoksa, ''yeni ve bilmediğiniz bir hayat
Miğdemizin büyüklüğü bir avuç içi kadardır.( Eğer biz onu büyütmediysek). İhtiyacaınız olan bir avuç yemeği kaç dakikada tüketiyorsunuz? Üç- beş dakika mı? Peki hiç 21 dakikada bitirmeyi denediniz mi? Eğer denemediyseniz bugünün egzersizi olarak bunu deneyebilirsiniz.
Normal açlık derecesinde olduğunuz bir an, bir avuç sağlıklı bir gıdayı küçük bir tabağa koyun. Küçük bir çatal alın ve aynanın karşısına geçip oturun. Saatinizi ayarlayın ve yemeye başlayın. Her lokmaya önce bakın, sonra koklayın, sonrada bu lokmayı yiyebilecek ve tadına varabilecek olduğunuz için teşekkür edin. Lokmayı ağzınıza koyun ve yavaş yavaş çiğneyin, tadına varın. Bu işlemi her lokmada tekrarlayın ve 21 dakikada tabağınızdaki yemeği bitrin.
Hızlı yemek yemek vücutta kıtlık bilinci yaratır, daha fazla yemek ve yediğini yağ olarak depolamak ister. Oysa yavaş yavaş, sık sık sağlıklı doğal gıdalar yemek bedeni rahatlatır. Her zaman işe yarar besinler geliyor bilinciyle yediklerini stoklama gereği duymaz. Tokluk sinyali beyne yaklaşık 20 dakikada ulaşır. Hızlı yerseniz doyma sinyali gelene kadar boşuboşuna daha fazla yeme gereği duyar miğdenizi gereksiz yere şişirirsiniz.
Yavaş yemek için hafif bif bir
Eğitim sistemimizdeki eksiklikler, yanlış öğretmen ve aile tutumları sınava hazırlanan gençleri gereksiz bir strese sokarak hasta ediyor. Gençlerin kafalarının içinde sınava yüklediği anlam, her geçen korkuyla büyüyerek gelecek kaygısına dönüşüyor. Bu kaygıyla beraber daha çok ya ders çalışmaya fazla yüklenip kendilerini tıkıyorlar, ya da kendilerini korumaya almak için geri çekiliyorlar.
Kaygı kişiyi çok çabuk hasta eder. Mide ağrısı, bulantı, aşırı yeme, cilt hastalıkları gibi pek çok rahatsızlıkla kendini bedende gösterir. Korku ve stres belirli bir seviyede olduğunda, yaşamda kendimizi korumamız ve hatta ileriye gitmemiz için bize yardımcı olur. Ancak yüksek seviyeye çıkıp, kaygılar oluşmaya başladığında yaşam kalitesi düşer ve başka sorunları da hayatımıza çekeriz.
Sınavı bir canavar gibi gören, hayatın geçiş eşiği olarak gören veya mutlu olmanın engeli gibi gören gençler vardır. Hatta gerçektende bu sınavın sonucunda ne elde edeceğini net olarak bilmeyen gençler bile var. Nereye koşuyor farkında değil ve bu bilinmezlik onları hasta etmeye yetiyor. Kimse bilmediği, heyecanlanmadığı bir yere gitmek istemez. Hele bir de önünde bu kadar yoğun çalışılan bir maraton varsa.
Çikolata, şekerleme, pasta, hamur tatlısı her ne geliyorsa aklınıza... Baş tacımız olmuş, tepemize koymuşuz bir kere, kontrol dışı her yerdeler. Neden bu kadar vazgeçilmezler, neden her yerdeler? Çünkü beynimizde anlamı da çok bağlantısı da.
Çocukluğumuzdan bu yana pek çok duyguyla eşleştirmişiz tatlıları.
Hadi biraz çocukluğumuza dönelim. Mutlu günlerimizi hatırlayalım, doğum günleri, yıl başları, bayramlar, aybaşları, düğünler vs. hep tatlıyla kutlandı. Tatlıyla mutluluk birleşti zihnimizde. Annemiz kendi elleriyle tatlılar yaptı bize anne sevgisiyle birleşti, öğretmenimiz, babamız, komşumuz bir şey başardığımızda çikolatayla ödüllendirdi bizi, ödülle birleşti tatlı. Her yemekten sonra bir tatlı geldi sofraya yemekle birleşti tatlı. Her misafir geldiğinde tatlı bir şeyler ikram edildi, dostluklarla birleşti tatlı. Her süprizin altından çıktı tatlı, süprizle birleşti... Kim bilir sizin aklınızda daha neler vardır benim hatırlayamadığım.
Beynimiz çocukluğumuzdan beri tekrarlarla, eşleşmelerle kayıt tutuyor, özellikle de bilinç seviyesinin açık olmadığı sadece bilinçaltının işledği 0_6 yaş arasında. Sorgusuz sualsiz, tekrarları alışkanlık olarak kaydediyor beynimiz, bütün
İsteklerimizin, hayallerimizin en büyük düşmanı içimizde yarattığımız şüphe ve endişelerdir. Hiç kimse bu iki duyguyu hissetmekten hoşlanmaz ama nedense bir anda zehirli sarmaşıklar gibi önce kafamızı sonrada tüm bedenimizi sarı verirler.
Korku titreşimleri yaymaya başlarız, buram buram evrene. Şüphe ve endişe isteklerimizi hiçe sayar. Bir şeyler isterken bir yandan da isteğimizle ilgili küçücük bile olsa bir şüphe veya endişe duyuyorsak zehir akmaya başlamış demektir.
