Bugüne kadar yanlış kayıtlarla zihin kirlenmiş olabilir. Düşünsene kirli, darmadağınık bir odan var. İçerinin daha güzel olmasını istiyorsun. İçeriye çiçekler, güzel eşyalar, güzel aksesuvarlar getiriyorsun ama aynı pislikler, aynı kötü kokular duruyor; sen üstüne üstüne koymaya çalışıyorsun. Ne olur? Hem yer yetmiyor hem de içerideki kirlilik ve dağınıklık yüzünden ortalık bir türlü istediğin güzelliğe gelemiyor. Onun için zihne güzellikleri sokarken bir yandan da içeriyi temizlemekte fayda var. İşte bu temizliklerden birisi de "kıskançlık". Acaba kıskanmak bizde nasıl bir kirlilik yaratıyor bakalım J
KISKANMAK: İnsan birini kıskandığı zaman öncelikle yokluk enerjisini harekete geçirir. Kıtlık ve yokluk bilincindedir ve bu enerjiyi çoğaltır. Sonuç olarak kendi hayatına olumsuzlukları çeker. Ve sen olumsuzluklarla mutlu olamazsın. Başkasının ilişkisini kıskanırsan "bende yok" enerjisinde olursun, başkasının parasını ya da mevkisini kıskanırsan yine "bende yok" enerjisinde olursun. Peki, bu ürettiğin enerji alanıyla nasıl mutlu olabilirsin? Olamazsın… Kalp kıskanmaz, zihin kıskanır. Kıskandığın her neyse o senin zihninde bir sorun demektir ve hissettiğin yokluğun acısıdır.
Geçtiğimiz sene yazdığım konulardan olan "Zihin Orucu" konusuna bir kez daha değinmek istedim. Belki hep birlikte güzel bir enerji alanı oluşturmamıza sen de yardımcı olursun JGirdiğimiz Ramazan ayında oruç tutan var, tutmayan ya da tutamayan var. Herkese saygı duyarak başlayalım öncelikle… Ve ayrıca zihin orucumuza katılmak isteyenler varsa onlar okumaya devam etsinler J
Çalışmamız çok basit, 21 gün boyunca kızmak, sinirlenmek, üzülmek, öfkelenmek, dedikodu yapmak, yargılamak... YOK. Peki ne var; sevgi dolu gözlerle bakmak, sakin olmak, hoşgörülü olmak, sabırlı olmak... VAR. Kısacası zihin detoksu yapmak, arınmak var. Her an kendimizi hatırlamak, ne düşünüp ne hissettiğimizi fark edebilmek için elimizin üstüne bir "N" harfi çizebiliriz. (Olumlu olmaya NİYETLİ olduğumuzu hatırlamak için.) Ya da size uygun başka bir sembol çizebilirsiniz. Veya kolunuza durmadan ses çıkaran bir bileklik asabilirsiniz. Çünkü 21 gün boyunca anda, farkında olmak çok önemli. Çalışmamız ancak bu şekilde verimli olacaktır. Peki ya kendimizi kaybedip, kontrol edemediysek ve olumsuz bir duygu-düşünce zincirine giriverdiysek ne olacak? Güzel soru Jİşte oyunun zevkli ve ikinci yapıcı tarafı da şimdi
Hayat şikâyet ederek değil sorumluluk alarak değişir. Şikâyet kurbanı, sorumluluk kahramanı besler. Sen kimi beslemek istiyorsun?
Bugün sizinle çok önemli bir farkındalık çalışması paylaşmak istiyorum. Çalışmamızın adı "GÖZLEMCİ". Bir gün boyunca kendimizin gözlemcisi olacağız. İlk gün kendimizi gözlemliyoruz; aklımızdan geçenlerin ve ağzımızdan çıkanların ne anlama geldiğini dikkatlice gözlemliyoruz. Eğer bir durumdan, bir kişiden, herhangi bir şeyden şikâyet ettiğimizi fark edersek elimizin üstüne bir çarpı işareti koyuyoruz. Ve bu çalışmayı tüm gün, gece yatana kadar yapıyoruz. Örneğin; "trafik berbat… canım sıkılıyor, beni kızdırıyor, bu kötü, insanlar şöyle, böyle, iş kötü, eşimin şusu, çocuğun busu, onun yüzünden ya da zaten ben böyleyim"... Bunlar gibi her türlü şikâyet içeren cümleyi bir çarpıya dönüştürerek elimize çiziyoruz :) Bakalım akşama kadar içimizdeki kurbanı ne kadar beslemişiz :)
Akşam yatmadan önce şikâyetlerimizle vedalaşmak için elimizi güzelce yıkayalım ve onlara "bye bye" diyelim. Ertesi gün yine GÖZLEMCİ'yiz. Ama bu sefer güzel düşüncelerimizin farkına varacağız. Güzel yorumları, iltifatları, olumlu, çözüm odaklı düşüncelerimizi, şükür ve
Gündemimizden düşmeyen, en çok kullanılan kelimeler “stres, depresyon, mutsuzluk, hastalık” dolayısıyla en çok kullanılan maddeler de ilaçlar ve uyuşturucular (alkol, sigara, televizyon, internet ve diğer maddeler). Peki, insan stresi yönetebilir mi? Ya da stresi azaltabilir mi? Bunların cevabını vermek için “stres” tam olarak nedir, önce ona bakalım. Ne de olsa bir şeyle baş edebilmek için önce onu doğru tanımalı insan.
Stres; canlı varlığın dengesini bozan ve baş etme yeteneğini zorlayan ya da aşan uyaranlara verdiği tepkidir. Bizi olumsuz yönde bu uyaran her neyse (iş, kişi, olay, durum...) bir nevi bizim stres yükleyicimizdir. Stres yükleyici, canlı varlıktan bir çeşit uyumsal tepki yapması için talepte bulunan uyarıcı olaydır. İnsan bedensel ve ruhsal sınırlarının zorlandığını ya da tehdit edildiğini hissettiği anda değişim ya da uyum için bir tür tepki verir. Bu tepki de fizyolojik, davranış, duygusal ve bilişsel anlamlarda bütünsel bir tepkidir. Temelde stres konusu ne olursa olsun iç sistemimiz bunu yaşamsal bir tehdit gibi algılar ve ilk kodlarımıza dönerek vücudumuzu “savaş ya da kaç” moduna ayarlar. Oysa belki de baş etmemiz gereken çoğu zaman küçük bir değişim ya
Travmatik bir durum yaşayan kişi, olay sonrasında depresyona girebiliyor. Ani kayıplar, trafik kazaları,ya da ani beklenmedik bir takım acı olaylar ( boşanmalar, işten kovulmalar, maddi çöküşler...) Ancak bunun dışında kendi kendini depresyona sürükleyenler de olabiliyor. Tabii ki kişi bu durumu farkında olmadan yaratıyor. Nasıl mı? İşte bir kaç örnek:
- Çok rutin ve kısıtlı bir hayat yaşayarak, hep aynı şeyleri yaparak kişi yaşam alanını daraltırken bir yandan da zihnini daraltıp, tembelleştirebiliyor.
- Başkalarını ve olayları suçlayarak, kendini kurban olarak görmek.
- Kendini çaresiz ve yetersiz bulmak.
- Olumsuz olayları, hataları özgüven kaybı olarak almak.
- Hayatın ve insanların sürekli ona haksızlık yaptığına inanarak öfkelenip, agresifleşmek.
- Korkularından korku doğurmak, felaket senaryoları üreterek rasyonel olmayan bir dünyada yaşamak.
- Kendi kendine olumsuz diyaloglara girmek. "Deliricem, çıldırıcam, depresyondayım, bunalımdayım, battım, bittim, anksiyetem var..." gibi kendi kendine ağır teşhisler koyup duygularla özdeşleşmek.
İçten içe bir savaş yaşar herkes ama dışarıya ateş açar. Aslında içinin karmaşasıyla baş edemediği için ya da içindeki savaşı göremediği için dışarıda sanır problemi. İçe dönüp bakmak için uyanmak gerek, cesaretli olmak gerek. Uyanmak, tek başına yetmez; korkarsın içini görünce, yüzleşmek istemeyip kaçar, uykuya dalarsın tekrar ve aynı rüyaları görmeye devam edersin. Sana haksızlık ettiğini düşündüğünü “affetmiyorum” der kızmaya devam edersin aslında kızdığın kendindir, affedemediğin de. Sürekli o aklındadır ve kendinle kavga eder durursun. Mevlana bir soruyla çok güzel cevabını buldurur sana eğer hazırsan tabii ki: “Sen uzattığın eli tutmayana mı kırgınsın yoksa elini tutamayacak birine uzattığın için kendine mi kırgınsın?”
Her dakika başkalarını yargılarsın yanlış yapıyorlar diye, aslında yargılarken kendini dışlarsın, ötekileştirirsin. Sen başka, onlar başka, belki de içinde sen kendinle bambaşka. Konuşursun kafanın içinde saatlerce öyle, böyle, şöyle, kendinle kavga eder durursun da farkında değilsin. Bir içine girsen, bir kendine duru gözle baksan kim bilir ne çözümler bulacaksın. Beklentisiz, çıkarsız bir işbirliği yapsan kendinle, kim bilir neler neler değişecek,
'' Bir kırlangıçla tek bir gün bile bahar olmaz. Ve nitekim, mutluluk ve büyük sevinçler öyle bir günde ya da benzer bir küçük zaman diliminde gelmez'' Aristoteles
'' Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.'' sözünde olduğu gibi herkes mutlu olmak ister ama bunun için çoğu emek vermek istemez. Kendi dışında bir şey oluversin de mutlu olsun ister çoğu insan. Ama bu kalıcı olarak mümkün değil; insanın içinde yeşermeyen şey, dışındaki dünyada da can bulmaz. Bugün genel olarak mutsuzluk içinde olan bir insanın kafasında yılların mutsuzluk programı vardır. Zihin mutsuz olmaya programlanmıştır. Bu programın mutluluk programı ile yer değiştirmesi gerekir, bunun için de emek şart :) Öyle bir anda, '' Aaa, evet ya, ben bundan sonra ne olursa olsun mutlu olacağım! '' cümlesiyle dünyanın değişmediğinin sen de farkındasındır herhalde. Mutluluk bir yolculuktur ve bu yolculuk farkındalığın kollarında yapılır.
'' Mutluluk için uğraş vermelisiniz. Mutluluğa iş, para, aşkla ulaşılmaz. Mutluluk sizinle kendiniz arasındaki bir meseledir. '' Rusuf Wainwright
Evet güzel insan :) Mutlu olmak için neye ihtiyacın var sorusuna '' kendime'' diyecek kadar cesursan seni üçüncü kitabım
Sen benim avucumdaki meleksin; nefesimi üflediğimde kanatlanıp uçarken kalbime ışıltı bırakan... Sen benim omzumdaki meleksin; kulağıma güzellikleri, gücü, güveni fısıldayan... Sen benim sırtımdaki kanatlarımsın; en zor anımda çekip beni gökyüzüne, evrenin boşluğundan dünyaya umutla bakmamı sağlayan... Sonra oradan bir kartal gibi gök dalışı yaparak yeryüzüne geri inerken kollarımdan tutan ve bir tüy gibi hafifçe süzülmemi sağlayan. Ben de bir meleğim; tıpkı senin gibi düşerken boşlukta tutunmaya çalışan. Ve bir gün tutunmadan , direnmeden boşlukta yüzebilmeyi, bir tüy kadar hafif yükselebilmeyi öğrenmek isteyen...
Haydi aç kollarını, aç kanatlarını! Uyan, kaldır başını göklere, çek yaradanın kusursuz, mükemmel gücünü içine. Boşalt içindeki korkuları, kirlenmişlikleri, kötü anıları, üfle, üfle... Temizle kanatlarını, temizle zihnini, arındır yüreğini...Yeniden doğ, kendi kollarında kendine doğ bir bebek gibi. Gülen o tertemiz bebek yüzünü gör, o sana bakıyor, o sana gülüyor. Kucakla kendini, sar kanatlarınla ruhunu bir daha hiç bırakmayacakmış gibi. Sevgi her şeyin ilacıdır, önce kendine ver sevgini, önce sen iyi ol... Sonra her şey iyi olur...
"Aşk insanı kanatlandırır,