30.08.2021 - 12:39 | Son Güncellenme:
Yasemin Şener yaseminsener@prchitect.com
Mimarlığın renkle ilişkisi tarih boyunca simgesel, biçimsel ve işlevsel anlamlar taşıdı. Hiyerarşik bir kimlik oluşturmak, ölçeği vurgulamak, bazen de fonksiyonları ayırmak rengin misyonu oldu. Günümüzde biçim, mekan ve ışıkla birlikte yapının en önemli bileşenlerini oluşturan rengin çağdaş mimarideki yerini renk tasarımcılarının araştırmaları belirliyor.
İstenen atmosferi yaratmada, kavramları vurgulamada, kimlik oluşturmada, yerel ve dönemsel göndermelerde renklerin taşıdıkları anlamlardan ve çağrıştırdıklarından yararlanmak rengin simgesel bir yaklaşımla uygulanmasının örnekleri. Renkleri biçimsel anlamda kullanmanın özünde ise görsel algıya ilişkin olgular bulunuyor. Renk kombinasyonlarının uyumları, bitişik renklerin birbirlerinin görünümlerini etkilemeleri, optik yanılsamalar renk görme kuramlarıyla açıklanıyor.
Mimarlıkta rengin biçim ve kompozisyon adına tasarıma eklenmesi ise ilk olarak Antik Yunan’da karşımıza çıkıyor. Antik dönemde yapılar, algıda üçüncü boyutu desteklemek üzere baştan aşağı renkliydi. Zamanla renklerini kaybetmiş olan bu eserler klasik anlayışın, akılcılığın ve özgür düşüncenin simgesi olarak kabul ediliyor.
Biçimsel yaklaşımda renk, oranları kurmak, dengeyi ayarlamak, ölçeği belirtmek, bütünü parçalamak, parçayı bütün içinde gizlemek, birleştirmek, benzerliğin sadeliğini veya zıtlığın zenginliğini vurgulamak, görsel niteliklerle oynamak ve üç boyutlu hileler yaratmakta başvurulan bir araç.
Renkle yapının belirli unsurlarını sınıflandırmak, farklı fonksiyonları ayırmak, yol ya da yön bulmaya yardımcı ip uçları vermek, hassas noktaları işaretlemek ise rengin işlevsel kullanımının örnekleri. Renk değerleri ile ışığın yansıtılacak ve emilecek miktarını ayarlamak fiziksel konfor koşullarını sağlıyor. Yapıya eşlik eden su, elektrik, ısıtma gibi sistemlerin evrensel renk kodları ise bu sistemleri daha güvenli kullanmamıza destek oluyor.
Toplumların içinde bulundukları coğrafyanın sosyo-kültürel etkilerini renkle dışa vurması da renk-mimarlık ilişkisi açısından önemli. Örneğin, İspanya ve İtalya’da sıcak havanın ve güneşin dinamizmi, Akdeniz bitki örtüsünün zengin renkleri ve insanların tez canlı karakteri mimariye yansıyarak, Avrupa’nın öteki şehirlerine kıyasla daha polikromatik bir mimarinin şekillenmesini sağlamış.
Renk, ünlü mimar Gaudi için de çok önemli bir tasarım aracı olmuş. Katalan mimar, rengi tıpkı eğri çizgiler gibi doğanın bir simgesi olarak yapılarına yansıtmıştı. Art Nouveau akımının da etkisiyle Gaudi, doğaya renkler ve biçimler üzerinden referans vermiş ve insanın doğa ile uyumu bu sayede yakalayacağına inanmıştı.
Modern mimari düşünceyle birlikte renk, bir tasarım öğesi olarak daha karmaşık ve hatta problemli bir duruma düştü. Bunun nedeni renk algısının Modernizm’in köklerini oluşturan akılcılık için fazla “duygusal” görülmesi ve modern mimarlığın kesinlikle kaçındığı “süs”le ilişkilendirilmesiydi.
Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında, tek renklinin çok renkliden daha ciddi, şık ve bütüncül olduğu düşüncesi egemen olur. Beyaz, entelektüelliğin; renk ise ilkel ve otantik olanın temsili kabul edilir. Saflık ve netlik beyazla özdeşleştirilirken mimarlık giderek renklerden arınır.
Bir yandan da De Stijl’in renge olan ilgisi Rietveld Schröder Evi’nde gözler önüne serilirken Luis Barragan’ın modern formları olağanüstü renklerle birleştirerek Meksika’da gerçekleştirdiği tasarımlar ise belki de mimarlıkta renk kullanımının en başarılı örneklerini oluşturur. Modern sonrası dönemde, renk adeta küllerinden yeniden doğdu.
Modern mimarlığın ilahi rengi beyaza karşı duran bir tavır içindeki postmodern mimarlıkta renk, farklı elemanların birbirlerine eklemlenmesine yardımcı olacak bir arayüz oluşturdu. Farklı renkler, parçaların birbirleriyle oluşturduğu zıtlığı pekiştirdi ve bu haliyle mekandan çok kompozisyonu vurgular oldu.
Kimi zaman mimari formu vurgulayan, kimi zaman da tam tersine gizleyen renk, yapıya anlam, kimlik ya da aidiyet kazandırır. Renk, mekanın atmosferini şekillendiren en önemli unsurlardan biri olarak mekansal hiyerarşiyi kurar. Hacmi ve yüzeyleri tanımlar. İşlevi vurgular. En önemlisi duyguları harekete geçirerek mimarlığa fenomenolojik bir boyut katar.