Şüphe ve endişe duymak korku kaynağından gelir. Korku kaynağı da bizim içimizdedir, bir şekilde küçükken nelerden korkmamız gerektiğini öğrenmişizdir ama artık büyüdük korkmak yerine cesur olmayı, güvende olmayı seçebiliriz. Endişeler, şüpheler çok net isteklerdir. Neyden korkuyorsak odağımız ordadır ve bilinçaltı odaklandığınız şeyi gerçekleştirmek için çalışır. Bu yüzden hep korktuklarımız başımıza gelir.
Tabii ki asıl önemli nokta bu zehirli ikizlerden nasıl kurtulacağımızdır. Bunun için duygu yönetimini öğrenmek gerekmektedir. Her duygunun karşıtı vardır, istemediğiniz bir duygu geldiğinde onun yerine şu anda hangi duyguya sahip olmak istediğinizi bulup kendinizi o duyguya kanalize edebilirsiniz.
Kilo verme programına başlandığında yapılan en büyük yanlışlardan biri sürekli tartılmaktır. Hergün hatta gün içinde 2-3 kere tartıya çıkanlar vardır. İstediğiniz o mucizevi düşüşü göremedikçe umutsuzluğa kapılırsınız. Kilo verme programına başladığınızda vücut kendini korumaya almak için başlangıçta direnç göstererek bir kaç kilo daha almanızı bile sağlayabilir. Bu çok normaldir, hemen umutsuzluğa kapılıp kendinizi demotive etmeyin. Yapmanız gereken şey en fazla ayda bir tartılmaktır. ( kadınlar için bu zamanlama adet görme zamanlarının sonunda olmalıdır)
İncelme ölçünüz kıyafetlerinize daha rahat girmenizle kendini zaten gösterecektir. Tartının onaylamasına ihtiyaç duymanıza gerek yok. Sağlıklı ve kalıcı zayıflamanın tek yolu yaşam tarzınızı değiştirmeniz olduğunu daha önce yazmıştım ( düşünce ve alışkanlıklarınızı değiştirerek). Egzersizle desteklenen zayıflama en sağlıklı incelmeyi size getirecektir. Yağ yakma programında egzersiz yaptığınızda, bir yandan yağ yakarken bir yandan da kas ağırlınızı arttırırsınız. Rakamsal olarak eş değer olan yağ ve kas hacim olarak bir birinden çok farklıdır. Bir kilo yağ kaybedip aynı zamanda bir kilo kas kazanırsanız tartı size hiç bir
'' Beni kızdırıyorsun, beni üzüyorsun, beni sinirlediriyorsun ! '' YOK böyle bir şey , size kimse bunları yapamaz. Ancak siz kendiniz bu duygu durumlarını seçebilirsiniz. Böyle bir şey varmış gibi konuşmak, karşı tarafı suçlayarak, kendini kurban yerine koymaktır. Hayata karşı edilgen olmaktır.'' Ben böylece dururum, isteyen herkeste bana istediğini yapar'' demektir. ''Hiç bir gücüm yok, bütün kontrolüm başkalarının elinde'' demektir. Ve bu bir kandırmacadır, insanın kendi kendini kolaya kaçarak aldatmasıdır...
Düşünsenize mutlu, neşeli olmanız da, üzgün vaya kızgın olmanız da başkalarının elinde, bu kadar mı güçlü her şey, herkes? Sizin hiç bir gücünüz yok mu kendi üzerinizde? Tabiiki var, hepimiz kendimiz seçiyoruz tepkilerimizi. (her ne kadar başta kabul etmezi zor olsada)
Çocukluğumuzdan beri böyle duyduk, böyle gördük, Annemiz-Babamız, öğretmenimiz hep bize '' beni üzüyorsun, beni kızdırıyorsun, beni...'' dedi. Biz de öğrendik ki sistem böyle. Ama yanlış öğrendik, şimdi doğrusunu öğrenme zamanı. Kontrolü ele alma zamanı. Artık eşinizi, çocuğunuzu, arkadaşınız ya da patronunuzu suçlamayı bırakma zamanı. İleriye gitmek, kendinize hakkettiği değeri vermek için kendi duygu
Bebekler büyürken yakınındaki büyüklerinin konuşma şekillerini, ses tonlamalarını, kelime seçimlerini, kelime anlamlarını ve dil kalıplarını kopyalarlar. Büyüdükçe bazılarını sorgulayıp, değiştirirler ancak pek çoğu zihin programlarında kalarak, uzun yıllar onları yönetir. Maalesef bazen bir ömür boyu. Bunlardan en önemlisi kişinin davranışını ve hastalıklarını kimlik boyutuna taşımasıdır. Davranış boyutunu başka bir yazımda ele alacağım, bu yazımda hastalık konusuna değinmek istiyorum.
Günümüzde en yaygın hastalıklardan birisi KANSER'dir, neredeyse her ailede bir kanser hastası var. Bu hastalığı taşıyan kişilerle karşılaştığımda onlara şunu soruyorum '' bu durumda siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz, neyiniz var? '' diye sorduğumda hep aldığım cevap '' KANSERİM'' oluyor. Ve bunu günlük hayatlarında o kadar çok tekrarlıyorlar ki farkında olmadan bilinçaltına çok olumsuz mesajlar yolluyorlar. Ben kanserim, ben ülserim, ben saç kıranım, ya da ben şeker hastasıyım, ben kalp hastasıyım... Hastalık, bu gibi söylemlerle hastalık boyutundan kimlik boyutuna taşınıyor. Durum kalıcı olarak bilinçaltında sanki iyi bir şeymiş gibi çapalanıyor. Bilinçaltı bu durumu kabul ettiğinde ,