Trabzonspor, Trabzonsporlulara 1976 yılını hatırlatıyor gibi!
Güçlü adımlarla şampiyonluğa koşuyorlar. Camiada keyifler yerinde, heyecan dorukta, yedisinden yetmişi beklemede, sabırla, özlemle, hasretle…
**
Buralara öyle hiç de kolay gelinmedi, gelmediler aslında…
Yıllardır çektikleri sıkıntıyı, yaşadıkları acıyı, bir Trabzonspor’u yıllardır yönetenler bilir, bir de Trabzonsporlular.
Gün geldi ağladılar, isyan ettiler! Gün geldi ‘Trabzonspor’dan başka takım taraftarı olma oğlum-kızım’ dedikleri çocuklarına hesap verdiler!
**
Nihayet seneler sonra iyi bir takım kuruldu, kurdular.
Burası Gümüşhane, burada hayat böyle!..
Hikâye Gümüşhane’de bir kahvehanede yaşanır.
Günlerden salı… Dışarısı buz gibi, lapa lapa kar yağıyor.
Kahvehaneye girenlerin ilk adresi; nar gibi kızaran sobanın başı…
Herkes pür dikkat Trabzonspor’un hafta sonu oynanmış maçını izliyor… Heyecan her zamanki gibi dorukta…
Hakemler başta olmak üzere kötü oynayan futbolculara eleştiri yağmuru hız kesmeden devam ediyor!
Sobanın başında önünü- arkasını döne döne ısıtanlar, görüş alanını kapattığı kişilerden azarı yiyor!
Fırçayı yiyen, süt dökmüş kediye dönmüşçesine bir sandalye kapıp arka taraflara bir yerlere geçiyor…
Katıldığımız TV ve Radyo programlarında anlatmışızdır, bir dostumuzun eşiyle seneler evvel Hamsiköy’de başından geçen ilginç hikâyeyi. Kaleme alıp köşemizde de yayımladık hatta…
Lige verilen arada dostlarımızın, okurlarımızın ricasını geri çevirmek olmazdı. Keyif alarak, gurur duyarak okuyacağınızı umuyoruz.
Anadolu’ya gidin, yaylalara çıkın…
Yıllarca yurt dışında ikamet etmiş aile ile (arkadaşımız Türk, eşi Amerika’da doğma-büyüme) dostluğumuz, işleri gereği İstanbul’a yerleştikten sonra başlamıştır.
Meslekleri gereği bayağı yer gezmiş ve görmüşler.
Arada bir buluştuğumuzda mevzu anılar ile açılır, taraftarı olduğumuz takımlar ile son bulurdu…
E bizi de yakinen tanıyanlar ne denli memleket ve Trabzonspor sevdalısı olduğumuzu bilir hani!
Galatasaraylı oyuncular futbol oynamayı özlemişler! İlk yarıda oynadıkları futbolu sezon başından bu yana oynayabilmiş olsaydılar; bugün belki de şampiyonluk hesabı yapıyor olurlardı. Deyim yerindeyse ilk yarı Trabzonspor’u adeta sahadan sildiler! Bu denli etkili olmalarının sebebi; sahada basmadık yer, pres yapmadıkları adam bırakamamalarıydı. O anlamda 11 kişi değil de 22 kişiymiş gibi oynadılar…
İlk yarı Uğurcan ve Dorukhan hariç sahada ne yaptığını ne oynadığını bilen yoktu. Anlayacağınız; ‘buz’ gibi havada ‘şeker’ gibi eridi bordo-mavili takımın orta sahası, başta Berat olmak üzere… Ne ayaklarında top tutabildiler ne iki pas yapabildiler ne de kanatları kullanabildiler…
39. dakikada ters ayakta yakalanmasına rağmen Uğurcan’ın müthiş refleksi olmasaydı, Galatasaraylı oyuncular ilk yarı fişi çekip işi bitirebilirlerdi. Ya 86 ve 90+5’te yaptığı inanılmaz kurtarışına ne demeli; kaptanın tek rakibi havayolu şirketleri!
