13.09.2019 - 07:46 | Son Güncellenme:
Antep ya da Milli Mücadele’de yazdığı destanla kazandığı gazilik unvanıyla birlikte Gaziantep, Türkiye’nin gastronomik zenginlikleriyle ön plana çıkan şehri. Yani bir nevi Fransa için Lyon ne ise Türkiye için de Gaziantep odur. Uzun süredir görmeyi çok istememe rağmen bu güzel kenti görebilmek yeni nasip oldu. İki günlük hızlandırılmış ama oldukça detaylı Gaziantep turuma yeni açılan İstanbul Havaalanı’ndan başlayalım.
Öncelikle İstanbul Havaalanı’na ulaşmak korktuğumdan çok daha kolay oldu. Milliyet binasının yakınından bindiğimiz H3 kodlu sarı belediye otobüsüyle 25 dakikada İstanbul Havaalanı’na vardık. Terminalin girişinden itibaren mavi ve mor renkli tshirtler giymiş gençler Türkçe ve yabancı dillerde olmak üzere isteyen herkese kılavuzluk yapıyor. Havaalanına biraz erken vardığımız için meraklı gözlerle baştan başa gezme fırsatımız oldu. Görkemli, havadar, İstanbul’un adına yakışır bir yapı olmuş. Kontrollerden geçip kapıya varmamız biraz zaman alsa da benzeri durum Charles de Gaulle, Schipol veya Heathrow’da da geçerli olduğu için çok da sorun etmedim.
Yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşun ardından Gaziantep’e vardık. İstanbul’dan çok daha ılık bir hava karşıladı bizi. Vakit kaybetmeden tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan ve konaklayacağımız DoubleTree Hilton oteline vardık. Saatler gece yarısını geçmiş olsa bile bizi sıcak kurabiyeyle karşıladılar. Meğer bu, bir DoubleTree Hilton geleneğiymiş. Kente ilk gelişim olduğu için sabahı beklemeden ön bürodaki görevlileri Gaziantep ile ilgili soru yağmuruna tutmaya başladım. Umarım çok boğmamışımdır. Ama heves işte…
Sabahın erken saatinde oteldeki kahvaltının ardından tarihi İpek Yolu üzerinde yürümeye başladık. Rotamız kente gelmemdeki en büyük neden olan Zeugma Müzesi‘ydi. Müze yolu üzerinde “bir kenti tanımanın en iyi yolu arka sokaklarına dalmaktır” sözüne uyup yol arkadaşım Selçuk Bulut ile birlikte tarihi İpek Yolu’ndan ayrılıp arka sokaklara daldık. Yol üstünde dikkatimizi çeken noktalardan biri duvarlara yazılan aşk itirafları oldu. Belli ki buradaki insanlar aşık olmayı seviyor. Ama keşke bunu duvarlara değil de kağıda aktarsalar. Benzeri bir sorunu Bey Mahallesi’nde de fark ettim. Ama ona daha var…
Ara sokakları aşıp, önümüze çıkan lahmacun, baklava veya küşlemeci restoranlarına da karşı irade gösterip sonunda Zeugma Müzesi’ne vardık. İlk intiba önemlidir derler ya; daha girişinde müze, mimarisiyle beni çok etkiledi.Hemen belirtelim, Zeugma Müzesi, Türkiye’nin her yanından ve hatta yabancı ülkelerden ziyaretçileri ağırladığı için oldukça kalabalık. Tavsiyem, müzeyi mümkün mertebe bizim yaptığımız gibi erken saatlerde ziyaret etmeniz. Müze ziyaretlerini seven biriyseniz zaten sahip olduğunuz MüzeKart burada da işinize yarayacak.
Müzeye girdiğimizde alışageldiği üzere gözlerim bir harita ya da bilgilendirici broşür aradı. Ancak ne yazık ki “kalmadı” yanıtını aldık. Böylesine güzel ve ziyaretçisi bol bir müzede broşür bulunmaması büyük talihsizlik. Harita konusundaki eksiği de yerdeki yön işaretlerini takip ederek aştık.Zeugma Müzesi, Gaziantep’in dışında, Birecik Barajı kıyısında yer alan Zeugma antik şehrindeki kazılarda bulunan mozaiklere ev sahipliği yapıyor. İçlerinde en ünlüsü elbette ki “Çingene Kızı” olarak bilinen ve Gaziantep ile özdeşleşen mozaik. Ancak bu koskoca müze bundan ibaret değil elbette.
