Haftanın anlam ve önemi belli!
Bu hafta, aydınlık yarınlarımıza, geleceğimiz çocuklarımıza armağan!
Lakin geliyor 23 Nisan! Neşe dolmaya çalışıyor ama bu şartlarda başaramıyor insan!
Gündem gri, ortalık kutlamalara pek de müsait değil sanki! Ya zaten çocuklar da eski çocuklar değil ki! Valla hepsi demeyeyim tamam da çoğunluğunda hep bir atar gider hali!
Yeni nesil çocuklar, hep bir şeylere karşı hep bir şeylere öfkeli!
Sorsan, ergenlermiş onlar- anlayışlı olmamız lazımmış! Biz de çocuk olduk, ergenlik de geçirdik- değil anlayış beklemek, ‘anlayışlı olun’ bile diyemedik!
Yaramazlık yapınca, gürültü patırtıyla büyüklerin sinirini zıplatınca; ‘Otur oturduğun yerde’ derdin ne! Kendine gel, ne yaptığının farkında mısın sen!’ diye ardarda sıralanan sorulara bile cevap veremezdik! Hasta olsak, ‘uyuyunca geçer’di. Midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi. Kâbus görsen, ‘Oyuncaklarını düşün, uyu!’ derlerdi. Öyle bir şeylere üzülmeye, depresyona girip hayata küsmeye de hakkımız yoktu. ‘Yediğin önünde, yemediğin arkanda! Rahat batıyor sana!’ der geçerlerdi. Şimdiki çocukların keyfi, paşalar gibi! Çocuk azıcık suratını assa düş pedegog yollarına!
Okulda kötü not mu aldı, suçlu çocuk mu? Asla!
Ona dersi anlatamayan o yüzden de iyi not almasını sağlayamayan öğretmenler dururken çocuk mu azarlanacak, yapmayın Allahaşkına!
Çocuk dediğin birey, eve bir şey alınırken, tatil planı yapılırken, misafir çağırılırken onun da fikri alınacak mutlaka! Çocuk, size bağırabilir, kızabilir ama siz ona değil bağırmak, sesinizi dahi yükseltemezsiniz, onun hakları var ya!
Biz de çocuktuk ama böyle haklardan mahrumduk!
Ama inanın şimdiki tablet çocuklarından çok daha mutluyduk!
Elimizde istediğimiz kişiyle anında konuşabildiğimiz, oyun oynayabildiğimiz cep telefonlarımız yoktu. Ahizeli telefonlara kimin aradığını bilmeden, herkesten önce ilk alo’yu diyebilmek için koşan heyecanlı çocuklardık biz! Ders çalışmayınca azar işten, ‘Eti sizin, kemiği bizim’ denilerek öğretmenlere teslim edilendik. Karneye zayıf gelecek diye geceleri uyuyamayan, kötü not alınca utanan bir nesildik. Şimdiki gibi binlerce kanallı uydulu televizyonlarımız yoktu bizim, yayın bitince okunan İstiklal Marşı’nda ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunurduk, onurluyduk!
Gazetelerden günlerce kupon biriktirilerek sahip olduğumuz Ana Britannica, Meydan Larousse gibi ansiklopedilere özel dolap yaptıran, kıymetli bir hazine gibi sahip çıkan dönemin eğitime, bilime, kültüre önem veren çocuklardık. Büyüklerine, ailelerine cevap veren hatta dövüp söven şimdinin arsız ve saygısız çocukları gibi değildik. Otobüslerde, hamile, yaşlı teyze ve amcaları gördüğümüzde yerimizi onlara vermek için ayağa kalkmak gerektiğini bilirdik.
Çikolata yiyince sevinir, bayram gelsin de sınırsız şeker yesek diye beklerdik. Adım başı pastane de yoktu biz çocukken, pötibör bisküvi arasına sade lokumu bastırıp pasta niyetine afiyetle yerdik.
Okul formalarımız siyah-beyazdı, çoraplar farklı, saçlarımız toplanmamış olamazdı.
Okul sadece ders demek değildi bizim için, sosyalleşme yeriydi. İlk aşklar, okulun koridorlarında bakışarak yaşanırdı, bahçede buluşulur- bahçede toplanılırdı. Okul piknikleri olur, çimlere yayılır, top oynanırdı. Sahi top vardı, takımlara ayrılıp istop-yakantop oynadığımız, şimdilerde tabletler- telefonlar var, yattığımız yerden kurcalayıp, oyun oynadığımızı sandığımız!
