Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DEĞERLİ okuyucularım, ülkemizi bir arada tutan “düşünsel” ve “kurumsal” güçleri zayıflatmak için bilinçli ve koordineli bir çaba var. Ama öyle sanıyorum ki kendilerine “liberal düşünceli”, “ikinci cumhuriyetten yana”, “aydınlar” gibi sıfatlar takan düşünürün de bir bölümü bu çabaya bilinçsiz olarak katkıda bulunuyorlar.
Öncelikle eylemi örnekleri ile tanıyalım, sonra da bu eylemin arkasında hangi nedenlerle hangi güçlerin olabileceğini.
Bir ülkeyi zayıflatmanın, güçten düşürmenin en etkili yöntemi onu bir arada tutan “fikirleri” ve “kurumları” zayıflatmaktır. Son yıllarda Türkiye’deki güncel olaylara bakınız, ülkemizin en temel kuruluş ideolojileri ve önemli demokratik kurumları yıpratılmıyor mu?
*  *   *
Türkiye’nin temel kuruluş ideolojilerinin ana mimarı olan Atatürk’ün bizzat kendisi yıpratılıyor. Bu iş, sokak, cadde ve hava alanlarından Atatürk isminin, okullardan Atatürk resimlerinin kaldırılmasını istemeye kadar varmadı mı? Bunu gerek AB temsilcilerinin gerekse bizim 2. cumhuriyetçilerin ağzından duymadık mı? Halbuki ABD’nin Başkenti’nin, batı sahilindeki bir eyaletinin ve tüm kentlerinde en az bir bulvarın adı Washington’dur. Ayrıca Rushmore dağının zirvesindeki sarp kayalara Washington ve ABD’nin en büyük önderlerinin dev büstleri yontuludur. Kimsenin de bunu değiştirmek aklından geçmez!
*  *   *
Ulusalcılık, ulus devlet kavramı yıpratılmaktadır. Türkiye’de Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyetini kuran tüm Türkiye halkını kapsayan, farklı ırk ve etnisiteden gelen tüm vatandaşları bir araya getiren “ulusalcılık” kavramı, bilinçli olarak Batı’nın “nasyonalizm”  kelimesi imiş gibi tanıtılıyor. Hâlbuki “Nasyonalizm”, nasyonal sosyalizm, yani Faşizm ve Nazizm’i çağrıştıran bir kavramdır. Atatürk’ün ulusalcılığı birleştirici, Batı’nın nasyonalizmi ayrıştırıcıdır. Birbirlerinin karşıtıdırlar!
*  *   *
Laiklik açıkça yıpratılmaktadır. Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin din kuralları ile yönetilmemesi için ortaya çıkmış bir “demokrasi gereği” değildir. Batıda Laiklik, dinlerin devleti paylaşamamasından, kanlı mezhep savaşlarından sonra, bölünmeleri ve kanı önlemek için kabul edilmiştir. Tarihi ise demokrasiden çok öncedir. Demokrasinin doğmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bugün ülkemizde ise laiklikle ilgili hangi noktaya geldiğimiz Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile sabittir.
*  *   *
Yargı: Ne yazık ki yargı bugün gerek devlet büyüklerinin ağzından, gerekse kendi içine sızmış az sayıda mensubunun kamu vicdanını isyan ettiren uygulamaları dolayısı ile yıpranmakta, güven yitirmektedir.
Değerli okuyucularım, bu yazıya Cumartesi günü devam edeceğim.