Okeanos ve Tethys, Aşil, Eros, Afrodit ve mitolojiden aşina olduğumuz pek çok isim bu müzede itinalı bir çalışmanın sonucu olarak sergilenmekte. Eserlerin yanındaki anlatımların yanı sıra dilerseniz işitsel rehber cihazıyla da müzeyi gezebilirsiniz. İki binadan oluşan müzenin ilk blokunda milattan önceki evrede yapılmış mozaikler ağırlıkta. Diğer binadaysa milattan sonrasına ait çalışmalar bulunuyor. Geziye başladığımız binada daha figüratif ve mitolojik öğeler ağırlıktayken bir köprüyle geçtiğimiz diğer blokta geometrik şekilli mozaiklerin ağırlıkta olduğunu gördük.Figüratif ve mitolojik anlatım ilgimi daha çok çektiği için müzeye ayırdığım vaktin önemli bir bölümünü burada geçirdim. Dionysos, Afrodit, Okeanos, Zeugma zeminine elbette çok ustaca yansıtılmış ancak “Çingene Kızı” ya da bir diğer iddiaya göre yeniden doğuşun simgesi Gaia, elbette ki müzenin en değerli parçası. Geçtiğimiz aylarda Amerika Birleşik Devletleri’nden getirilen eksik parçaların şu an ayrı bir stantta sergilense de yakın gelecekte “Çingene Kızı” ile birleştirileceğini öğrendik.
“Çingene Kızı”nın gördüğü ilgi Louvre Müzesi’nde Mona Lisa’nın gördüğü ilgiyle karşılaştırılacak seviyede. Günümüzde Mona Lisa’nın Fransa’nın en önemli turizm simgelerinden biri haline geldiğini düşününce benzeri bir ilgiyi de bizim, Zeugma Müzesi’ndeki “Çingene Kızı” için yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Zira eserdeki estetik ve kadının bakışları bu ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Ne acıdır ki Mona Lisa’yı yapan usta ellerin kime ait olduğunu bilsek de “Çingene Kızı” için bunu söylemek mümkün değil.Gelelim “Çingene Kızı” isminin nereden çıktığına. Hikâye, mozaikte tasvir edilen kadının zülüfleri arasından çıkan halka küpesi ve başındaki örtüden başlıyor. Bu tasvirin bir Çingene kızına ait olması görüntü itibariyle büyük bir ihtimal. Ancak diğer güçlü bir iddiaysa tasvir edilen kadının yeniden doğuşu simgeleyen Gaia’yı simgelendiğine dair. Şunu da hemen belirtelim “Çingene Kızı” müze içinde ayrı bir odada ve oldukça loş bir ortamda sergileniyor. Ancak ne yazık ki tüm uyarıları rağmen ziyaretçiler fotoğraf çekerken flaşlarını kapatmayı ihmal ediyor. Bu da özenle korunan bu şahesere büyük zarar vermekte. Bu konuda hepimize büyük sorumluluk düşüyor. Unutmayalım ki bu eserler bizim değil, geçmişte yaşayanların gelecek kuşaklara aktarmamız için bize emanet bıraktığı tarihi anıları.
Çingene Kızı önünde uzun uzun, dakikalarca baktıktan sonra müzeden çıktık. Çıkışta da elbette müze dükkanına uğrayıp Zeugma hakkında ne tür kitaplar var diye bir göz attım. Açıkçası yetersiz buldum. Yine de içlerinde en kapsamlı olduğunu düşündüğüm Arkeoloji ve Sanat Yayınları’ndan çıkan Zeugma Mozaik Müzesi isimli kitabı satın aldım. Müzeye son bir bakış attıktan sonra Gaziantep Garı’na doğru yola çıktık.Tarihi İpek Yolu’nun hemen karşısına geçip Gaziantep Garı’nı da arkamıza alıp kent merkezine doğru yürümeye başladık. Saat çoktan öğlen olmuştu. Elimize birer yorgunluk kahvesi alıp karşımıza çıkan Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne girdik. MüzeKart ile buraya da ücretsiz giriş yapabiliyorsunuz. Zeugma Mozaik Müzesi’nde olduğu gibi burada da bir broşür bulamadık ne yazık ki.