İkinci yarı Siopis ve Ahmetcan oyuna girdikten sonra Trabzonspor oyunda dengeyi kurdu. Siopis’in de hakkını teslim edelim, müthiş oynadı… Cornelius,
Hikâyeyi, kulüplerimizi yönetenlere geleceğin de bir gün mutlaka geleceğini, bu bağlamda ayaklarını yorganlarına göre uzatmaları gerektiğini hatırlatıp, transfer dönemlerinde arada bir yayımlarız…
Bu vesileyle…
**
O, 50 yaşlarında, yarım akıllı, elbisesi çok dikişli, ağzında birkaç sağlam dişi, kafasında bir tutam saçı kalmış, kendi halinde yaşayan biriydi köyümüzde…
Üç-beş kişinin sığabileceği büyüklükte çatısı teneke kaplı, ahşap katlı bir barakada ayakkabı tamir ederdi beldemizde…
“Sen ne iş yaparsın?” diye soranlara da “Deliğe göre yama yapıyorum” lafını anında yapıştırırdı bizim köylü Hasan Ali…
**
Trabzonsporlu oyuncular şampiyonluğu garantilemişler, lig bir an evvel bitse de tatile çıksak havasına girmişler gibi! En azından dün gece izlediğimiz Trabzonspor bize o görüntüyü verdi.
Evet, Trabzonspor’un bazı maçlardaki oyunu vasattı ama dün izlediğimiz takım o günleri bile arattı…
Bu kadar vurdumduymazlık olmaz, olmamalı! Oyun, al gülüm ver gülüm; gereksiz yan ve isabetsiz paslar. Uzatmalar dahil son 15-20 dakika hariç boşa harcanan onca dakikaya yazık, günah değil mi?
**
Nwakaeme, Trabzonspor’un yarısıymış meğer…
Sen gel de Djaniny’i arama!
‘Ah Edgar ah’ diyesi geliyor insanın…
Tam bir yıl evvel Trabzonspor’da gelecek yılın planlaması yapılmalı demiştik bu köşede. Teşhis, tespit ve tedavinin sonuçları ortada; sevenlerini üzen Trabzonspor’dan, sevindiren Trabzonspor’a…
Bir yıl sonra aynı cümleyi tekrar etmekte, hatırlatmakta fayda var, önümüzdeki yılın planlaması…! Önümüzdeki sezon, bu yıl Avrupa kupalarında ve ligde umduğunu bulamayan kulüplerimizin durumuna düşmemek için… Tekrar şampiyonluğa oynamak için… Bahane üretmemek için…
İlk yarıya gelince…
Kaptan Uğurcan ancak böyle bir golü yiyebilirdi! James’in şans golü, kaptanın nazar boncuğu olsun diyelim. Trabzonspor da, merkezi kapatan, Ömür’ü unutan hatta boş bırakan Sivassspor’a ancak böyle bir gol atabilirdi. Hugo’nun can alıcı pasında Ali Şaşal’la karşı karşıya kalan Ömür, topu adeta iğnenin deliğinden geçirip golü atmış olsa da, ikinci yarıya Ömür’ün yerine Yusuf’u alarak Abdullah Avcı.
Ömür’ün beraberlik golünü
Lider Trabzonspor dümeni şampiyonluğa kırdı, tam yol ilerliyor!
Yediden yetmişe herkes mutlu, o anlamda her Trabzonsporlunun bir hayali var…
Puchacz ile Visca’yı alarak daha da güçlendiler.
İyi ki de sol bek almışlar, İsmail’i dün bir kez daha izleyince sol bekin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşıldı. Hatta stoperin de…
**
Sürekli topun arkasına geçen, kapanan, oyunu kendi sahasında kabul eden Malatyaspor’un amacı; iki arada bir derede araya bir gol sıkıştırmaktı…
İlk ve ikinci yarının son dakikalarında girdikleri iki pozisyon vardı… İlk yarıdaki pozisyon gol oldu diyelim, telafisi var, nasılsa zaman var…