Denizlere doğru akan ırmakların kenarlarında, kışın son ayı şubatta beyaz-sarı renkleriyle gün yüzüne çıkmaya başlar nergis. Altından bir kadehe benzer, kokusu kendisine rehberlik eder.
Kış mevsiminin son ayı şubatta, tabiat ananın kucağından denizlere doğru akan ırmakların kenarlarında, nergis çiçekleri beyaz-sarı renkleriyle gün yüzüne çıkmaya başlar. Kokusu kendisine rehberdir nergisin. Helen (Yunan) mitolojisinde son derece ilgi çekici bir anlatıda; kendisine âşık, kendini beğenmiş kişiliklere sembol olur nergis çiçeği. Ona yüklenen bu anlamların yanında özellikle kadehe benzetilen şeklinden ötürü Divan Edebiyatı’nda da en az gül, sümbül ve lale kadar şiirlerde açmıştır.
Nergis, ırmak ilahı Kephissos ile su perisi Liriope’nin çocuğudur. En az Eros kadar güzel, Apollo kadar da çekicidir. Mitolojinin hayal dünyası sözler bütünü olan mitoslarına göre Ekho adlı bir kız, Narkissos’a âşık olur. Ekho’nun aşkına cevap vermemekle kalmayıp kibirli davranışlarıyla Ekho’nun
Saat kuleleri Avrupa’da 15’inci yüzyılda görülür. Osmanlı’da ise 19’uncu yüzyılda bu kuleler inşa edilir. İkinci Abdülhamid’in tahta çıkışının 25’inci yılında bir fermanla hemen hemen her Osmanlı şehrine saat kuleleri inşa edilmiştir.
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı da insandır.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Saat, M.Ö.4000’lerde Mısır’da, Güneş’in doğuşu ve batışı arasındaki süreyi ihtiyaçlara göre belirlemek için icat edilir. Güneş saati denilen bu düzenek, bir çubuğun yere doksan derece açıyla dikilmesinden oluşur. Güneş’in hareketiyle çubuğun gölgesi de yer değiştirir. Bu hareketin çevresi ölçüldüğünde gündüz vakti bölümlere ayrılır. Güneş saati, Mısır’ın yanı sıra Mezopotamya halkları ve akabinde Anadolu’da da kullanılır. Ancak gece işe yaramayan güneş saatinin yerini su saati alır. Bir kaptaki suyun dışarı akmasıyla kaptaki işaretler, ilerleyen zamanı gösterir. Ekonomi, tarım ve
Soba sohbet çemberi yaratır. Sıcaklığı bedeni ısıtır, görüntüsü ruhu hafifletir. İçinde yanan odun sesleri ninni gibi gelir, üzerine konulan kestaneler ise kabuklarını kızara kızara açınca sohbete lezzet verir.
Ateşin bulunması insanoğlunun karanlıklara karşı korkusunu yenmesinin yanı sıra çiğ yiyecekleri pişirmesine ve nihayetinde de ısınmasına olanak verir. Eş deyişle doğadan kültüre geçiş ateşin bulunmasıyla başlar. Ateşin yaydığı ısı, Mezopotamya denilen antik bölgede ilk merkezi devleti kuran Akad İmparatorluğu saraylarının ısıtılmasında işlevsel bir sistemin oluşmasına yol açar. Ateşin suyu ısıtmasıyla elde edilen buhar ise hamamların ortaya çıkmasını sağlar. Buna “Hypocaust (Hipokaust) sistemi” denir ve alttan merkezi ısıtma esasına dayalı bu sistem bir Roma icadıdır. Hamam mimarisinde ısıtma, saray mimarisinde ise ısınma amaçlı sistemler, Osmanlı’ya Romalılardan geçer. Osmanlı sivil, askeri ve dini mimarisinde ısınma, 19’uncu yüzyıla kadar ağırlıklı olarak ocak ve mangal ateşi sayesinde elde edilir.
Isınma denilince akla elbette şömine ve
Kars, kışın beyazın her tonuyla ışıl ışıl pırıldamasının yanı sıra çok kültürlülüğün renklerini barındırmasıyla yalnızca kendine benzer
Cemal Süreya’nın “beyaz uykusuz uzakta” sözleriyle tarif ettiği Kars, dans, müzik ve edebiyat şehridir. Urartular tarafından kurulduğu bilinir. Pers, Sasani, Gürcü, Ermeni dönemlerinden sonra 1064 yılında Sultan Alparslan tarafından fethedilince Selçuklular’ın egemenliğine girer. Zaman zaman Osmanlı-İran arasında el değiştirmesine rağmen, 1877 yılına kadar Türk idaresinde kalmış önemli bir sınır şehri ve Kafkasya’dan Anadolu’ya açılan bir kapı konumundadır. Bu stratejik konumu nedeniyle bölgesel güçler tarafından daima kontrol altına alınmak istenen bir yerdir. Kuzeyden Karadeniz, güneyden İran, doğusundan ise Gürcistan ve Ermenistan ile kültürel yakınlığı bağlamında sosyolojik olarak çok kültürlü bir yapıdadır. Bu durumunu koruması, Kars halkı açısından önemli bir zenginliktir. Şehrin kültürel mirası Urartu, Ermeni (Hay), Selçuklu, Osmanlı
Bursa’nın birçok mimari eserinde günlük hayatta kullanılan obje ve eşyada çini hep karşımıza çıkar. Çini ve ipek şehrinde; Uludağ soğuk su kaynağı, toprağın altı ise sıcak su deposudur.
