Ülkeler, vatandaşlarının eğitime erişimlerini artırmak için önemli yatırımlar yapmaktadır. Eğitimin kitleselleşmesinden sonra eğitimde kalite tartışmaları, kaliteli eğitime toplumun tüm kesimlerinin erişimi, eğitimde fırsat eşitliği gibi konular eğitim tartışmalarının ana gündemine oturmuştur. Özellikle, eğitimin beşerî sermaye üzerinden ekonomi ile ilişkisinin çok daha görünür kılındığı son onlu yıllar, ülkeleri ekonomik rekabette vekâleten eğitim rekabetine sokmuştur.
Her eğitim sisteminin içerisinde bir bütün olarak yaşadığı bir ekosistemi, iklimi bulunmaktadır. Dolayısıyla sistemin çalıştığı, sistem bileşenlerinin yaşadığı bir sosyokültürel bağlam söz konusudur. Bu bağlam göz ardı edildiğinde diğer ülkelerin iyi örneklerinin doğrudan transferine dayalı politika değişiklikleri çoğu kez beklenen sonuca yol açmamakta veya başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Çoğu ülkede yaşanan da tam olarak budur. Özellikle düşük performans gösteren ülkeler, yüksek performans gösteren ülkelerin eğitim sistemlerinin bazı bileşenlerini ödünç alarak kendi sistemlerine monte etmeye çalışmakta, sistemin iyileşmesini beklemekte, ancak istenen sonuç bir türlü elde edilememektedir.
Her sistemin bir parçası, kendi sistemi bağlamında verimli çalışmaktadır. Bağlamı göz ardı ederek başka bir sistemin sadece bir parçasının alınarak diğer sisteme monte edilmesi murat edilen amaca ulaşmayı sağlamayacaktır. Dolayısıyla, uluslararası deneyimlerden faydalanan, ancak mevcut eğitim sistemini bağlamı ile hakkaniyetli değerlendirebilen eğitim politikaları sonuç verebilecektir.
Eğitim Sistemi Bir Bütündür
Okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm eğitim kademeleri birbirlerini etkileyen dinamik bir sistemi oluşturmaktadır. Tüm kademelerdeki sorunlar, sadece o kademeleri ilgilendirmeyip sistemin tamamını etkilemektedir. Dolayısıyla, eğitim politikaları geliştirilirken üzerinde durulması gereken en önemli nokta eğitim sisteminin bu bütünlüğünü odağa almaktır. Bu yaklaşımla yapılacak iyileştirmeler sistemin bir bütün olarak iyileştirilmesine katkı verecektir. Örneğin, yükseköğretime geçişte sistemin bütününü göz önüne alan bir iyileştirme sadece yükseköğretime erişimi rahatlatmayacak, ayrıca ortaöğretim sisteminde de iyileştirmelere yol açacaktır.
Aksi yaklaşımda sistem tek olmasına rağmen parçalara bölünecek ve farklı diller konuşulacak, sistemin bazı bileşenlerinde yapılan değişikliklerin maliyetini diğer kısımlar ödeyecektir. Dolayısıyla, eğitim politikaları sistemik uyumu göz önüne aldığında sadece odaktaki alanda iyileştirme yapmayacak, diğer alanlarda da çoğu sorunun çözülmesini kolaylaştıracaktır. Benzer şekilde, sistemik uyum göz ardı edildiğinde geliştirilen politikalar eğitim sisteminin farklı alanlarında yeni sorunlara yol açacaktır.
Ülkemiz bu parçalı yapıdan, sistemik uyumsuzluktan çok çekmiştir. Örneğin, 1999 yılında uygulamaya giren ve 2012 yılında kaldırılan katsayı uygulaması, yükseköğretime geçişteki teknik bir değişiklik olmanın çok ötesinde temel ve ortaöğretimde devasa maliyetler üretmiştir. Akademik olarak başarılı öğrencileri belirli lise türlerinde kümeleyerek okullar arası başarı farklarının derinleşmesine yol açmış, dolayısıyla eğitimde fırsat eşitsizliğini artırmıştır. Mesleki eğitimin kalitesini düşürerek işgücü piyasasının aradığı insan kaynağını bulamamasına yol açarak ciddi maliyetler üretmiştir. Benzer şekilde yükseköğretime erişim kapasitesini daraltmaya yönelik politikalar ortaöğretimdeki rekabeti artırmış, eğitimin odağını bağlamından çıkartmıştır.
Tüm süreçler yetki olarak farklı kurumları içermesine rağmen doğal olarak sistemin tamamını ve genel kalitesini doğrudan etkilemektedir. Eğitim sistemindeki kurum ve kuruluşların sorumluluk alanları farklı eğitim kademeleri ile ilgili olsa da aslında sorumluluğun sistemin tamamına yönelik olduğu unutulmamalıdır. Eğitim sistemi ile ilgili kurumlar birbirlerini desteklediğinde, yani sistemik uyuma dikkat ettiklerinde eğitim kalitesi bir bütün olarak iyileşebilecektir. Bu nedenle eğitim sistemi ile ilgili geliştirilecek politikaların sistemik uyumu büyük önem arz etmektedir.
