20.11.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Antik Yunan’da kadın karakterlerin erkekler tarafından oynandığı cümlesi bile yeterince komik geliyor. Diğer yandan ilk kez kadın oyun yazarları ile ilgili uluslararası bir festivalin düzenlendiğini düşününce aldığımız yolun arpa boyu ile ölçülmesi absürt olmaz. Devlet Tiyatroları’nın bu yıl ilkine imza attığı 16 Kasım’da başlayan ve 23 Kasım’a kadar sürecek olan Uluslararası Kadın Oyun Yazarları Tiyatro Festivali bu sebeple oldukça anlamlı. Ankara DT’ndan Pembe Akgün’ün yazdığı, Betül Feyizoğlu Gökçer’in yönettiği “Periferi”, Brezilya’dan Jéssica Teixeira’nın yazdığı “A.L.S.O”, Fas’tan Rim Mejdi’nin yazıp-yönettiği “Sonsuzluk”, Almanya’dan Anke Retzlaff’ın yönettiği “Rüya Makinesi”, İstanbul DT’ndan Karden Kasaplar’ın yazdığı, Laçin Ceylan’ın yönettiği “Bir Peri Masalı Radyum Kızları” ve Elena Bucci ve Marco Sgrosso’nun yazıp-yönettiği “Kadın Kahramanlar” Atatürk Kültür Merkezi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Biz de festivalin kadın oyun yazarlarının görünürlüğü açısından nasıl bir önem taşıdığını perdenin ardındaki kahramanlara sorduk.
Anke Retzlaff: “Sahneyi kadınlara devretmesini takdirle karşılıyoruz”
Tiyatro, iktidar yapıları ve kurumlar içindeki konumları, biçim ve estetik geleneği, öykülerin ve karakterlerin içeriği ve aracılığı, süreklilik açısından erkeklerin egemen olduğu bir sanat biçimi olmaya devam ettiği için, son olarak ama en önemlisi, kadın yazarların ve yönetmenlerin günümüze kadar sürekli yetersiz temsil edilmesi açısından Türkiye Devlet Tiyatroları’nın kenara çekilip sahneyi kadınlara devretme çabasını takdirle karşılıyoruz.
Jéssica Teixeira: “Sanat tarihindeki yerimizi yazmak bize düşer”
Çoğunlukla erkeklerin yazdığı gösterileri okuyarak büyüdüm. Çünkü tarihsel ve sosyal olarak; çalışmak, yazmak, oy vermek ve para kazanmak erkek olarak doğduğunuzda her zaman daha kolaydı. Şu anda dijital bağlantılarla, kadınların, engellilerin, siyahların, yerlilerin yazdığı her şeyin daha ilginç ve orijinal olduğunu hissediyorum. Çünkü bu tam olarak daha gerçek veya en azından benim gerçekliğime daha yakın bir bakış ve yaşam tarzı. Bu gerçeği dikkate almak önemlidir. Gerçekliğimiz. Çünkü biz gerçeğiz, ancak erkekler her şeye daha hızlı ve daha kolay bir şekilde eriştiği için bu tarihsel kayıtlarda sık sık yer almıyoruz. Etrafımıza bakıp yalnız olmadığımızı anlamak önemli. Sanat alanında çalışan ve tiyatro için yazan tanıdığımız birçok kadının kalitesini, kabiliyetini vurgulamak önemli. Erkekler bunu yüzyıllardır yapıyor. Dünyadaki ve sanat evrenindeki gerçek tarihimizi bedenlerimizle yazmak ancak bize düşer.
Karden Kasaplar: “Uzun bir uykudan uyanmış gibiyiz”
Festivalin çabası için “kadın yazarların görünür olması” fazla naif bir beklenti bence. Festivalde izleme şansı bulacağımız eserlerin yazarları zaten kişisel ve toplumsal olanı cesaretle ortaya koydular. Şu anda kadınlar için yazmanın ya da herhangi bir alanda üretmenin özgürleştirici bir eylem olması için epey yol alındı. Hatta kadın olma hâlinin sanat üretimiyle yan yana düşünülmesi için bile çok çaba sarf edildi. Bu da elbette hangi cinsiyette doğduğunla değil kurumların neye yasak koyduğu ya da kadının neyi yapması için yüreklendirdiğiyle alakalı. Uzun bir uykudan uyanmış gibiyiz, zekâmızı ve yeteneğimizi şekillendirmek artık bizim elimizde. Festivalin aslında tüm bu süreci, tüm bu değişimi görünür hâle getirdiğini söylemeliyiz. Evet hâlâ yoldayız, neden geciktiğimizi sorana bu zahmetli süreci gösterebildiğimiz sahnemiz var.
Elena Bucci: “Farklılıkları hoş karşılayan bir dünya için buradayım”
Erkekler ve kadınlar arasındaki aptalca karşıtlığı sürdürmek için burada değilim. Sanatın ve tiyatronun her canlıya merak, saygı ve sevgi katabileceğini, kendini ifade etmesine izin verebileceğini, atalarımızın çağlar boyunca geliştirdiği, her canlının kendi yeteneğini geliştirmesini sağlayan enstrümanları kullanılabilir kılabileceğini hayal etmek için buradayım. Milyonlarca farklılığı koruyan ve hoş karşılayan bir dünya hayal etmek için buradayım; fil ve kelebek gibi güç ve kırılganlığın bir arada var olabileceği bir dünya. Bu festival, ne kadar geçerli ve nitelikli olursa olsun, genellikle karanlıkta bırakılan bir eseri daha fazla güç ve kararlılıkla aydınlattığı için, belki de icra eden, kendisine ait olmayan bir iktidar dili konuşmak ve erkekler dünyasının stratejilerini kullanmak istemediği için çok yerinde. Bu festivale izin vermek için, birilerinin yakın gelecekte tüm festivallerin eşit fırsatlar sunmasını şiddetle istemesi gerekiyordu. Sanat cinsiyete, yaşa, sosyal statüye, etnik kökene, dile bakmaz, sadece bizi güldüren ve ağlatan, bizi başka bir yere, hepimizin geldiği bir yere götüren yetenek mucizesine bakar.
Pembe Akgün: “Sayı arttıkça görünür olma olasılığı azalmakta”
Günümüzde kadınları; madenlerden uzaya, futboldan boksa, bilimden sanata daha önce erkeklere ait olduğu iddia edilen hemen her alanda varlık gösterirken görüyoruz. Yazın alanında da sayıları her geçen gün artmakta. Tabii bu sayı arttıkça da görünür olma olasılığı azalmakta ne yazık ki, özellikle de tiyatro gibi disiplinlerarası, yoğun ekip çalışması gerektiren alanlar söz konusuysa.
Devlet Tiyatroları’nın bir süredir üzerinde önemle durduğu yerli kadın oyun yazarları ile yönetmenleri bir araya getirme gayretini bu sebeple çok önemli ve değerli buluyorum. Ayrıca bizlerin eserlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmak adına da çok kıymetli. İki gün boyunca İstanbul seyircisiyle birlikte olma fikri bir hayli heyecan verici açıkçası. İstanbul’un ülkedeki tiyatro dünyasının nabzını elinde tuttuğu, kendini başka bir yerde konumlandırdığı da malum. Bu tür buluşmalar sayesinde İstanbul’da tiyatro yapanların da İstanbullu seyircilerin de “Anadolu’da(!)” yapılan işlerin bazılarını görme şansları oluyor diye de mühim.