Hemen her yıl 10 milyona yakın çocuk ve genç sınavlara giriyor.
Sadece üç sınava yani TEOG, YGS ve KPSS’ye giren aday sayısı 6 milyonun üzerinde.
Harcanan para, yıllar önce 10 milyar dolar civarındaydı.
Peki ya şimdi?
Dershaneler kapandı ve bu harcamalar azaldı mı?
Evet demek tam bir kandırmaca olur.
Değişen sadece isimleri oldu ve neredeyse her okul dershane haline geldi...
3. Eğitim Teknolojileri Zirvesi dün İstanbul’da gerçekleşti.
Bir grup genç bilişimcinin bir araya gelerek büyük bir özveriyle gerçekleştirdiği zirve, bu yıl da göz doldurdu. Devletin ve ilgili kurumların yapamadığını yapıp, bir nebze de olsa sektörü bir araya getirdiler.
Eğitim ve bilişim sektöründen çok sayıda yerli ve yabancı uzmanın katıldığı zirvede ilginç stantlar açıldı, önemli oturumlar gerçekleşti. Bunlardan biri de benim de katıldığım Sosyal Medya Oturumu’ydu.
Neler konuşulmadı ki!..
O mu bizi aldı yoksa biz mi onu? Çok tartışıldı, tartışılmaya devam edecek.
En önemlisi de, bilim üretmeden bilimi anlamamız mümkün mü ve bilimden, onun nimetlerinden ne kadar, nasıl yararlanıyoruz?
Zirveyle ilgili ayrıntılara www.egitimteknolojilerizirvesi.com adresinden ulaşabilirsiniz...
Trabzon’day- dım. Ne zamandır gitmemiştim. Üniversite de kent de pozitif yönde, bambaşka bir havaya bürünmüş ama denizi doldurup ranta dönüştürmeleri hiç hoş olmamış!
Peki, niye oradaydık?
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) bir ilke imza atarak, tarihte iz bırakan hemşehrilerini yeni nesillere tanıtma kararı almış. Bu çerçevede, gündeme taşıdıkları ilk isim Hıfzırrahman Raşit Öymen oldu.
Rahatsızlığı nedeniyle son dakikada gelemeyen Altan Öymen hariç, ailenin neredeyse tüm fertleri oradaydı.
Ben de oradaydım çünkü benim eğitim ve gazetecilik maceram onunla başladı.
Türkiye’nin en uzun soluklu dergilerinden olan Eğitim Hareketleri’ni 70’li yıllarda birlikte çıkardık. O usta, ben çıraktım ve bir anda dönemin en önde gelen eğitimcilerinin yazdığı dergiyi kucağımda buldum.
Gençlere güveniyor ve sorumluluk vermeyi de seviyordu. Daha liseden yeni mezun olmuş, üniversiteye yeni girmiştim ama güveniyordu. Çünkü kendisi de aynı yaşlarda Yeni Mektep dergisini çıkarmış ve Mustafa Kemal’in takdir ve desteğini almıştı. Kendi çocukları Altan ve Örsan Öymen de gazeteciliğe o yaşlarda başlamıştı!..
MHP’de sular durul- muyor. Görünen o ki daha uzun süre durulmayacak...
Genel başkan adaylarından Sinan Oğan önceki gün Genç Bakış’ta konuğumuzdu.
47 yılda sadece iki lider değiştiren MHP’nin artık gençlere teslim edilmesini savunuyor.
Bahçeli’ye saygısı sonsuz. Yıllarını onun yanında geçirmiş. Nikâh şahidi bile oymuş. Ama artık köşesine çekilmesini ve ağabeylik yapmasını istiyor.
İşte programdan önemli satır başları...
200’e yakın üniver- sitemiz oldu. Ama hâlâ içlerinde bir dünya markası haline gelen yok.
İlk 500’e ara sıra bazı üniversitelerimiz giriyor, hepsi o kadar.
Peki, içeride durum ne?
