MEB ile yabancı okullar arasında ciddi bir kriz var. Fransız okulları ile başladı, Alman okulları ile devam ediyor. Bakalım nasıl sonuçlanacak?..
Genel algı Robert, Alman, Avusturya, İtalyan liseleri ile bir sorun var yönünde. Oysa bu okulların varlığı Lozan Anlaşması ile yasal bir statüye kavuşturuldu ve MEB ile de bir sorunları yok.
Diğer Türk kolejlerden hiçbir farkları yok.
LGS ile öğrenci alıyor, aynı müfredatı uyguluyor, öğrenciler aynı diplomayı alıyor, üniversiteye de YKS ile giriyorlar.
İlgili ülkelerdeki üniversitelere gittiklerinde dil ve kabul konusunda havada kapılmasalar da diğer yabancı öğrencilere göre bir tık daha avantajlı olabiliyorlar.
Söz konusu akademik başarı ve yeterlilik olduğunda ise avantajlı olan hep daha iyiler oluyor.
Söz konusu okullar yabancı elçiliklerin kendi personeli ve vatandaşları için açılmış okullar.
Eskiden Türk öğrenciler alınmıyordu ama öylesine yoğun talep oldu ki bizim öğrenciler de kabul edilmeye başlandı. Çok uzun süredir de böyle devam ediyordu. Öğrenciler i&cce
Lise ve üniversitelere giriş maratonunda ilk aşama olan sınavlar tamamlandı, şu an tercihler ve yerleştirme ile yola devam ediliyor.
Peki LGS ve YKS yeterince adil, yeterince ayırt edici, yeterince yönlendirici ve en önemlisi de yeterince güven verici miydi?
Yapılan anketler, açıklamalar ve değerlendirmeler pek de bu yönde değildi. Özellikle hormonlu notlar, Ortaöğretim Başarı Puanı OBP, ek puanlar, zorunlu seçmeli ders benzeri zorunlu okul tercihleri ve öğrenim ücretleri velilerin yoğun eleştirilerine neden oluyor.
Şikâyetler havalarda uçuşuyor ama üzerine alınan yok. MEB, YÖK ve ÖSYM sanki bu işten hiç sorumlu değillermiş gibi olup bitenleri sadece izlemekle yetiniyor…
Sınavlar kalkar mı?
Sınavlar kalkmasa da umut tacirliğine son verilerek, sınava giren aday sayıları minimuma indirilebilir. Daha önceki uygulamalar bu yöndeydi ama nedense anaokuluna başlayan her öğrenci üniversite önüne yığıldı. Memnun olanı da bulmak mümkün değil, herkes karşı ya da şikâyetçi ama değişen hiçbir şey yok!..
MHP lideri Bahçeli, bir ara
Çocuk okutmak öylesine bir yük haline geldi ki altından kalkmak mümkün değil. Hele ki özel okullarda! Öğrenim ücretleri tıpkı kiralar gibi. Dur durak bilmiyor. Ne bir kural var ne de açıklanan tavsiye kararlarına uyan. Kiminle konuşsanız herkes kendine göre haklı. Veliler, özellikle de beyaz yakalılar bir aldıkları zamma bakıyor, bir de öğrenim ücretlerine gelen artışa, içinden çıkmaları, bu yükün altından kalkmaları mümkün değil!
“Parası olmayan çocuğunu özellere göndermesin” demek en ironik olanı!
Yarın aynı şaşı bakış “Parası olmayan çocuk yapmasın” hatta “yaşamasınlar” noktasına gelirse, “Nasıl oldu da böyle bir noktaya geldik?” diye hiç kimse şaşırmasın! Evlilik yaşı ya sürekli öteleniyor ya da hepten vazgeçiliyor, doğurganlık oranları mülteciler ve bazı bölgeler dışında her yıl daha azalıyor. Çocuğunun ve ülkesinin geleceği konusunda duyarlı olan hemen herkesi ürküten bu tablo, görünen o ki ne MEB’in,
Üniversite sınav sonuçlarının açıklanmasından sonra öğrenciler ve aileleri biraz olsun rahatlayacağına daha da tedirgin hale geldiler. Bırakın orta ve orta altı dilimdeki adayları, en tepedeki öğrenciler bile kararsızlıkların en büyüğünü yaşıyor.
“İstediğim bir yeri kazanacak mıyım, mezun olduğumda iş bulabilir miyim, o üniversite mi bu üniversite mi, şu meslek mi bu meslek mi?” benzeri sorular kafaları karıştırmaya devam ediyor. Hayaller mi yoksa iş mi? İkilem içerisindeler…
Mesleksizlik!
Her dönemde hayatımıza yeni kavramlar giriyor. Son yıllarda en dikkat çekenlerden biri de “mesleksizlik.” İşsizlikle birlikte öne çıktı. Öğrenim gördüğümüz alanda iş bulamayınca, “Ne iş olsa yaparım abi” noktasına gelindi ve devamında mesleği olmasına rağmen, “mesleksiz” duruma düşen milyonlar oluştu.
Diploma ile meslek sahibi olunacağını sandık, yanılgıların en büyüğünü yaşadık. Ülkemizin dört bir yanını üniversitelerle donattık, diplomalı sayısı arttıkça üretim ve kalitenin
Üniversite sınav sonuçları dün açıklandı. Yüzbinlerce evde heyecan dorukta. Sevinç de var, hüzün de.