Müze, başta Halef Kültürü olmak üzere Gaziantep ve çevresinde yaşamış eski uygarlıklardan Roma’ya, oradan da İslamiyet dönemine kadar uzanan bir kronolojide arkeolojik buluntulara ev sahipliği yapıyor. Müze oldukça zengin bir sergiye sahip. Dolayısıyla “beş dakika bakıp çıkarız” düşüncesiyle değil de uzun ve sabırlı bir rota takibiyle gezmenizi tavsiye ederim. Zeugma Mozaik Müzesi gibi burayı da çok beğendim. Yapı olarak nispeten eski olsa da içi yenilenmiş. Binlerce yıllık ev eşyalarından balmumu heykellere, yazıtlardan büstlere zengin bir koleksiyona sahip müzeyi bir saati aşkın bir sürede bitirebildik. Müzenin içinde bulunan amfi karanlıkta olsa da oldukça etkileyiciydi. Klasik müzik resitalleri için uygun bir ortam olabileceği kanaatindeyim.Arkeoloji Müzesi’nden sonra hedefimiz Antep Kalesi’ydi.Gaziantepspor’un fırtına gibi estiği yıllarda Avrupa ligi maçlarına da ev sahipliği yapan Kamil Ocak Stadı’nın arazisinin yanından geçip kaleye doğru yol aldık. Rastgele girdiğimiz bir cadde bizi dar sokakların bulunduğu tarihi bir bölgeye çıkardı. Kalenin hemen yanındaki bu bölgede bol bol fotoğraf çektirdik. Mahallenin filmlerdeki kovalamaca sahneleri için ideal bir ortam olduğunu belirtelim.
Saat üçe doğru gelmiş ve biz de acıkmaya başlamıştık. Yolumuzun üstünde bulunan turizm ofisine uğradık. Bir iki bilgilendirici broşür aldık, oradaki görevli kişinin ikram ettiği bademi yedik, yemek ve müze tavsiyeleri alıp kaleye doğru yolumuza devam ettik. Birkaç tarihi sokaktan daha geçip Şirvani Camii’nin önüne çıktık. Tek minareli bu güzel caminin yanından geçip kentin en turistik bölgesine vardık. El sanatları dükkanlarının, Büdeyri Han’ın yanından geçip ünlü restoran İmam Çağdaş’a geldik. Yoğun tavsiye ve ısrarlar bizi buraya getirdi. Elbette buranın şöhretini duyan sadece biz değildik. Bir süre ayakta bekledikten sonra nihayet üst katta oturma fırsatımız oldu.Gaziantep elbette yemekleriyle ünlü bir kent ve en başta da dediğimiz gibi bunu mutlaka ön plana çıkarmalı. Son yıllarda da bu yönde çok önemli adımlar atılmış durumda. Ancak yine de dünyanın bu en eski kentlerinden biri olan şehri sadece yemeğe indirgemek Gaziantep’e büyük haksızlık olur. Kente gelen turistlerin ekseriyetinde yiyebildiği kadar çok şeyi yeme düsturuyla hareket ettiklerini gördüm.
Çok özendirmiş gibi olmayayım ama harika bir yemeğin ardından yeniden yola düştük. Bu seferki rotamız Zincirli Bedesten oldu. Bu tarihi çarşıda hediyelik eşya satan dükkânları gezerken birden bir dükkan dikkatimizi çekti. Tamamı el işçiliğiyle yapılan zekâ oyunları satan bir dükkân. Bizi içeri buyur ettiler. Kente giderken taksiden hissetmeye başladığımız o sıcakkanlılık ve misafirperverlik tüm hızıyla devam ediyordu. Burada biraz sohbet, biraz zekâmızı test eden oyunları oynadıktan sonra arkadaşım Selçuk Bulut ile rotamızı Bakırcılar Çarşısı’na çevirdik. Burayı da gezdikten sonra bir katmer molası vermenin enerji toplamamız açısından faydalı olduğunu düşündük. Zira tam 8 saattir dur durak bilmeden yürüyorduk. Katmer yedikten sonra ünlü Tahmis Kahvesi’ne geldik.400 yıllık bir geçmişi olan Tahmis Kahvehanesi muhtemelen bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin en eski markalarından biridir. Ağırlıklı olarak yöreye özgü türküleri söyleyen bir müzik grubu bizi kahvehanenin girişinde karşıladı. Elbette burada da yer bulmak için bir süre beklememiz gerekti. Bekleyişin ardından önce bir menengiç kahvesi içtik. Yöreye özgü bu aromalı kahvenin ardından bizim gibi iki kahve tutkunu üstüne bir de birer Türk kahvesi içip Antep Kalesi’ne doğru yola çıktı. Gümrük Hanı’nı gezip kaleye doğru yol aldık. Milli Mücadele döneminde önemli bir role sahip olan bu tarihi kalede, kente gazilik unvanını kazandıran mücadelenin kronolojik anlatımı bulunuyor. Kaleyi tırmanıp bu güzel kenti bir de tepeden izledik. Günbatımına denk gelmemiz de görüntüye ayrı bir güzellik kattı.