Eğer giriş puanlarına, manzarasına ya da yaptıkları reklama göre bir sıralama yaparsak bu çok yanıltıcı olur.
Dünyanın hemen her yerinde üniversitelere bakış açısı ve değerlendirme kriterleri değişti.
Yayın sayısı ve patentlerin bile çok önemi kalmadı, çünkü artık üretime dönüşen yayın ve patentlere, alınan uluslararası projelere, verilen burslara, bütçe dışı sağlanan kaynaklara bakılıyor.
İşte bu çerçeveden bir değerlendirme yapıldığında, ODTÜ açık ara önde gözüküyor.
Türkiye cep telefonuna 15 yılda 20 milyar dolardan fazla para harcamış.
Mobil cep telefonları için her ay cebimizden çıkan para da 5 milyar lirayı geçiyormuş.
Peki, arabaya, kozmetiğe, enerjiye, lüks tüketime ve nelere, ne kadar para harcadık?
Kimileri 500 milyar dolar diyor, kimileri bir trilyon dolardan daha fazla olduğunu iddia ediyor...
Peki, bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Beş üretip üç mü harcıyoruz yoksa üç üretip beş hatta on mu harcıyoruz?
Daha da önemlisi, sırtımızdaki borç kamburu inanılmaz boyutlara ulaşırken, ithalat için yaptığımız bu harcamalar ne kadar doğru?
Tıp fakültesi kurmak için hastane zorunluluğu vardı. Sonra kaldırıldı. Daha sonra bu konuda yine ciddi yaptırımlar getirildi. Ve görünen o ki şu an için böylesi bir yaptırım yok gibi. Kıyıda köşedeki bir hastaneyle anlaşan bir üniversite rahatlıkla tıp fakültesi kurabiliyormuş!
Daha da vahimi, kırk yıllık hastaneler ile yeni açılan hastaneler aynı kefeye konuluyor ve göz bebeği haline gelen donanımlı hastanelerin elleri kolları bağlanıyormuş...
Muş, muş diyoruz çünkü bu konuda çok yoğun tartışmalar yaşanıyor. Ayrıca YÖK Başkanı Saraç da tıp eğitiminde dünden bu güne bu konuda bir sıkıntı olduğuna hep dikkat çekiyor.
Ve bu konudaki önemli bir ayrıntı da Saraç’ın üç ay önce zehir zemberek eleştirdiği uygulamalara şimdi prim veriyor olmasıymış!
Böylesi değişim süreçlerini önceki YÖK başkanları döneminde de çok yaşadık.
Kesinlikle olmaz, bu konuda taviz mümkün değil dedikleri konularda, yukarıdan bir direktif, rica ya da temenni geldiğinde nasıl değiştiklerine çok şahit olduk.
Bu yüzden hiç yadırgamadık ama ne, ne kadar doğru, ne kadar abartılı ya da ne kadar manipüle ediliyor belli değil. Çünkü iddiaları dile getirenlerin de karşı çıkanların da hepsi anlı şanlı üniversiteler,
YÖK, daha doğrusu Yekta Hoca, arı kovanına çomak sokmaya bayılıyor.
Keyiften mi?
Kesinlikle hayır!
Eğer ortada bir sorun varsa, kendinden önceki başkanlar gibi, sorunları halının altına süpürmüyor, cesaretle üzerine gidiyor. Ama bunu yaparken ya adım adım ilerliyor ya da herkesi aynı kefeye koyuyor ve kurunun yanında yaş da yanıyor.
Örneğin kangren olmuş bir kolu kesmek yerine işe önce parmaklardan başlıyor ve bu işi yaparken de olaya, bu operasyonu en iyi kim yapar gözüyle değil, aynı statüde olan herhangi biri yapar diye bakıyor.
Ve daha da önemlisi, kendinden önceki imzaları, protokolleri, anlaşmaları, bir anda tek taraflı alarak yok sayıp yeni yaptırımlar getirebiliyor.
Ve şu soruyu kendine hiç sormuyor: