31.10.2021 - 06:56 | Son Güncellenme:
Can Şişman - Senim Tanay Karakuş / Milliyet.com.tr - Pandemi sürecinde ruh sağlığımız olumsuz yönde etkilendi. Yapılan araştırmalar, koronavirüs ile birlikte pek çok kişinin ruhsal sıkıntılar yaşadığını ortaya koyuyor. Buna son örnek ise saygın tıp dergisi The Lancet'in yayımladığı bir araştırma. 9 Ekim'de yayınlanan araştırma, Kovid-19 sırasında majör depresif bozukluklar ve anksiyete problemleri konusunda yapılan ilk çalışma özelliğine sahip oldu. 204 ülkeden farklı yaş ve cinsiyet gruplarının pandemiden nasıl etkilendiğini mercek altına alan araştırmanın sonuçları oldukça enteresan...
Pandemin en sert etkisinin yaşandığı 2020 yılında küresel çapta depresyon rahatsızlığı yüzde 28, anksiyete bozukluğu ise yüzde 26 oranında arttı. Araştırmaya göre kadınlar erkeklere göre daha fazla depresyon ve anksiyete problemi yaşadı. Kovid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete vakalarının artışında Avrupa'da ilk sırada yer alan ülke ise Türkiye. Uzmanlar, Türkiye'de ortalamanın üzerinde bir artış yaşandığına dikkat çekti. Araştırmaya göre, Türkiye dışında İran, Arjantin, Meksika, Peru, Şili, Güney Afrika, İran, Mısır ve Pakistan gibi ülkelerde de pandemiyle ilişkili depresyon ve anksiyete problemlerinde artış kaydedildi.
Peki, tüm bunlar ne anlama geliyor? Neden Batı ülkelerden ziyade daha çok Latin Amerika ve Orta Doğu ülkelerinde Kovid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete vakalarında artış yaşandı? Konuyu Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Doç. Dr. Koray Başar ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu ile konuştuk.
'BEKLENİLEN BİR DURUMDU'
"Depresyon ve anksiyete ilgili dünya genelindeki artış Kovid-19 ve benzeri süreçlerde beklenilen bir durumdu..." Bu sözler Doç. Dr. Koray Başar'a ait. Başar, pandemiyle birlikte ortaya çıkan belirsizlik ortamının dünyanın tüm bölgelerinde ortak bir sıkıntı doğurduğunu söyledi. Gösterdiğimiz tepkilerin olağan olduğunu ancak tüm duygusal tepkilerin de hastalık boyutunda olmadığını belirten Doç. Dr. Başar, "Kişilerin koronaya yakalanmaları, karantinaya girmek, sevdiklerini kaybetmek, ekonomik zorluk, eğitimdeki aksamalar, geleceği öngörememe... Bunlar tüm toplumlarda stresle ilişkili ruhsal bozuklukların artmasına ve yaygınlaşmasına neden olan faktörler" dedi.
Pandemiyle birlikte derinleşen sosyo-ekonomik güçlüklerin de Türkiye’deki psikiyatrik tablonun kötüleşmesinde rol oynadığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu ise, “Geçim kaynağının kesilmesinin, depresyon ve kaygı bozuklukları hatta intihar girişimi için tetikleyici rol oynadığı bilinen bir gerçek” ifadelerini kullandı.
'EN TEMEL FAKTÖR BELİRSİZLİK'
Pandemi süreciyle birlikte özellikle toplum içindeki eşitsizliklerin daha vurgulu hale geldiğini belirten Doç. Dr. Başar, kadınların erkeklere göre daha çok ruhsal problemler yaşamasını da buna örnek olarak gösterdi. Başar, Lancet dergisinde yapılan araştırmada Türkiye'nin Avrupa genelinde Kovid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete problemlerinde en çok artış yaşanan ülke olmasını dikkat çekici bir sonuç olarak yorumlasa da, daha güvenilir bir veri için biraz daha beklenmesi görüşünde. Yaşanan ruhsal problemlerin en temelindeki faktörün belirsizlik olduğunu söyleyen Başar, "Belirsizliğin toplum düzeyinde nasıl yönetilmiş olduğu, toplumlar arasındaki farkı açıklayabilir" diye konuştu.
'BATI AVRUPA VE AMERİKA'DA ÇOK DAHA FAZLA YAYGIN'
Türkiye, son dönemde aralarında 'Camdaki Kız', 'Kırmızı Oda' ve 'Masumlar Apartmanı'nın da olduğu pek çok psikoloji temalı diziyi izliyor. Reyting rekorları kıran bu dizilerde psikolojik rahatsızlıkları bulunan karakterlerin öykülerine yer veriliyor.
Doç. Dr. Koray Başar, "Türkiye'de ruhsal bozukluk yaygın olduğu için psikoloji temalı diziler çok izleniyor" görüşüne katılmadığını dile getirdi. Başar, "Türkiye'de Kovid-19'la ilişkili artış daha fazla olabilir ama toplum geneline baktığınız zaman Türkiye'de depresyon ya da anksiyete rahatsızlığı diğer ülkelerden daha fazla demek doğru değil" dedi. Başar, ruhsal açıdan diğer ülkelere göre pandemiden daha fazla etkilenmiş olsak da, Batı Avrupa ya da Amerika kıtasında depresyonun Türkiye'ye göre daha yaygın olduğunu söyledi.
ÖNEMLİ OLAN DOĞRU MESAJ
Prof. Dr. Başar, televizyon dizilerinde depresyon, anksiyete bozukluğu ya da obsesif kompulsif bozukluk gibi rahatsızlıkların doğru şekilde ele alınmasının toplumda olumsuz bir etki yaratmayacağı görüşünde. "Önemli olan doğru mesajları vermek" diyen Prof. Dr. Başar, "Dizilerde bu konuların ele alınması hastalığı yaygınlaştırmaz" diye konuştu.
İnsanlarda bu tip hastalıklara dair farkındalık yaratması bakımından dizilerin doğru mesajlar verdiği sürece doğru bir adım olduğunu belirten Başar, "Ancak işin uzmanlarının daha çok ses çıkartması gerekiyor" uyarısında da bulundu.
Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu’na göre söz konusu dizilerin ilgi çekmesinin en önemli nedeni, hikâyelerin uyarlama da olsa gerçekte yaşanmış olması ve ilk kez bu tür senaryoların izleyici karşısına çıkması. "İzleyici her zaman yaşanmış hikâyelere ilgi gösterir" diyen Baripoğlu, bu ilginin psikiyatrik hastalıkların çok sık görüldüğüyle ilgili bilgi vermeyeceğini, sadece toplumun bu konulara ilgi duyduğunu gösterdiğini belirtti.
Baripoğlu, “Kendisi psikolojik sorunlar yaşayan kişilerin bir kısmı bu dizilerde kendi sorununa benzer sorunlar görüp, umudunu yükseltecek mesajlar alıyorsa diziyi de izliyor” diye konuştu.
'OLUMLU BİR YERDEYİZ AMA YETERLİ DEĞİL'
Türkiye'de ne yazık ki psikiyatristlere ya da psikologlara yıllardır 'deli doktoru' gibi oldukça yanlış bir etiket yapıştırılıyor. Her ne kadar son dönemde bu algı yavaş yavaş değişse de atılan adımlar oldukça kısıtlı. Doç. Dr. Koray Başar, "Geçmişle kıyasladığımızda aynı yerde saymadığımızı düşünüyorum" dedi.
Ruhsal bozukluklarla ilgili toplumdaki bilgi düzeyinin eskiden çok daha düşük olduğunu hatırlatan "Hem uzmanların bilgisi hem de tedaviyle ilgili imkânların artması son dönemdeki önemli değişimler arasında" diyen Başar, Türkiye'de depresyon ya da anksiyete gibi rahatsızlıkların farkındalığı noktasında daha olumlu bir yerde olduğumuzu ancak bunun yeterli olmadığını söyledi. Bu hastalıklarla ilgili yanlış bilgilerin ve olumsuz inanışların toplumsal bilinçlenme konusunda büyük sıkıntılar doğurduğunu hatırlatan Başar, "Salgınla birlikte bu bilinçlenmenin gerekliliği çok daha büyük önem kazandı" dedi.
‘TEDAVİYE GİTMİYOR, GİTMEK İSTEYENİ DE ENGELLİYOR’
“Tüm psikiyatrik hastalıkların bilinirliği anlamında geçmişe göre daha iyi durumdayız” diyen Uzm. Dr. Semra Baripoğlu da, psikiyatrik hastalıkların gerek yazılı gerekse görsel medyada sıkça gündem olduğunu belirtti. Baripoğlu, “Ancak tabii ki her çağda olduğu gibi bu çağda da gerçeği görmekten kaçınan, inkâr eden insanlar var ve bu kişiler ihtiyaç duyan kendileri de olsa, yakınları da olsa psikiyatrik tedaviye gitmiyor ya da gitmek isteyeni engelliyor. Yani tedaviye ulaşmanın önünde önemli bir engel oluşturuyor” vurgusunu yaptı.
YETERLİ HİZMET ALAMAMAK TEDAVİDEN UZAKLAŞTIRIYOR
Türkiye’de insanların Batı ülkelerinden farklı olarak karşılaştığı en büyük sorunun ise ‘tedavi hizmetine ulaşmak’ olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu, “Psikiyatrik hastalıklar en az 6 ay, bazı durumlarda yıllarca doktor ve psikoterapist takibinde kalınması gereken hastalıklardır. Bireyler, devlet kurumlarındaki yetersiz istihdam ve yataklı servis hizmeti, özelde de ekonomik nedenler sebebiyle zamanında ve gereken süre boyunca yeterli tedavi hizmeti alamıyorlar. Bu da insanları, psikiyatrik tedavi alma çabasından uzaklaştıran bir faktör” diye konuştu.
“Aileler kendi üzerlerine düşeni yapamadıkça hastaya yükleniyor. ‘İş sende biter, gayret göster’ gibi söylemlerle ilişkiler zedeleniyor” diyen Baripoğlu, şunları da sözlerine ekledi: “Oysa sosyal bir devlette psikiyatrik hastalığın acil tedavisinden sonra rehabilitasyon süreci de aileye yük olmadan devam ettirilir. Böylece hastaların takipte kalması, ailelerin hastalık hakkında bilinçlenmesi daha iyi bir düzeye getirilebilir.”
TEDAVİ EDİLMEDİĞİ TAKDİRDE...
Depresyon ve anksiyete hayatımızı nasıl etkileyebilir? Doç. Dr. Koray Başar, depresyon ve anksiyetenin insanların bireysel, sosyal ve mesleki yaşantılarında ciddi kayıplara neden olduğunu vurguladı. Başar, "Yaygınlıklarıyla ilgili bu kadar çok endişe edilmesi ve tedaviye erişimin sağlanması konusunda çaba sarf edilmesindeki temel sebep bu" diye konuştu.
Depresyon ve anksiyetenin kişilerin hayatını 7 gün 24 saat etkilediğini söyleyen Başar, "Depresyon ve anksiyete gibi rahatsızlıklar tedavi edilmediği takdirde kişiler işlerini kaybedebilir, okula devam edemez hale gelebilir" diyerek şunları söyledi: "Bu tip rahatsızlıklar tedavi edilmediği takdirde kişinin kendisi ve yakınlarını ciddi bir yük altında bırakır."