'' Yıldızlar bile AŞK için dönerken, senin yüzünü Aşk'a çevirmemen olur mu? Aşk sana bakarken, senin için akarken almamak olur mu? Haydi dön yüzünü, aç gönlünü Aşk'a... AŞK bizi çağırıyor... Aşk ola...''
Sevgiye giden yoldur aşk. Öyle bir enerji ki alev alev yakar da seni, kurtulmak istemezsin yanmaktan. Deli dalgalar durulduğunda sevgiye teslim eder emanetini. Aşkla yaşayabilmek bambaşkadır, egonun var olmadığı tek andır. Aşk insanın her hücresini titreştirir, aklını başından alır, kanatlanıp uçurur. Bilirsin sen de güzel insan, mutlaka aşık olmuşsundur en az bir kere, belki kaç kere... Evet o kalmaz, hep gelir gider, giderken yerini ya sevgi alır ya da ego. Kim kazanırsa....
Aşk her yerde yeniden doğar, görebilene, almaya hazır olana tabiki. Sadece karşı cinste değil, her canlıda, her işte kendini göstermeye hazırdır. Ama biz hep karşı cinste ararız aşkı, oysa kendisi olmakta var. Aşkla hayata bakabilmek, aşkla yaşayabilmek...
Yoksa acıtır diye, hayatın allak bullak olur diye aşktan korkuyor musun?
Aşk ve mutluluk mümkün mü ?
...............................................................................................................................
Fazla söze
Pek çok insanın direnç gösterdiği alanları vardır. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın sımsıkı elinde tuttuğu, kimsenin girmesine izin vermediği alanlardır bunlar. Aslında başkasının girip girmemesi değildir konu, kişinin kendisi girmek istemiyordur. Yüzleşmeye cesareti yoktur. Direnç zihinde demir bir kapıdır. O kapının arkasında da bir inanç gizlidir. Eğer o demir kapı açılırsa içerideki inancın yanlış olduğu ortaya çıkabilir, çirkin olduğu ortaya çıkabilir veya yalan olduğu ortaya çıkabilir. Bu da inanç sisteminin çökmesi demektir. Ve inanç sitemi çökerse kişi kendi kimliğini kaybettiğini sanır. (Aslında bunu sanan EGO'dur). O yüzden bu ölüm gibi bir şeydir. Sistem çöktüğünde ona bağlı olan tüm mazeretler, şikayetler ve akabinde konuyla ilgili tüm düşünce ve davranışlar da değişmelidir. Bir nevi haksız duruma düşmek, kaybetmek, vazgeçmektir bu yüzleşme anı. Bununla yüzleşmeye hazır olmayan insan işte o demir kapıya sığınır her gün.
Eğer konuşmaktan korktuğunuz, çekindiğiniz bir konu varsa ya da konuşurken başka birinin size ters düşen bir sohbetini dinlemek bile istemiyorsanız, konuşmaktan ya da karşı fikirleri dinlemekten bile kaçıyorsanız bilin ki o demir kapı
E5’te trafikte gidiyorum ve bir an içimden o ses konuşmaya başlıyor, şiir gibi bir üslupta kelimeler akıyor ardı sıra, sayfalarca... O an, hadi anlat konuş desen sözcüklere dökülmüyor, konuşarak anlatmaya çalıştığımda sihir bozuluyor. Akış duruyor, kekelemeye başlıyorum adeta. Sadece parmaklarım anlıyor onu. Bir kalem ya da bir bilgisayar olsa elimin altında arabayı çekip sağa, parmaklarıma emanet yazmalıyım diyorum. Ama içimde konuşan, o kadar güzel konuşuyor ki onu kesintisiz dinlemekten kendimi alamıyorum. Sonra bir bakıyorum ki park yerine ulaşmışım... (Zaten E5’te sağa çekip yazmak da çok parlak bir fikir değil) İşte, araba kullandığım anlar, içimden gelen sesi dışarıya akıtamadığım anlar :) ve o kitapları sadece ben okuyabiliyorum maalesef :( Ama çoğu zaman, yani parmaklarımı kullanabildiğim anlar, en güzel yazılarımın çıktığı, sesin somutlaşabildiği anlar. Parmaklarım o sesin anlattığı her şeyi olduğu gibi kâğıda aktarabiliyor ve o an aslında hiçbir şey yapmıyorum, parmaklarıma emanet her şey... Hiçbir şey düşünmüyorum, ne bir önceki cümleyi, ne bir sonraki cümleyi. Ya da yazının nasıl biteceğini... Her şey zaten kendiliğinden olup bitiyor. Henüz sizlerle bu şekilde
İşte veya özelde yaptığım pek çok sohbette en çok karşıma çıkan konulardan biri: "Zamanım olunca bir gün" diye başlayan cümleler. Hani o hep bekletilen, bir türlü yapılamayan, küçük veya büyük özlemini duyduğunuz, aslında ruhunuza çok iyi gelecek ama hep bekletilen o hayallerden bahsediyorum. Hayal olmaktan öteye gidemeyen, daha doğrusu olmasına, gerçekleşmesine izin verilmeyen hayallerden. Hani çok istersiniz ama onlardan bahsederken ya da hayalini kurarken "keşke" diyen gözlerle baktığınız küçük büyük işte o hayallerden bahsediyorum :)
