08.05.2021 - 03:05 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Ceyda Ulukaya Yazar Şebnem İşigüzel, bir alternatif tarih romanıyla okuyucunun karşısında bu kez: İstanbullu Amazonlar 1809. Yeniçerilerin “Esma Sultan’ı isteriz” diye Saray’ın kapısına dayanmalarıyla başlayan roman, “Osmanlı’da tahta çıkan ilk kadın” olarak Esma Sultan’ın, yoldaşları Hatice ve Beyhan sultanlar eşliğinde 171 gün süren taht bahtını ve elbette kadınların kaderini değiştirme hikayesini anlatıyor. Bunu da icat ettiği kanıtlarla tarihi gerçekleri eğip bükerken okuyucuyu başka gerçekleri görmeye davet ederek yapıyor. “Kadınlar hep tarih yazdılar ama görmezden gelindiler, bir kenara itildiler. Buna itirazım var, bu yüzden kadın sultanları anlatmak istedim” diyen İşigüzel’le, öldürülen kadınlara, Şule Çet ve arkadaşlarına adadığı yeni romanı vesilesiyle buluştuk.
İstanbullu Amazonlar bir alternatif tarih anlatısı diyebilir miyiz?
Çok doğru bir teşhis; çünkü bir yere kadar bir gerçek var ama sonrasında anlatıcıların iddia ettiği üzere bir kadının tahta çıkarılmasından bahseden başka bir hikaye başlıyor. Alternatif tarih anlatısı diyebiliriz, çünkü tarih hep erkekleri anlatıyor. Kadınlarsa geri planda, entrikacı ya da kötü karakterler. Öte yandan Osmanlı’nın arşivleri temiz tutulmuş arşivler değil bana kalırsa. Başka ülkelerin arşivlerinden çıkan mektuplara bakıp şaşırdığımız oluyor ya da görmezden geldiğimiz taraflar var. Tarihi dinleme konusunda olgun değiliz, bir masal gibi inanıyoruz. Tarihi zaferleriyle okumaktan ziyade, utançlarıyla, yenilgileriyle, hayal kırıklıklarıyla da görüp anlamak hepimiz için daha olgunlaştırıcı olacak ama öyle değil.
Okuyucunun sizin hikayenize de inanması için ciddi bir çalışma yürütmüşsünüz. İcat ettiğiniz tarihi belgeler, anekdotlar var.
Evet inandırıcı olmaktan mutlu oluyorum. Bu romanım daha fazla malzeme taşıyor inandırıcı olmak adına. Anlatıcılar çok kurnaz, hem tarihi iyi biliyorlar hem de tuzaklar kuruyorlar. Ve zeki bir kadın sultanla karşı karşıyayız. Tarihten silineceğini bildiği için izler bıraktığını söylüyor ve o izler de çok inandırıcı. O yüzden inanmamak için bir neden yok.
O zaman sizi tarih programlarında tartışırken görebiliriz?
Yok, benim yerim masamın başı ve romanlarım. Tarih hakikaten başka bir alan ama ben onu kurgulamaktan mutluyum tabii. Ben romancı olarak o döneme uygun bir yapı kurdum ama epey oyun oynadım, sarsılmaz tarihi gerçekleri eğip büktüm. O yüzden anlatıcıların söylediklerinin ne kadarına inanır ne kadarına inanmayız, bunu okuyucuya bırakıyorum.
O yapıyı kurarken siz tarihle nasıl bir ilişki kurdunuz?
İyi bildiğim bir tarihi dönem var ama o sarayı ve soğuk ilişkileri kurmak için daha başka bir yerden, insanın ruh halinden ve biraz da felsefeden faydalandım. Hanedanlık kolay bir hikaye değil. Aristokrasi bir soğukkanlılık, kapalılık, gizlilik gerektiriyor. Bunlar içinde ve iyi biçimde yetiştirildiyseniz, elbette duygularınıza hükmetmesini, yalnız olmayı bilmeniz gerekiyor. O nedenle ben aslında Esma Sultan’ı çok kalpsiz yazmak istemiştim ama bazen kahramanlar direnir size. O öyle olmak istemedi, koca sevgisi icat etti kendine, o sevgi onu şifalandırdı. Tarih kadar insanların ilgisini çeken şey de zaten o içsel dünya. Kahramanlarımın içsel dünyasını inşa etmek, benim için romanın bütününden daha motive edici.
Kitabı karantinada yazdığınızı varsayıyorum. Karantina sürecini en verimli geçirenler yazarlar oldu galiba?
Benim hayatım karantinaydı zaten. Hep masasının başında yazan ve çalışan bir kadınım, o nedenle bu süreç bana kişisel olarak sıkıntı vermedi, her zamanki gibi çalışmaya devam ettim ama tabii insanlar işlerini, aşlarını kaybettiler, sıkıntıya düştüler, destek sağlanamadı. Bunu görmek çok ağır geldi. Zaten hep gelgitleri olan bir ülkeyiz. Bu koşullarda ’93 yılından beri yazıyorum, belki kalabalıkların başında yürümüyorum ama yazıyorum. Bunun da önemli bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Elbette yere düştüğüm zamanlar oldu ama baltamı elime alıp tekrar koşmasını da bildim. Bir kadın için her zaman kolay olmuyor bu.
Yazar ve okuyucu gözüyle, edebiyatın böylesi olağanüstü dönemlerde nasıl bir işlevi var sizce?
Pandemi de bir savaş ve bu zamanın savaşı, belki görünmez bir savaş. İnsanlar ölüyor, derin yokluklar çekiliyor. Edebiyatsa işin başından beri var; çok savaş atlattı ve hep ayakta kaldı. Bugünleri bize yine edebiyat anlatacak ve aslında okuduğumuzda gerçekten anlayacağız; çünkü yaşarken anlamıyoruz, yara açık ve kan kaybediyoruz. Yıllar sonra okuduğumuzda göreceğiz. Edebiyat bunun için var. Hem teselli etmek hem de göstermek için. Bunu bilmek bana güç veriyor ve edebiyata olan inancımı tazeliyor.
“Kadın iktidarı sinemada da az yer buldu”
Kitabı biraz da dizi izler gibi okudum. Böyle bir niyetiniz var mıydı yazarken?
Aslında hayır ama ben de herkes gibi yeni dünyaya bakıyorum, dijital platformlar, diziler, tarihi yapımlar. Onlar da ilhamını edebiyattan alıyor aslında, o yüzden bakış açısı ortak oluşuyor. Belki anlatım biçimimi bu zamana uyarlamış olabilirim ama tarih de her zaman edebiyatın ilham kaynağı oldu diğer yandan.
Sizin favori tarihi yapımlarınız hangileri?
Sofia Coppola’nın Marie Antoinette’ini severek izlemiştim. Üstelik Esma Sultan’la da aynı dönem. Cate Blanchett’lı Elizabeth de hoştu. Kaldı ki 1. Elizabeth, Shakespeare’i doğuran bir zamanın kraliçesi. Aynı şekilde, henüz iyi bir filmi yapılmadı ama yapılır muhtemelen, Kraliçe Victoria da önemli bir isim. Kadın iktidarı, bugüne dek sinemada da çok az yer buldu bence.
“Tarih bize kadın sultanları anlatmıyor”
Esma Sultan hakkında birçok şehir efsanesi de olan bir karakter. Özellikle onu tahta çıkarma motivasyonunuz bu yüzden mi?
Esma Sultan’a yakıştırılan bazı şehir efsaneleri var ama Esma Sultan ve beraberindeki kadın sultanlar aslında diğer kadınları özgürleştiren kadınlar. Ve bu 200 yıl önce çok önemli bir şeydi. Kadınlar hep tarih yazdılar ama hep görmezden gelindiler, bir kenara itildiler. Romanda elbette onlara yapmadığı şeyleri de yüklüyor anlatıcılar ama tarihte daha fazla anlatılmayı hak ettikleri de ortada. Kaldı ki aynı zamanda hanedanlık kanından kadınlardı onlar. Biz hep popüler kültürde dışarlıklı köle kızların hikayelerini dinledik. Onlar da şehzade doğurmak ya da şehzadelerin yerine yönetmekle görevlendirilmişlerdi. Tarih bunu anlatmayı seviyor. Ama asıl tahttaki kardeşlerin yerine devleti yönetebilecek güçte olup din ve gelenekler yüzünden tahta çıkma şansı olmayan kadın sultanlardan söz edilmiyor bize. Edilse de aşklarıyla söz ediliyor. Buna itirazım var, bu yüzden kadın sultanları yazmak istedim; çünkü bir süre sonra hepimiz körleştiriliyoruz. Seçme ve seçilme hakkı kadınlara verildi, evet bu Cumhuriyet’le oldu ama onun öncesi var. Nezihe Muhiddin ve pek çok kadının adı bilinmiyor.
Fotoğraflar: OZAN GÜZELCE