Okul Dışı Faktörler
Eğitimde fırsat eşitliği eğitime erişebilme kadar erişilenin niteliği ile de ilgilidir. Eğitim sistemlerinin sorumluluğu eğitime erişim imkânı sağlamaları ile sona ermemekte, sorumluluk ayrıca erişilen hizmetler arasındaki nitelik farkının mümkün olduğu kadar az olduğunun garanti altına alınmasını da kapsamaktadır. Dolayısıyla, eğitim politikaları hem eğitimin kalitesini artırmayı hem de eşitsizlikleri azaltmayı hedeflemelidir. Eğitimde eşitsizlikler ve okullar arası başarı farklarının nedenleri üzerinde tartışırken okul içi ve okul dışı faktörler birlikte dikkate alınmalıdır. Çünkü eğitimde okul içi ve okul dışı faktörler birlikte bir sonuç üretmektedir. Okul dışı faktörlerin önemli bir kısmı ailelerin sosyoekonomik seviyesi ve sosyo-kültürel sermayesi ile ilişkilidir. Bu bağlamda ailenin gelir seviyesi, eğitim düzeyi, çocuklarına ayırdıkları zaman, ev ortamındaki kitap ve kaynak miktarı gibi çok sayıda parametre birlikte sosyoekonomik seviyeyi belirlemektedir.
Çok sayıda araştırma sosyoekonomik seviye ile öğrenci başarısı arasındaki güçlü ilişkiyi gözler önüne sermektedir. Sosyoekonomik seviyesi yüksek öğrenciler daha başarılı olmaktadır. Dolayısıyla, ailelerin sosyoekonomik düzeyi, birçok eğitim sisteminde öğrenci performanslarındaki eşitsizliklerin ana kaynağını oluşturmaktadır. Eğitimin herhangi bir aşamasında okul dışı faktörlerin etkisiyle bazı öğrencilerin lehine ilave bir başarı gözlemleniyorsa, yani öğrenciler arasında okul dışı nedenlere bağlı eşitsizlikler avantajı daha da artırıyorsa Matta etkisi devreye girmektedir.
Matta Etkisi (Matthew Effect) Matta İncilindeki ‘kimde varsa ona daha çok verilecek’ ayetine atıfla ilk kez sosyolog Robert K. Merton (1968) tarafından tanıtılmış ve sonrasında tüm alanlarda avantajların biriktiği ve avantajın daha fazla avantajı doğurduğu fenomenleri açıklamak için kullanılmıştır. Matta etkisine göre önceki başarılar gelecekteki başarıları belirlediği gibi önlemler alınmadığında ve müdahale edilmediğinde önceki dezavantajlar da yeni başarısızlıklara yol açmaktadır. Dolayısıyla, Matta etkisi eğitimde 1960’lı yıllarda Amerika’da James S. Coleman ile başlayan ve Fransız sosyolog Pierre Bourdieu ile devam eden akademik başarının gizli (latent) dinamiklerini açıklamada yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Eğitimin ötesinde yaşamda eşitsizliklerin üretildiği tüm alanlarda Matta etkisi kendisini göstermektedir. Matta etkisinin geçerli olduğu alanlarda kaynakların, başarıların ve ödüllerin dağılımı keskin bir şekilde çarpık olmakta ve bu çarpıklık yaşam boyu devam edebilmektedir.
Bu bağlamda eğitimde okul dışı faktörlerin yol açtığı eşitsizlikleri azaltmada en verimli eğitim politikası okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasıdır. Okul öncesi eğitimin öğrencilerin sonraki akademik başarılarını belirlemede önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Okul öncesi eğitim, çocukların bilişsel, sosyal, duygusal becerilerini geliştirerek uzun vadede öğrenme verimliliğini artırmaktadır. Dahası, sosyoekonomik seviyeye bağlı akademik başarı farklarının büyük bir kısmının erken çocukluk döneminde ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu nedenle, okul öncesi eğitime erişim durumuna göre ilkokula başlangıç seviyesinde öğrencilerin hazır bulunuşluk seviyelerinde farklılıklar oluşmakta, bu farklılıkların neden olduğu akademik başarı farkları eğitim kademesi ilerledikçe büyümektedir.
Dolayısıyla, okul öncesi eğitime erişimi artırmaya yönelik yatırımların topluma getirisi sonraki dönemlerde yapılacak müdahalelere göre çok daha yüksek, ancak yatırım maliyeti çok daha düşük olmaktadır. Okul öncesi eğitime erişim yetersizliğinin yol açtığı sorunların eğitimin ilerleyen kademelerinde sadece çözümü zorlaşmamakta, ayrıca maliyeti de yükselmektedir. Sosyoekonomik seviye düştükçe okul öncesi eğitime erişimin azaldığı dikkate alındığında, özellikle bu kesimin okul öncesi eğitime erişimlerini artıracak politika adımları, eğitimde eşitsizlikleri daha düşük maliyetle ve henüz kalıcı hâle gelmeden azaltacaktır. Bu bağlamda etkili eğitim reformları, okul dışı faktörlerin akademik başarıdaki etkilerini tamamen ortadan kaldıramasa bile mümkün olduğu kadar en aza indirebilecek eğitim politikaları olmalıdır. Aksi takdirde, söz konusu yapısal problemlere odaklanılmadan ve gerekli iyileştirmeler yapılmadan sorunu bireysel düzeye indirgeyen ve sadece okul ortamına odaklanan reform girişimleri veya politika adımlarının başarılı olma ihtimali son derece sınırlı olacaktır.
Sonuç olarak, eğitim politikaları geliştirilirken bir taraftan eğitim sistemine okul öncesinden yükseköğretime kadar bir bütün olarak bakılmalı, sistemik uyum her politikanın merkezinde yer almalıdır. Bir kademede yapılacak müdahalenin önceki ve sonraki kademelerde oluşturabileceği maliyetlerin hesabı yapılmalıdır. Diğer taraftan okul içi ve okul dışı ortamların bir bütün olduğu ve okul dışı ortamların okul kadar önemli ve kritik olduğu unutulmamalıdır. Bu iki boyut dikkate alındığında daha sağlıklı, sonuç veren ve verimliliği yüksek politikaların geliştirilmesi mümkün olacaktır.