O an hep aklıma Osho'nun sözü gelir: "Ego; her şey tam olduğunda huzurlu olacağım. Ruh; sen huzurlu olduğunda her şey tam olacak". Bazı insanlar, evlensem, çocuğum olsa, çocuklar okulu bitirse, evlense... ben o zaman kendim için şunu bunu yapacağım gibi düşünce kalıplarıyla kendi mutsuzluklarına kendilerini emanet etmiştir. Ya da "şu işim büyüsün, şu kariyerim olsun, bu bitsin, bu başlasın... sonra ben biliyorum ne yapacağımı" diye vakit geçirmeler. Hep vakit sıkıntısı ya da yanlış zaman... Doğaya koşmak için müsait değil insan, çocuklarıyla oynamak için, resim yapmak için, kitap okumak için, dans etmek için, sırtına bir çanta alıp yola
İşte veya özelde yaptığım pek çok sohbette en çok karşıma çıkan konulardan biri: "Zamanım olunca bir gün" diye başlayan cümleler. Hani o hep bekletilen, bir türlü yapılamayan, küçük veya büyük özlemini duyduğunuz, aslında ruhunuza çok iyi gelecek ama hep bekletilen o hayallerden bahsediyorum. Hayal olmaktan öteye gidemeyen, daha doğrusu olmasına, gerçekleşmesine izin verilmeyen hayallerden. Hani çok istersiniz ama onlardan bahsederken ya da hayalini kurarken "keşke" diyen gözlerle baktığınız küçük büyük işte o hayallerden bahsediyorum :)
O an hep aklıma Osho'nun sözü gelir: "Ego; her şey tam olduğunda huzurlu olacağım. Ruh; sen huzurlu olduğunda her şey tam olacak". Bazı insanlar, evlensem, çocuğum olsa, çocuklar okulu bitirse, evlense... ben o zaman kendim için şunu bunu yapacağım gibi düşünce kalıplarıyla kendi mutsuzluklarına kendilerini emanet etmiştir. Ya da "şu işim büyüsün, şu kariyerim olsun, bu bitsin, bu başlasın... sonra ben biliyorum ne yapacağımı" diye vakit geçirmeler. Hep vakit sıkıntısı ya da yanlış zaman... Doğaya koşmak için müsait değil insan, çocuklarıyla oynamak için, resim yapmak için, kitap okumak için, dans etmek için, sırtına bir çanta alıp yola
Her işte olduğu gibi zayıflamanın da ilk adımı "karar vermek ve kararlı olmak" arkasından da niyet ederek niyetin doğrultusunda adımlar atmak, seçimler yapmaktır. Şimdi zayıflamak isteyen pek çok kişi ben karar veriyorum ama olmuyor, yetmiyor diyecektir :) Bunu kilo sorununu çözemeyip bana gelen pek çok kişiden duyuyorum. Ve kısa bir süre içinde onlar da anlıyorlar ki aslında kararlı değillermiş :)
Karar verdiyseniz ve kararlıysanız iki ay çaba harcayıp istediğiniz sonucu alamadığınızda neden vazgeçiyorsunuz o zaman? Kararlı olan insan vazgeçmez, yöntem değiştirebilir, farklı bir yol deneyebilir ama vazgeçmez :) Acaba sıkıntı karar aldığınızı "sanmak" olabilir mi? Evet olabilir :) Mesela sözde zayıflamak isteyip, bunun için adım atmaya karar almış olabilirsiniz. Peki bilinçaltınızın bu karardan haberi var mı? Ona durumu bildirdiniz mi? Eğer içsel olarak bir karar aldıysanız bu kararı tüm bedeninizde, her hücrenizde hissedersiniz. Bedeninizde hissedemiyorsanız, sadece kafanızın içinde kalmışsa bu karar, sağlam bir karar değildir. Havada kalmıştır. Bu yüzden de en ufak terslikte, kısa sürede sonuç alamadığınızda vazgeçersiniz.
Peki, tüm hücrelerinizi bu karardan nasıl
Çocukluğumda ne zaman yabancı bir yetişkinle karşılaşsam değişmeyen bir soru vardı: "Nerelisin sen?" Şaşkın şaşkın bakardım, ne anlamı var bunun, neden bu soru yetişkinler tarafından sık sık soruluyor diye hep düşünürdüm. Hani ne seversin de, ne istersin de, hayalin ne de ama bana bu soruyu sorma, çünkü benim için hiçbir anlamı yok...Ve bu soru, büyüdüm, kırk beş yaşıma geldim maalesef hâlâ soruluyor. Sosyal medyadan mesaj atarak bile bu meşhur ve anlamsız soru sorulmaya devam ediyor...
Hatırlıyorum da dokuz on yaşlarındayken oturduğumuz evin karşısında bir köşk vardı ve orada doğudan gelmiş bir aile oturuyordu. Çocuklarıyla arkadaşlık ederdim, çok kalabalık bir aileydi. Büyük küçük hepsi benim arkadaşımdı. Çok eğlenirdik, en çok da acıkınca onların mutfağına dalıp lavaş arası toz şeker, bulgur, mercimek ya da çökelek koyup sokakta yediğimiz anları hatırlıyorum. Bu aile Kürt bir aileydi, benim için tek farkları onların benden fazla yabancı dil daha bilmeleriydi. :) Gerisi benim dostlarım olmalarıydı. Sonra da Alevi arkadaşlarım oldu, onlar da çok canayakın arkadaşlarımdı ve çok eğlenirdik. Üniversiteye başladığımda Türkiye'nin pek çok şehrinden arkadaşlarım oldu, onlarla da
Bir özür borcumuz var dünyaya
Bu hayatımızda sunduğu nimetleri, mucizeleri, misafirperverliği göremediğimiz için...
Gördüklerimizin de kıymetini bilemediğimiz için
Bir özür borcumuz var insanlığa
Bu hayatımızda kardeşliği, BİRliği göremediğimiz için
Gördüklerimizin de kıymetini bilemediğimiz için
Bir özür borcumuz var kendimize
Bu hayatımızda gücümüzü, değerimizi bilemediğimiz için