30.08.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Güldener Sonumut
Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında yeniden gerilim yaşanmakta. AB sanki dış politikada Türkiye’yle gerilim yaşayamadan var olamıyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY)Doğu Akdeniz’de gasp politikasına Türkiye’nin sessiz kalmasını bekleyen AB, adeta bir Stockholm sendromu yaşıyor. Yunanistan ve Rum kesimi tarafından rehin alınan AB, bir türlü çelişkilerinden de kurtulamıyor. Zira hukuk devletine önem verdiğini her fırsatta ifade eden Brüksel, hem savcı hem hakim kılığına bürünerek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini hem ‘yasadışı’ olduğunu ilan edebiliyor, hem de buna yönelik olarak da cezai yaptırım kararı veriyor; TPAO vakasında görüldüğü gibi.
Uzun zamandan beri Yunanistan ile GKRY’nin Münchausen sendroma yakalandığı uluslararası topluluk tarafından biliniyor. Türkiye de bu yüzden haklı olarak AB kurumlarını temsilcileri ve ‘akil’ üyelerine Ankara’nın Yunanistan’a güvenmediğini dile getiriyor. Zira AB’nin akil üyelerinin Türkiye’ye ‘Yunanistan ile diyaloğa girin’ yönündeki tavsiyelerini Ankara kırmadı ve diyalog çabalarına girdi. Ancak Atina Türkiye’yle mutabık kaldığını iddia ettiği hiçbir konuda adım atmadı, tersini yaptı. Yeni sondaj lisanslarının verilmemesi yönündeki görüşe rağmen Yunanistan enerji bakanının gizlice uluslararası yatırımcılarla sondaj lisansı pazarlığı yaptığı Türkiye tarafından ortaya çıkartıldı. Ekonomik Münhasır Alan konusunda da Atina’nın Mısır’la yaptığı anlaşma Yunanistan’ın ne kadar güvenilir bir ülke olduğunu gösteriyor.
Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik olarak ‘kaypak’ diye nitelenebilecek tutumu yeni değil. Rogers Planı olsun, AB-Türkiye Gümrük Birliği anlaşması sonrası Yunanistan Parlamentosu’nun Ege’de karasularını 12 deniz miline çıkartma hakkını saklı tuttuğunu ilan etmesi; veya 1999 yılında Güney Kıbrıs’ın AB’ye aday olmaması halinde AB’nin soğuk savaş sonrası yapmış olduğu en büyük atılım olan genişleme politikasını veto etmekle tehdit etmesi, Atina’nın tavrının sadece bir kaç örneği. Bu çerçevede Türkiye Yunanistan’a güvenmez ve güvenemez.
Gelinen noktada Türk-Yunan geriliminde geleneksek ara bulucu olan ABD ortada yok. Başkanlık seçimlerinden dolayı Atina ile Ankara arasındaki gerilimi azaltacak ilgiye sahip değil. Fransa da gerilimden nemalanmaya çalışırken, Almanya gerilimi azaltmak için kolları sıvamış durumda ve diplomatik açıdan Paris’den ayrıştığını göstermedi değil. Almanya Başbakanı Angela Merkel AB’nin dayanışma politikasının sınırını da Cuma günü Berlin’de düzenlediği basın toplantısında güzel bir şekilde çizdi. Zira AB’ye üye ülkelerin “Yunanistan’ın haklı olması halinde” dayanışma içerisinde olması gerektiğini ifade etti. Bir başka deyişle, Yunanistan haklı değilse bu dayanışma mecburiyeti de ortadan kalkmış oluyor. Zaten aksi taktirde AB bir hukuk devleti olmaktan çıkıp, organize suç örgütüne dönüşür. Hukuka aykırı bir davranışta bulunan bir üyesine dayanışma adına sahip çıkma içgüdüsü bunu andırıyor.
Bu süreçte de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin sessizliği ise çok dikkat çekici. AB Türkiye’yi Gümrük Birliği anlaşmasını genişletme sözüyle de kandıramaz. Zira Ankara’nın boş ve gerçekleşme ihtimali yok denecek kadar az olan konulara karşı egemenliğini pazarlığa bile açmaz. Brüksel’nin Türkiye’ye güven telkin etmesi şart. Başına buyruk davranan bazı üyelerini dizginleyebileceğini de göstermesi gerekiyor. UNCLOS’a taraf olmadan ABD’nin de yaptığı üzere uluslararası teaşül hukuku ile her tür soruna çözüm bulunur, ancak bunun için iyi niyet, güven, ve çözüm iradesi gerekiyor. Ankara, bu üç adımı attı. 30 Ağustos’un kutlandığı bugünde AB ülkelerinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için hiçbir zaman blöf yapmadığını hatırlamasında fayda var. Gerilime son vermek için diplomasiye hız vermek bu açıdan önemli. Çünkü gerilimi tırmandırma mühendisliğinin sonuna gelindi.
Kovid-19 karantina ve milletvekili dokunulmazlığı
Avrupa Parlamentosu (AP) çalışmalarına kaldığı yerden devam etmeye hazırlanıyor. Tatilden dönen milletvekilleri Parlamento’da yeniden genel kurul salonundaki yerlerine geçmeye hazırlanıyorlar. Ancak AP içerisinde milletvekillerinin görevlerine dönme konusunda ilginç bir tartışma yaşandı. Zira tatilden dönen milletvekillerinin bazıları AB’nin belirlediği kırmızı bölgelerden veya yine AB’nin yasak koymuş olduğu üçünü ülkelerdeki tatil yörelerinden döndüler. Bu çerçevede sözkonusu milletvekillerine karantina uygulanıp uygulanmaması tartışma konusu oldu.
AP Başkanı David Sassoli de, milletvekili dokunulmazlığına sığınarak kırmızı bölgede seyahat etmiş olsa hiçbir AP milletvekiline engel oluşturulmayacağını ve bu çerçevede AP genel kurul çalışmalarına katılabileceklerini dile getirdi. İşin gırgır tarafı ise, genel kurul çalışmalarının yapılacağı Fransa’nın Strasbourg şehri zaten hem Fransa hem de AB tarafından kırmızı bölge ilan edildi.
İsviçre’de savaş uçağı referandumu
İsviçre’nin ünü çikolataları, güzel dağları, inekleri veya altınları hatta saatleri ile sınırlı değil. Halk oylamaları ve referandumlarıyla da meşhur olan İsviçre’de halk bir kez daha federal hükümetin alacağı kararlara yön verecek. 27 Eylül’de düzenlenecek olan 5 sorulu referandumda İsviçre halkı hava kuvvetlerinde eskiyen F-18’lerin değiştirilip değiştirilmemesi konusunda görüşünü dile getirecek.