Sınav sonuçlarıyla birlikte bir kez daha şapka düştü, kel göründü ama ortaya çıkan başarısızlığı ne MEB kabulleniyor ne de YÖK ve ÖSYM!..
Bu zorlu yarışta gece gündüz demeden alın teri döken, dirsek çürüten tüm adayların hayalini kurdukları üniversiteye ve mesleğe kavuşmalarını diliyoruz.
Üniversite giriş maratonunda asıl zorlu süreç şimdi başlıyor. Hangi üniversite, hangi kent, hangi meslek, vakıf mı, devlet mi, ev mi yurt mu, mezuna kalmak mı, yoksa bu yıl neresi olursa girmek mi?
Zor sorular, zor kararlar. İşte bu yüzden çok dikkatli olmak gerekiyor. İyi puanlar her kapıyı açan altın bir anahtar olmadığı gibi kötü puanlar da hayatın sonu değildir! Yeter ki paniğe ve karamsarlığa kapılmayın.
Kaçırdıklarınız ya da kaçıracaklarınız yerine girebileceğiniz yerlere odaklanın. Gerisi gelecektir…
Puanınızın ya da başkalarının sizi yönlendirdiği
Japonya gezisinde dikkatimizi çeken pek çok ayrıntı vardı ama en ilgi çekenlerden birisi de tüccarların, politikacıların ilk 5’te yer almadığı saygınlık sıralamasının en tepesinde çiftçilerin yani üretenlerin bulunmasaydı!..
Mühendis kadar işi sevgiyle yapan çırağa, kalfaya, ustaya da ihtiyaç var, veteriner kadar çobana, süt sağana, peynir yapana, tarla sürüp hasat yapana çiftçiye de...
Kimilerine göre bu yazdıklarımız çerden, çöpten konular gibi gözükse de hep birlikte dile getirmeye, haykırmaya ve tarihe not düşmeye ısrarla devam edeceğiz...
Küresel ısınma, kuraklık, kıtlık ve açlık! Doğal afetlerin en büyüğü kapımızda ama nedense bu hiç kimsenin umurunda değil.
Özellikle de MEB’in!
Okullarının kapanmasıyla köylerde hayat durdu. Köylü de kalmadı, çiftçi de. Ata mirası tohumlar, hayvancılık, tarım yok oldu!
Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun çok azı kentlerde yaşarken, şimdi çok azı kırsalda yaşıyor. Cumhuriyetin ilk yarısında kendi kendine yeten bir
İlle de bir şeyin yapılmasını istiyorsak, kendi doğrumuzdan başkasını gözümüz görmüyor.
Dayatmaya karşı olmayanımız yok gibi ama evde, işte, özelde, kamuda, sokakta, kahvede, parlamentoda ya da demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden herhangi bir yerde istişare edeni, eleştiriye hoşgörüyle bakanı ara ki bulasınız.
Karar almadan ya da kanun çıkartmadan önce değil de sonradan görüş alma alışkanlığımız var ve bundan asla vazgeçmiyoruz. En önemli düzenlemelerden bile iş işten geçtikten sonra haberdar oluyoruz. Bu yüzden de daha mürekkebi kurumadan değiştirilmeye başlanıyor ve ardı arkası kesilmiyor.
Örneğin müfredat programı son 20 yılda, 20 kez değişmiş. Örneğin öğretmenlerimize yönelik yasa ve yönetmelikler? Her defasında en iyisi bu deniliyor ama kalıcı olanı yok gibi.
Peki nerede hata yapıyoruz? Başkalarından beklediğimiz hoşgörüyü, toleransı, paylaşımı ve en önemlisi de istişare kültürünü önce kendimiz hayata geçiriyor olsak devamı gelecek ama “dayatma”yı seviyoruz.
Önce düşünüp
YKS sonuçlarının açıklanmasına sayılı günler kaldı.
Ve hemen ardından tıpkı liselere girişte olduğu gibi tercih süreci başlayacak.
Peki, sizler üniversiteli olmaya, üniversiteler sizi kucaklamaya, ülkemiz de üniversite mezunlarına istihdam olanağı sağlamaya hazır mı?
Yeni öğretim yılına hazırlanırken, yükseköğrenimdeki tabloya gelin hep birlikte bir göz atalım:
■ Bu yıl üniversiteli olmak için yola çıkan 3 milyonu aşkın adaydan sadece bir milyona yakını üniversiteli olacak, 2 milyonu ise bu hayalini sonraki yıllara öteleyecek.
■ Aldığı puana göre ilk beş tercihinden birine yerleşen ve o fakülteden mezun olmayı düşünenlerin sayısı, kontenjanlara bakıldığında 300 bini geçmez!..
■ Öğrenci sayısı açısından bakıldığında ise evet Avrupa’nın en çok üniversiteye ve üniversite öğrencisine sahip ülkelerinden biriyiz ama 7 milyon öğrencinin 3 milyona yakını açık ve uzaktan eğitimde öğrenim görüyor. 1.1 milyonu da iki yıllık meslek yüksekokullarında!
■ Diplomalı işs