Osmanlı’nın ilk payitahtı Bursa, UNESCO tarafından Kasım 2021’de Yaratıcı Şehirler Ağı’na dâhil edildi. Kültürel mirasına renk ve desen veren çinilerinin yanı sıra Osmanlı’dan bu yana ekonomisini şekillendiren ipek üretimi, Bursa’yı fark yaratan şehir olarak öne çıkarır. Geleneksel çini sanatı ile ipek üretimi, geçmişten bugüne Bursa’nın el sanatları, ekonomisi ve mimari süslemelerinde devamlılık gösterir. Bursa, gerek Bizans gerekse de Orhan Gazi’nin fethinden sonra Osmanlı dönemlerinde dinî, ticari ve siyasi kimliğiyle her daim ön planda olan bir merkezdir. Cumhuriyet döneminde de bu durum devam eder ve Bursa, günümüzde hem tarım hem sanayi hem de önemli bir turizm şehridir.
Bursa, Bizans döneminde Keşiş Dağı olarak adlandırılan Uludağ’ın (Herodot Tarihi’nde Olympos olarak
Geride bıraktığımız yılda, Mısır uygarlığının 18. Sülale dönemine ait kayıp “Altın şehir” Aten’in ortaya çıkarılması, arkeoloji dünyasının en çarpıcı keşiflerinden biridir. Altın şehir, bakalım bize neler anlatacak?
Kültür tarihine genel olarak bakıldığında çevre, iklim ve yer şekillerinin bazen doğrudan bazen de dolaylı yollardan insanın eylemlerine ve yerleşme biçimlerine etkilerini görürüz. Bu durumun en çarpıcı örneği Mısır uygarlığıdır. Ve Mısır uygarlığı, varlığını Nil Nehri’ne borçludur. Bununla birlikte Yakın Doğu tarihine baktığımızda şehir devletlerinin ve imparatorlukların nehir yakınlarında kurulup geliştikleri aşikârdır. Fırat, Dicle, Asi gibi büyük nehirler, Anadolu, aşağı ve yukarı Mezopotamya’ya hayat verirken Nil Nehri, Mısır uygarlığının varoluş sebebidir. Anadolulu tarihçi Herodot, “Mısır, Nil’in Mısırlılara armağanıdır” der. Nil’in kaynağı, günümüz Uganda’sında bulunan Viktorya Gölü’dür. Buradan doğan Beyaz Nil, kaynağını Etiyopya’dan alan Mavi Nil ile
Kültürel ve medeniyet dinamikleriyle ulaşabildiği her yeri renklendiren Anadolu için keşkelerin azaldığı bir yıl olsun
Kültürel gelişimini tamamlamış ve bu seviyeyi nezaket, zarafetleriyle özenle devam ettiren toplumların siyasi, ekonomik, sosyal hayatlarında, düne ait keşkeler yoktur veya çok azdır. Ne gün içinde bir kaygı taşırlar ne de yarınlara yönelik bir endişe. Keza dünden gelen keşkeler yoksa yarınlara yönelik endişeler de olmaz; böylece gündelik yaşam verimli, eğlenceli geçer ve yarınlara sürekli güzel hatıralar, hikâyeler taşır. Bütünsel anlamda birlikteliğin bütün imkânlarını kullanabilen toplumlarda millî, kültürel, inançsal, geleneksel pek çok âdet ve ritüeller vardır ve bunlar her zaman çok renkli bir şekilde kutlanır. Kutlamak kutsal olanı anmak anlamındadır.
Bir topluluğun kutsalları olmalıdır. Ve bu kutsallar yüzlerce hatta binlerce yıl öncesinden günümüze kadar o halleriyle muhafaza edilerek taşınmalıdır. Başta Avrupa, Afrika olmak üzere ve kısmen bazı Asya
Patara doğumlu Aziz Nikolaos’tur asıl adı. Güzel huylu ve cömerttir. Sonradan betimlenen figürü gibi tombul değil, aslında az yediğinden zayıftır. Yeni yıla Noel Baba etrafında örülen kutlamalarla giriliyorsa biz Anadolulular onun asıl kimliği ile kutlamalar yapmalıyız
Anadolu’nun ulu çınarlarından biri de “Noel Baba” diye bilinen Aziz Nikolaos’tur. M.S. 4’üncü yüzyılın ilk çeyreğinde Patara’da doğan Nikolaos, babasından kalan tüm mal varlığını, fakir fukaraya dağıtarak kısa sürede tüketir. Kendi isteklerine değil, ihtiyaç sahiplerine mal varlığını dağıtmakla ilahi cömertlik güzelliğiyle süslü, güzeller güzeli bir insan olarak ün salar tüm Akdeniz şehirlerinde. Erken Hristiyanlık döneminde Anadolu’yu ve tüm dünyayı şereflendiren bu güzel huylu, cömert ve iyi insan, İsa peygambere iman eder ve hacı olmak için Kudüs’e doğru gemiyle yola çıkar. Hac dönüşünde, dönemin Likya bölgesi sınırlarında kalan ve doğduğu şehir olan Patara’ya