Antep Kalesi’nin ardından yeni rotamız beni Zeugma Mozaik Müzesi kadar heyecanlandıran bir diğer yer olan Bey Mahallesi’ydi. Dar sokakların, eski Antep evlerinin bulunduğu bu semte hava karardığında varabildik. İyi ışıklandırılmış Bey Mahallesi sokaklarında gezerken Atatürk Müzesi ve Oyuncak Müzesi’nin de yanından geçtik. Ancak içeri girmek için biraz geç kalmıştık haliyle. Biz de mahallenin tüm sokaklarını gezip fotoğraflamakla yetindik. Görkemli, hayranlık uyandıran konakların bir bölümü plak seslerinin eksik olmadığı kafelere dönüşmüş.
Bazı da butik otel olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. Zeugma Mozaik Müzesi’ne giderken gördüğüm duvarlara yazı yazma alışkanlığına kentin dar sokaklı bu tarihi bölümünde de rastlamak açıkçası beni çok üzdü. Böylesine özel bir yerin kentlilik ve tarih bilinciyle devletin yaptırımları ve cezaları vasıtasıyla değil bizzat oranın sakinleri tarafından korunması gerektiğini düşünüyorum. Yazık olmuş o güzelim taş duvarlara. Umarım bu bilinç en yakın sürede oluşur deyip Bey Mahallesi’nin ardından Antep yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik.
Yeni hedefimiz olan Bayazhan’a, eskiden bir Ermeni Kilisesi olan günümüzdeki adı da Kurtuluş Camii olan görkemli yapının önünden geçerek ulaştık. Bayazhan’ı İstanbul’daki Bomontiada’ya benzettim. İçinde bulunan yeme-içme mekânları ve canlılığıyla Bayazhan, hem turistler hem de kenttekiler için önemli ve güzel bir eğlence mekânı. Burası aynı zamanda bir müze olarak da faaliyet gösteren bir yer.
Kırkayak Parkı ve Ulu Camii’nin etrafından dolanıp Gazi Muhtar Paşa Bulvarı boyunca yürüyerek otele vardık. Ön büroda görevli arkadaşlar 13 saat aralıksız gezmemize çok şaşırdılar. Evet, belki biraz yorucu ama bir kenti tanımak istiyorsanız bu işin tek sırrı bu. Üstelik de o lezzetli yemeklerle aldığımız kalorileri de bu sayede bir nebze de olsa eritebildik.
Ertesi günün büyük bir bölümünü Şanlıurfa gezimize ayırdığımız için Gaziantep yazısını yavaş yavaş sonlandırıyorum. Antep’i, hem modern hem tarihi, gecenin ilerleyen saatlerinde bile insanların gönül rahatlığıyla sokaklarda güvenli bir şekilde gezebileceği, geniş caddeleri olan, sıcakkanlı ve misafirperver insanlarıyla hatırlayacağım. İlk fırsatta yeniden görüşmek üzere güzel kent.
Tüm kenti hiçbir vesait kullanmadan gezmemize rağmen dileyenler için belediye otobüsü ve tramvayın da kentte yoğun olarak çalıştığını belirtelim. Ama kişisel tavsiyem bu güzel kenti, tarihi sokaklarında geze geze keşfetmeniz.
Gaziantep son yıllarda özellikle yerli turistlerin akınına uğradı. Bunu fazlasıyla hak eden bir şehir. Ancak Gaziantep'in şöhreti yurt dışında da daha fazla yayılmalı. Orada öğrendiğimize göre şu anda İtalyan, İspanyol ve Japon turistler bölgeye ilgi gösteriyor.
Gaziantep'te son yıllarda çok sayıda konaklama tesisi hizmete açıldı. Başta bizim konakladığımız DoubleTree Hilton olmak üzere Gaziantep'te kalabileceğiniz çok sayıda otel mevcut. Üstelik kent merkezine ulaşım da oldukça kolay. Hele ki biraz yürümeyi dert etmeyenlerdenseniz...
Gaziantep yaz aylarında tahammül sınırlarını zorlayan sıcakları yaşayabiliyor. Bu yüzden kenti mümkün mertebe bahar ve sonbahar aylarında gezmeniz sizin açınıdan daha faydalı olacaktır.
Özendirmemek adına yemek fotoğrafı paylaşmasam da Gaziantep yemek konusunda şöhretini fazlasıyla hak ediyor. İmam Çağdaş, Koçak Baklavacısı, Katmerci Zekeriya, Ciğerci Mustafa, Tahmis Kahvecisi akla ilk gelenler olsa da aslında kentin farklı köşelerinde tadılması gereken pek çok lezzet var. Gaziantep Mutfak Sanatları bu açıdan görmeniz gereken yerlerden bir diğeri.Hazırlayan: İhsan Dindarihsan.dindar@milliyet.com.tr