01.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
İntihar mektubunu okumuştum. Yazının Sadık Girit’e ait olduğu uzmanlarınca belirlenmişti. Mektubun bir köşesine Sadık’ın kanı sıçramıştı. İmla hatalarıyla dolu olmasına rağmen oldukça dramatik bir mektuptu. Yalnız mektubun bir yerinde “Herkes oğluma, kızıma canı gibi baksın” cümlesi yer alıyordu. Oysa kızını da öldürmüştü. Raporda bunun nedeni, “Belki mektubu yazarken kızını öldürmek gibi bir niyeti yoktu. Öldürmeye karar verince yazıyı değiştirmedi veya fırsatı olmadı.” şeklinde açıklanıyordu.
İntihar mektubunda Sadık şunları yazmıştı:
***
“her şeyimİ kaybettim, seNi seviyorum oğlum, hayaTıma son verİyorum, HatAlıyım, göRüşeceğiz bir gün, bu dünya ETMEe bulma Dünyası değİl Mi, BENİ affedin ÖLümüme üzülmeyin Dayanıklı olun ölenle ölÜnmez heRkEs oğluma kızıma Canı gibi baksın hakkınızı hElal edin Kendinizi koruyun hepinizi kucakLıyorum sizi sEviyorum Rabba koşuyorum ÖlüM allahın EmRi nasıl olsa sadık”
***
Cesedi ve sandalı bulanların kimliğini merak etmiştim. Dosyada iki isim yer alıyordu. Cesedi bulan Fahrettin Binici, sandalı bulan ise Kâmil Çan isimli iki balıkçıydı. Güzide’yi arayıp balıkçıların isimlerini verdim ve adreslerini bulmasını istedim. Tabii hayatta olmayabilirlerdi; sonuçta aradan yirmi dört yıl geçmişti. Ama merak etmiştim yine de…
Dosyayı masaya koyup dışarı çıktım. Zühre ile öğle yemeğimizi yedikten sonra Bitez’e hareket etmiştik. Ömer Akbaş, evdekilerin bildirdiğine göre hâlâ dönmemişti ve ne zaman döneceği hakkında bilgi sahibi değillerdi. Aramışlardı ama telefonlara cevap vermemişti. Bir kere bile arama yapmamıştı. Bu, durumu daha da şüpheli hale getiriyordu.
Yaklaşık on beş dakika sonra döner kavşaktan Bitez yoluna sapmıştık. Solumuzda camiyi, sağımızda adliye binasını ve birkaç gün önce cinayet kurbanlarının toprağa verildiği mezarlığı geçerek Bitez’in içlerine doğru iniyorduk.
Ömer Akbaş’ın evi daha doğrusu malikanesi Pınarlı Caddesi üzerinde büyük bir bahçe içinde müstakil lüks bir villaydı. Tepede bir yerde olduğu için deniz manzarasına sahip bir yerdi. Bahçenin içinde Şevki Kartal’ın bahçesinde olduğu gibi mandalina, portakal, limon ağaçları vardı. Evin kâhyası olan Kasım Topçu adında biri bizi karşıladı. Elli yaşlarında sağlam görünüşlü, orta boylu, esmer, kavruk biriydi. Bizi dışarıda evin verandasında ağırladı. Kasım, Zühre’nin telefonlarına çıkan hizmetliydi. Bahçede iki kişi daha bulunuyordu. Birisi bahçe işleriyle uğrayan bahçıvandı, diğeri ise ayak işlerine bakan başka bir görevliydi muhtemelen. Evin hizmetçisi yanımıza gelip ne içeceğimizi sordu. Ben bir bardak su, Zühre de her zamanki gibi bir bardak çay istedi. “Hemen getiriyorum efendim.” diyen otuzlu yaşlarında şivesinden yabancı olduğu anlaşılan güzelce hizmetçi eve doğru seğirtti. İçeride aşçı olduğunu tahmin ettiğim bir kişi daha vardı. O da şişman bir kadındı. Hizmetçi siparişleri ona söyledi; o da hemen mutfağa girdi. Oturduğum yerden içerisini görebiliyordum. Oldukça şık döşenmiş bir malikâneydi.
Muhatabımız Kasım Kâhya olacaktı anlaşılan.
“Ömer Bey eşiyle mi gitti?”
“Efendim eşi Nevin Hanım, üç yıl kadar önce sizlere ömür. Kanserden kaybettik.”
“Başınız sağ olsun.”
“Dostlar sağ olsun.”
“Siz ne zamandır burada çalışıyorsunuz?”
“Otuz yıldır Ömer Bey’le birlikteyim. Sağ olsun beni hiç bırakmadı; hep arka çıktı. Hakkını ödeyemem.”
“Bu iş seyahati mi, gezi mi?”
“Gezi efendim. Önce Avrupa, Paris, Londra, sonra da New York’a gidecekler. Ne zamandır gitmek istiyordu. Oraları dünya gözüyle görmek istiyordu. Özellikle New York’u çok merak ediyordu.”
“Çocuğu var mı?”
“Yetişkin bir kızı var. O da Avrupa’da babasıyla birlikte… Zaten Londra’da yaşıyor. Paris ve Londra’da babasıyla birlikte olacak. Ama Ömer Bey New York’a kardeşiyle gidecek. Orada tanıdıkları çok. Sanırım şu anda oradadır.”
“Peki telefonlarını açmıyor mu?”
“Açmaz. Telefonla konuşmasını sevmez. Çaldığını duysa da özellikle açmaz. Eğer önemli görürse sonra kendisi arar. ‘Beni aramışsınız ne var?’ diye sorar. Kısa konuşur uzatmaz. Cep telefonlarına karşı bir antipatisi vardır. Takıntı halinde o telefonların beyin kanseri yaptığına inanır. Bu yüzden gerekli görmedikçe asla açmaz ve de aramaz.”
“Peki polis arıyor diye mesaj attınız mı? Kendisiyle konuşmak istediğimize dair bilgisi var mı?”
“Aradık açmadı. Mesaj attık ama geri dönmedi. Bir kere aramıştı gittiğinden beri, o kadar. Sizin aradığınızı ona ilettik ama dediğim gibi geri aramadı.”
“Hep böyle midir?”
“Evet. Seyahate gidince hep böyledir. Dünyayla ilişiğini keser ve gittiği yere adapte olmaya çalışır. Burayı hemen unutur. Çok eğlenir gittiği yerde. Komiserim siz niye arıyorsunuz tam olarak Ömer Bey’i? Biz sizin neden arayıp sorduğunuzu bilmiyoruz. Bize sorarsa ne diyelim? Önemli bir şey mi var?”
Bu arada hizmetçi gümüş bir tepsiyle su ve çayı getirmişti.
Hizmetçi uzaklaşınca dayanamadım sordum. “Nereli bu hizmetçi?”
“Azeri kendisi.”
“Anladım. Ömer Bey’in eski arkadaşları cinayete kurban gitti, belki duymuşsunuzdur. Kendisine sormak istediğimiz bazı sorular vardı. O nedenle arıyoruz.”
ARKASI YARIN...