Hayatından memnun olmayan insanlara ve danışanlarıma her zaman sorduğum bir soru vardır: “Sabah güne uyanma, yataktan çıkma sebebiniz nedir?” Genelde aldığım cevaplar:
- İşe gitmek.
- Sabah olduğu için…
- Çocuklar okula gideceği için…
- Mecbur olduğum için...
Sizin sabah güne uyanma sebebiniz nedir? Günden nasıl bir beklentiniz var?
Kafanızın içi sorunlarla, mecburen yapılacak işlerle mi dolu? Sizi gün içinde motive edecek, mutlu edecek hiçbir şey yok mu? En azından bir merak… :) “Acaba bugün neler olacak, acaba bugün bana hangi güzelliği, sürprizi getirecek” gibi...
Umut dolu bir beklenti, umut dolu bir merak, güzelliklere açık olmaktır; pozitif bir beklentidir. Akşam izleyeceğiniz dizide neler olacağını merak ediyorken, kendi hayatınızda olabilecek bir güzelliği merak etmek çok mu yersiz? Olumlu bir merak içinde olmak, olumlu bir beklenti içinde olmaktır.
Ağzımızdan çıkan kelimeler, ilaç kapsülleri gibidir. Kelime olarak kapsülün üstünde herkesin bildiği bir sözcük yazar. Ama kapsülü açsanız, içini dökseniz içinden bambaşka düşünceler, anlamlar çıkar. Üzerinde “tatil” yazan bir kapsül olduğunu düşünelim. Benim kafamdaki tatil kapsülünü açtığınızda içinden “deniz, kum, güneş, müzik, kitap, dans, arkadaşlar, heyecan” çıkarken; başka birisinin tatil kapsülünün içinden “aile, dinginlik, pijama, terlik” çıkabilir. Aile kapsülünü açtığınızda birisinin kapsülünden “kendisi, eşi ve çocuğu” çıkarken; başka birisinin kapsülünden “kendi anne-babası, kardeşleri ve yanında eşi” çıkabilir. Son olarak bir de eğlence kapsülüne bakalım… :) Birisinin eğlence kapsülünden “mısır, sinema, evde sohbet” çıkarken; diğerininkinden “dans, parti, içki” çıkabilir.
Hepimizin kafasındaki kelimeler aynı olmasına rağmen içerikler, anlamlar çok farklı olabilir. Özellikle çiftler birbirlerinin kelime kapsüllerinde nelerin olduğunu bilmezse ya da bilip bu duruma anlayış göstermezse çatışma çıkar. Sadece bildiğinizde kendinizinkinin doğru kapsül olduğunu savunuyor ya da karşıdakinin kapsül içeriğini saçma buluyorsanız bu işe yaramaz. Haklı olduğunuzu ispat
Türk toplumu olarak maalesef olumsuz alışkanlıklarımızdan birisi de iyilik amaçlı eleştirilerimizin çok fazla olması. İltifat veya iyiyi, güzeli dile getirme alışkanlığımızın pek olmaması. Çoğu kez duymuşsunuzdur “ben senin iyiliğin için söylüyorum...” diye başlayan ya da biten eleştiri cümlelerini... Annemizi babamızı, çocuğumuzu, arkadaşımızı eleştirme alışkanlığı genetik kod gibi geçiyor nesilden nesile. Şimdi bu kodu kesme zamanı. Önce biz bu olumsuz alışkanlıktan kurtulacağız ki çocuklarımız da bizden görüp devam ettirmesinler.
Birisi heyecanla yaptığı bir işi anlatır ya da yapmak istediği bir işi söyler. Karşıdan hemen bir eleştiri gelir. İstek, heyecan puf diye sönüverir. İkili ilişkilerde sanki hiç güzel, olumlu bir davranış yapılmamış gibi hemen beğenilmeyen bir şey pat diye dile getirilir “ama sen…” diye başlayan bir cümleyle.
Neden insanlar birbirine onlarda buldukları güzellikleri, olumlu yanları pat diye iletmezler. Karşılaştığınız insanların mutlaka güzel bir şeyleri vardır. Fiziksel olarak ve zihinsel olarak... Düşünüyorum da acaba insanlar birbiriyle karşılaştığında önce karşısındakine bir tane fiziksel bir tane de zihinsel (düşünce, davranış, yetenek...)
Türk toplumu olarak maalesef olumsuz alışkanlıklarımızdan birisi de iyilik amaçlı eleştirilerimizin çok fazla olması. İltifat veya iyiyi, güzeli dile getirme alışkanlığımızın pek olmaması. Çoğu kez duymuşsunuzdur “ben senin iyiliğin için söylüyorum...” diye başlayan ya da biten eleştiri cümlelerini... Annemizi babamızı, çocuğumuzu, arkadaşımızı eleştirme alışkanlığı genetik kod gibi geçiyor nesilden nesile. Şimdi bu kodu kesme zamanı. Önce biz bu olumsuz alışkanlıktan kurtulacağız ki çocuklarımız da bizden görüp devam ettirmesinler.
Birisi heyecanla yaptığı bir işi anlatır ya da yapmak istediği bir işi söyler. Karşıdan hemen bir eleştiri gelir. İstek, heyecan puf diye sönüverir. İkili ilişkilerde sanki hiç güzel, olumlu bir davranış yapılmamış gibi hemen beğenilmeyen bir şey pat diye dile getirilir “ama sen…” diye başlayan bir cümleyle.
Neden insanlar birbirine onlarda buldukları güzellikleri, olumlu yanları pat diye iletmezler. Karşılaştığınız insanların mutlaka güzel bir şeyleri vardır. Fiziksel olarak ve zihinsel olarak... Düşünüyorum da acaba insanlar birbiriyle karşılaştığında önce karşısındakine bir tane fiziksel bir tane de zihinsel (düşünce, davranış, yetenek...)
Yorgun ve bitkindi, ama kendini yorumlamıştı artık, seçim yapması gerektiğinin farkındaydı. Ve aklındakiler dudaklarından dökülmeye başlamıştı...
“Çok seviyorum seni, seninle beraber olmak için her şeyi yaparım. Senin istediğin her şekle girerim, yeter ki seninle beraber olayım. Ne istiyorsan yaparım, yeter ki beni sev. Kare ol de olayım, yuvarlak ol de olayım, üçgen mi istiyorsun bak oldum” dedim ona yıllarca… Belki açık açık söylemedim; ama davranışlarımla söyledim. Hiçbir şey önemli değildi sanki benim için. O nasıl isterse öyle oluyordum, bu benim seçimim. Gel de geleyim, git de gideyim, onun istediği, dediği, hatta ima ettiği bile emir gibiydi benim için.
Sonra ne mi oldu? Sonra o da beni eline aldı, istediği gibi mıncık mıncık oynadı, aynı oyun hamuru gibi… Bir de baktım ki bir gün elinde oyuncak olmuşum. Ama onun bir suçu yoktu, ben kendimi teslim etmiştim ellerine, onun için şekilden şekle girerken ona beni mıncırma iznini çoktan vermiştim... Kendimin ne olduğunu, kim olduğunu, şeklimi şemalimi unutmuştum. Acaba bir şeklim şemalim var mıydı? Kendimi arar oldum sonra, mutsuzluk içinde.
O ne mi oldu? O, önce şekil arayışına girdi, böyle de olsun, şöyle de olsun
Bir gün, bir dost, kapınızı çalar ya da sizi arar, belki de her gün geliyordur/arıyordur... Kusarcasına size içini boşaltır, ondan bundan şikâyet eder. Kendini haklı çıkarmak için ya da kendisine ne kadar haksızlık yapıldığını anlatmaya çalışır. Sorunlar onu bulmuştur, isyan eder, yakınır, ağlar, kızar, öfkelenir... Siz o an belki mutluydunuz belki de kendi sorununuza çare aramakla meşguldünüz; ama artık o dostunuzun sorununun içine dahil olarak onun yaşadığı duyguları yaşamaya başlarsınız... Hele bir de empati yapıyorsanız sorunun ve negatif enerjinin büyümesi için çalışmaya başlamışsınızdır. Arkadaşınız, negatif duygu ve düşüncelerini size zehirli bir gaz gibi akıtmaya başlamıştır, anlatacakları bittikten sonra o bol miktarda oksijen almış gibi rahatlar ve hayatınızdan çıkıp gider. Siz, onun sorununu kafanızda taşıyarak yatağa gidersiniz, belki benim başıma da gelir diye senaryolar yazmaya başlarsınız. Ya da sürekli arkadaşınızı düşünür, siz de üzülürsünüz; içiniz sıkılır, dengeniz bozulur. Arkadaşınızın sorunu hâlâ yaşıyordur, çünkü konuşmaktan başka bir şey yapmamıştır. Size niye bunları anlattı? Niyeti neydi? Haklı olduğunu ispatlamak mı? Ne kadar mağdur duruma
Her gün yeni bir güne uyanırız. Hepimize yaşamamız için eşit şekilde, yeni bir 24 saat sunuluyor. Bunun ne kadar devam edeceğini seçemeyebiliriz. Ancak nasıl değerlendireceğimizi seçebiliriz. Güne merhaba diyerek umutla uyanabilmeyi ya da umutsuzlukla uyanabilmeyi seçebiliriz. Elimize teslim edilen bugünü nasıl yaşayacağımızı, nasıl değerlendireceğimizi seçebiliriz. Gün içindeki seçimlerimiz, hayattaki durumumuzu belirleyecektir.
Başarılı ve mutlu insanlar, önceliklerini bilirler ve ona göre seçimler yaparlar. Sizin için bugün en önemli olan şey ne, bugün neye ulaşmak istiyorsunuz. Günün sonunda hepimiz yorgun olacağız. Ama arada farklar olacak; sorunlara sorun katmakla mı yorulacaksınız yoksa çözüm üretmekle mi? Birinci durumda, bitkin bir yorgunluk; ikinci durumda ise tatlı bir yorgunluk olacak. Seçim yine bize kalmıştır.
Her gün kendinize şu soruyu sorun: “Bu 24 saati nasıl değerlendirmek istiyorum?” Geçen zaman dilimi bir daha gelmeyecek ve geçmiş olsun diyeceğiz. Her an seçim halinde olduğunuzun farkında olun, eylemsizlik de bir seçimdir. Harekete geçmek de bir seçimdir.
Bir amacınız varsa, gününüzü o amaca uygun seçimler yaparak yaşarsanız, amacınıza ulaşırsınız.
Yazdan beri ara verdiğim sabah yürüyüşlerine yine başlama sevinciyle, sabahın köründe kendimi özgürlüğüme koşarcasına sahile attığım sabahlardan biri... Oh kendimdeyim, harika! Yürüyebildiğim için şükrederken yolun kenarında çöp toplayan bir görevliyle yüz yüze geliyorum. İçimden günaydın demek geliyor ve diyorum. Adamcağız, gözlerini kaçırıp etrafına bakıyor, bense selamımı alamamış bir şekilde çoktan onu sollayıp gitmiş bulunuyorum. Tabii adam alışkın değil ki tanımadığı birinin ona günaydın demesine. Ertesi gün yine aynı yerde karşılaşıyoruz… Bir an günaydın desem mi demesem mi tedirginliğini yaşıyorum; derken ağzımdan yine fırlıyor günaydın, yanında bir de kolay gelsin dileğim… :) Adamda bir mırıldanma; ama anlayamıyorum ne dediğini. Ve üçüncü gün yine karşılaşıyoruz aynı yerde ve adam, benden önce gülümseyerek “günaydın abla” diyor. Bende ayrı bir mutluluk ve selamını alıyorum gülümseyerek, kolay gelsin diyerek...
Tanımadığımız insanlara selam vermemekle büyütüldük, tanımadıklarınla konuşma, kötü insanlar var, sana bir şey yaparlar... Oysa hepimiz bu dünyanın insanıyız, aynı sokakta yürüyor, aynı dolmuşa, taksiye biniyoruz. Aynı bankanın kuyruğunda bekliyoruz. O görevli