“Bizim zamanımızda” diye başlayan cümleler kurmamaya söz vermiştim ama tutamadım kendimi! Eskiden daha güzeldi her şey, daha naif daha masumdu, en masum olan da çocukluktu!
Nasıl tuhaf bir ironidir ki, küçükken bir an evvel büyümek, büyüyünce de çocuk olmak istiyorsun!
Belki de hayat, bir çocuğun söylediği gibiydi;
“Hem vuruyorsun hem ağlama diyorsun!”
Hayalleriyle ve azmiyle koskoca bir milletin kader ini değiştiren Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm çocukların ve içindeki çocuğu hep saklayanların günü mutlu olsun!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mız kutlu olsun!
……………………….*………………………..
TOM & JERRY
Çocukluk deyince de benim için ille de onlar ille de onlar!
Taş Devri, Jetgiller, Clementine, Hollywood Yaramazları ile büyüyen, şimdilerde animasyon denen bilgisayar mahsulü filmlerin değil de anam- babam usulü, el emeği göz nuru ile çizilen çizgi filmler döneminin çocuğuyum ben!
Çok da seçeneği olmayan ama olan seçeneklerin tadını da en iyi çıkaran nesildenim, çok şanslıyım diyebilirim!
Ama en çok hangisini severdin diye sorarsanız, cevabını hiç düşünmeden verebilirim;
Dünyanın en deli en kaçık kedi ile faresi, Tom ve Jerry!
Şimdiki zamanın Koca Ayı ile Maşa, Pepee ile büyüyen çocukları bilmez Tom ve Jerry’i!
Hiç konuşmanın olmadığı bu çizgi filmde, evin kedisi Tom’un ezeli düşmanı minnak fare Jerry’i yakalamak için uğraşırken, küçükken fark etmediğim ancak şimdi farkına vardığım derin öğretiler mevcut! En bariz olanı, küçük olanın büyüğe galip gelebilmesi ve bunun izleyicilere özgüven hissettirmesi! Yine günlük hayatta sık karşılaştığımız, ‘tam da benim oldu diye sevinirken elinden kaçırmanın’ çizgi filmcesi! Ne severdim, kedi Tom’un o heybetli o sinirli duruşuna karşı saftirik halleri, fare Jerry’nin ağzını ve gözlerini kocaman açarak bir şeylere sevindiği sahneleri! Asıl içtendi geçirdikleri duygular, ne gerçekçiydi o mutluluk halleri!
Bunun yanında bir nesile klasik müziği sevdirmiştir Tom ve Jerry! Klasik müziği temalarla bütünleştirerek yalın bir çizgi filmi, çok renkli bir müzikale çeviriyorlardı. Bu bol aksiyonlu kedi- fare oyununda sadece rol yapmakla kalmıyor, klasik müziğin neşeli ezgileriyle dans da ediyorlardı.
Tom ve Jerry’nin hikayesi, 1940 yılında başlıyor. Bu da, babamın dahi doğmadığı bir zamana işaret ediyor. William Hanna ve Joseph Barbera tarafından yaratılmış bu kısa çizgi filmler serisinde, ev kedisi Tom ile gizli gizli aynı evde yaşayan fındık faresi Jerry arasında geçen şiddetli ve komik mücadele anlatılıyor. Bu kült serinin yaratıcıları olan Hanna ve Barbera, 1940 ile 1957 yılları arasında 114 kısa film yazıp yönetiyorlar hatta bunlardan 13 tanesi Oscar Akademi Ödülü’ne aday gösteriliyor, 7 tanesi de ‘En iyi kısa animasyon filmi’ Oscar Akademi Ödül’ünü kazanıyor.
Bu arada serinin ilk filmlerinde kedinin ismi ‘Jasper’ mış ve tüyleri Tom’un gibi siyah değil gri ve bol tüylüymüş. Fare ise adsız bir kahramanmış. Film ilgi görünce isim arayışına girilmiş ve popülerlik ve akılda kalıcılığının olması adına rom ve konyakla yapılan geleneksel Noel kokteyli olan ‘Tom ve Jerry’de karar kılınmış.
Korkmaktan vazgeçip karşı koymaya başladığında kazanmaya başlayacağını anlatan ve klasik haline gelen bir çizgi film Tom ve Jerry! Jerry önce sürekli dayak yer Tom’dan! Ne zaman ki kaçmakta vazgeçip karşı koymaya, saldırmaya başlar, işte o zaman Tom’un şaftı kayar!
Bu arada gizli bir bilgi vereyim mi size, bunu yıllardır saklarlar;
Tom ve Jerry aslında birbirlerinin en iyi arkadaşıdır ama Tom, Jerry'yi korumak için Jerry'den nefret ediyormuş gibi davranmak zorundadır. Yoksa sahibi Jerry’ye gerçekten zarar vermek isteyen bir kedi ile değiştirebilir Tom’u ve bu her şeyi batırır.
Tüm zamanların en şahane ikilisi Tom ve Jerry, 85 yaşında!
Geçmişin, o masum o tasasız zamanların naftalin kokulu kahramanları, sizi pamuklara sarmalı!
Yazarken döndüm geçmişe, yaşadım sizinle geçen o keyifli, huzurlu zamanları!
Her şey öyle tanıdık geliyor ki gözümü kapadığımda,
Şuralarda bir yerde, pamuk şekerine bulanmış çocukluğum olmalı!
…………………………….*…………………………………..
İBRETLİK REZİLLİK
Masumiyet deyince, ne çok şey hücum etti aklıma kalbime!
Temizliğin kardeşi, edebin yareni masumiyet!
Öyle uzaklaştı ki bizden, çoook uzaklarda bir yerlerde sanki şimdi, az kişinin bildiği yerde kurulmuş bir cumhuriyet!
Ahlak kurallarının mutasyon geçirdiği, gelenek& göreneklerin evrimleştiği çağımızda, şaşıracak bir şey buluyoruz illa!
Gündüz kuşağındaki kadın programlarına taktılar bu ara, neymiş efendim, Türk aile yapısını bozuyormuş, örf adetlerimizi zedeliyormuş!
Yahu olanı gösteriyor bu programlar, yaşananı yayınlıyorlar! Yok mu sayılacak yayınlanmayınca, devekuşu gibi başımızı gömünce kuma!
Yalnız gerçekten çıkmadık çivi mivi kalmadı dünyada!
Başkası ile evli almasına rağmen kaçtığı adama ‘kocam’ derken başörtüsünü düzeltmeyi ihmal etmeyen kadınlar var ekranda! Ve başka adama, ‘kocam’ diyen karısı için salya sümük ağlayarak "nolur eve geri dön" diye yalvaran erkekler! Yaaa kadın, geride küçücük çocuklarını bırakıp sosyal medyada 3 gündür tanıdığı adama kaçıyor, öpüş-koklaş fotoğraflarını paylaşmaktan utanmıyor, terk ettiği kocası, tüm Türkiye’nin önünde kadının ayaklarına kapanıp ‘N’olur dön! Sensiz yaşayamam’ diyor. Kadın da yer yarılsa da girsem içine diye dua edeceğine pişkin pişkin gülüp, dönse mi dönmese mi karar veremiyor. Bu nasıl gevşekliktir nasıl erkekliktir ya! Ağırlığı vardır adamlığın, onuru vardır erkekliğin! Hormonlu yiyecekler mi, Covid gibi virüsler mi getirdi sonunu eski zaman beylerinin?
Daha neler gördü bu gözler neler!
Engelli nişanlısını terk edip kendinden 25 yaş büyük kayınvalidesiyle kaçan damat Cuma Doğan’ı gördük mesela! En son kocalarını bırakıp aynı yufkacıya kaçan eltiler büyük Hamide ile küçük Hamide’ den sonra şaşırmam bir şeye diyordum, yanılmışım valla! En küçüğü 2 yaşında 5 tane çocuğundan kaçıp 2 çocuklu adama varan kadınları izledik televizyonda! Kocasına kadın kıyafetleri giydirip makyaj yapan ve TikTok’ta dans ettirip para isteten kadını da izledik utançla!
Dahası, canlı yayın açıp öz babasını tekme tokat döven, küfürler eden ve bunu milyonlarca kişiye izleten Sansar Salvo lakaplı bir rapçi var memlekette, onu ne yapacağız mesela?
18 yıllık evliyken kemençe çaldığı düğünde horon oynayan bir kadına aşık olup bu kadın tarafından dolandırılan Hayrullah da ayrı bir vaka!
Yazılacak çok konu var, saymakla da bitmez hepsini ayrı ayrı! İşin özü, izlediklerimiz aslında memleketimden insan manzaraları!
Toplumun içindeki sorunlar, aile, ilişki, evlilik, yoksulluk, adalet, şiddet, cehalet gibi konular, seyirlik birer ibret aslında!
Ekonomik darboğazın, eğitimdeki sıkıntıların, adaletin hızlı ve etkin şekilde sağlanamamasının, ekranlardan taşan çığlığı da aynı zamanda! Öyle olaylar izliyoruz ki, ‘Canım bu kadar da olmaz’ diyoruz. Kimileri senaryo diyor kimileri reyting oyunu ve maalesef bazıları fazlasıyla gerçek ziyadesiyle sahici!
Toplum olarak nerede olduğumuzu görmek için anketler yaptırmaya, istatistikler tutmaya pek de gerek yok bence. Sadece televizyonu açmak yeter de artar bile!
Ve bu programlar niye var, toplumun aile yapısını ve ahlak düzenini yozlaştırıyor, neden yayınlanıyor diye veryansın edeceğinize, neden bunları izliyorum, neden bu programlar bu kadar çok izleniyor, reyting rekorları kırıyor diye de sorun bir kendinize!
Bu programlarda, sadece başkalarının hikâyelerini mi izliyorsunuz sadece?
Yoksa kendinizle mi yüzleşiyorsunuz bazen ya da halinize mi şükrediyorsunuz onları gördükçe?
İkisi de var bence, itiraf etsenize!
……………………………….*……………………………….
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Kusuru: Çiftleri yakından ilgilendiriyor! Eşine "çingene" diyen koca, boşanma davasında kusurlu bulundu! Çorum'da yaşanan olayda, kadın eşinin evlilik boyunca sürekli kavga çıkardığını, kendisine, "çingene", "çingene karı" diye hitap ederek aşağıladığını, hakaret ettiğini ileri sürerek dava açtı. Çorum 2. Aile Mahkemesi, erkeğin kusurlu davranışlarda bulunduğunu tespit etti, Yargıtay 2.Hukuk Dairesi de yerel mahkeme kararını onadı! Valla çok da iyi yaptı, herkes ağzına- diline hakim olsun, kimsenin kalbini kırmasın, canını acıtmasın!
Haftanın Buluşu: Çörek otu! Yapılan araştırmalarda, çörek otunun etken maddesi olan timokinonun, kemoterapi ve radyoterapi süreçlerine eklenmesiyle kanser hücrelerini önemli oranda yok ettiği ortaya çıktı! TÜBİTAK tarafından desteklenen ve 6 yıl süren çalışmada, çörek otu bitkisinin içeriğinde bulunan timokinon maddesinin akciğer kanseri hücreleri üzerindeki etkisi araştırıldı ve bu maddenin programlı hücre ölümünü tetiklediği tespit edildi! Ülkemiz adına önemli bir buluş bu ve çalışma daha da geliştirilirse kanseri tamamen iyileştiren ilacın, ana maddesi bile olabilir, kim bilir!
Haftanın Zaafiyeti: Yok artık dedirtti! Amerika İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in çantası çalındı, hırsız ve çanta hala bulunamadı! Olay geçtiğimiz pazar gecesi yaşandı. Başkent Washington’daki bir restoranda yemek yerken içinde Noem'in ehliyetinin, ilaçlarının, ev anahtarlarının, pasaportunun, Bakanlık giriş kartının, makyaj çantasının, çek defterinin ve yaklaşık 3 bin dolar nakit parasının bulunduğu çanta çalındı! Güvenliği sağlayan Gizli Servis’in bu zaafiyeti, büyük gaflet olarak değerlendirildi! ‘Terzi, kendi söküğünü dikemez’ dedikleri buydu demek ki!
Haftanın Restaurantı: Çook uzaklarda, taaa Amerika’da! New York'ta bir restoranın mutfağında herkesin en sevdiği aşçılar yemek yapıyor! Kim mi? Elbette ki Büyükanneler!
Yıllardır çocuklarına, torunlarına, eşlerine dostlarına yemek pişiren usta şefler büyükanneler ve aralarında 2 tane de Türk büyükanne var! 20 yıl önce ailesinin son üyesini kaybeden Joe Scaravella bir restoran açmaya karar vererek dünyanın dört bir yanından gelen büyükanneleri şef olarak alıyor ve menüleri onlara hazırlatıyor. Müşteriler de farklı ülkelerden gelen büyükanneler tarafından pişirilen yemekleri yiyiyor! Ben bu fikre bayıldım valla, sadece burası için bile gidilir New York’a!
Haftanın Afeti: Yürekleri ağızlara getirdi! İstanbul'da Silivri açıklarında önce 3.9 daha sonra da 6,2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 6.2'lik şiddetli deprem, çok sayıda çevre ilden de hissedildi! Geceyi sokaklarda geçiren İstanbullular, bunun beklenen o büyük İstanbul depremi olup olmadığı konusunda endişeliler! Allah beterinden saklasın, zaten bu konuda travmalarımız var, dilerim kimseye yaşatmasın!