13.01.2013 - 19:09 | Son Güncellenme:
Yazı: Merve Arkunlar
KREK’in yeni sürprizi: 2010’dan beri ekipte yer alan Fuat Mete’nin İstanbul Bilgi Üniversitesi Performans Sanatları Bölümü’nde bitirme projesi olarak yazdığı oyun ‘Iska’, Berkun Oya yönetmenliğinde sahnelenecek. Kısa zaman sonra oyunun hazırlıkları başlayacak.
Yaklaşık üç yıldır beklediğim bir buluşma bu ama öncesi var. Hafızam beni yanıltmıyorsa TRT’deki ‘Şapkadan Babam Çıktı’ (2002) dizisiyle başladı her şey. Kimi zaman gözden, gönülden uzaklaştı. Sonra sahnede ‘Yangın Duası’yla (2004) devam etti, sinemada ‘İyi Seneler Londra’ (2007), televizyonda ‘Defakto’ ve ‘Infoman’ ile palazlandı. ‘Sahra’ ile biraz hayal kırıklığı yaşadı ama eksilmedi. Geçen yıl Büyük Ev Ablukada davetiyeleri, konser anonsları ve videolarıyla yaz-kış yaşadı. Evde ‘Son’ dizisi başında ve Krek gişesiyle telefonda ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ya bilet bulamıyor olmakla, bir platonik aşk gibi uzadıkça daha da büyüdü, körüklendi. Eylül ayındaysa Krek programında beliren “Çok yakında... Yeni oyun” cümlesiyle merakı tazelendi. Ardından gelen üç ay, uzun bekleyiş... Ve sonunda... Krek’te ‘Babamın Cesetleri’ ve beklenen buluşma. Artık zamanıydı...
Kulisten çıkıp geldi Berkun Oya. Biraz düşünceli, biraz yorgundu. Aylardır üzerinde çalıştıkları ‘Babamın Cesetleri’ yeni sahnelenmeye başlamıştı. Bir yandan hayat, bir yandan Radikal’deki köşesi, bir yandan basın ordusuyla mesai.
Röportaj sırasında uzun boşluklar ve sessizlikler oldu. Kimi yerdeyse bıçak gibi kesen tek kelime cevap... Bazı sorular vardı ki yanıtsız kalacaktı, biliyorduk. Neden yanıtsız kaldığını anlamaktı derdimiz. Mesela oyun hakkında konuşmayacağını biliyorduk. Bir ay önce çıkan röportajında, “Oyun hakkında konuşarak başlamak ister misiniz?” gibi bir soruya verdiği “İstemem” cevabını okuyarak hazırlanmıştık bu röportaja.
Hakkınızda çıkan röportajlar, yazılar... Buldukça okuyorum. Şimdi yeni bir oyun için karşınızdayken, “Bir tane daha oyun yazabilmek için önceki hakkında çok konuşmamak gerekiyor” demiş bir Berkun Oya’yı sorularla boğmaktan çekiniyorum. ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ üzerine iki yıl sonra yazabildiğinizi söylemiştiniz. Şimdi sizi karşıma alıp oyunla ilgili sıkıştırmak ya da sarsmak gibi bir düşüncem ve cesaretim yok. Neler konuşmak mübah bugün bize?
Oyunla ilgili konuşmak genelde zor zaten. Benim oyunla ilgili konuştuğum alan prova ve oranın bir mahremiyeti var. Oyunu yazmak dışında onunla ilgili konuşmak, oyunu yönettiğim için ortaya çıkan bir durum benim adıma. Yoksa herhalde konuşmaya gerek olmazdı ama oyunun yönetmeni olarak oyuncularla oyunu aylarca konuşuyorum. Elimden geldiğince ben de onlarla birlikte bu sürede anlamaya çalışıyorum. Bu, bir anlamda yabancılaşma gerektiriyor. İki kişiyi kafamda ayırmam gerekiyor. Yönetmen olarak oyuna bakarken oyunun yazarı gibi kalmak sağlıklı olmaz. Hep aynı adamın oyunlarını yönettiğim için aslında az biraz anlıyorum artık onu, tanıdım. Oyunun yazarı olaraksa konuşmam kolay değil. Sadece bir şeyler söylemem gerekiyor diye hiç içime sinmeyecek, aptal aptal laflar edermişim gibi geliyor. Oyunun yönetmeni olarak da bilmiyorum ne demem gerektiğini. Gerçekten bilmiyorum.
Yani konuşmayacağız...
Ben soru-cevaplarla yapabilen biri değilim. Benim hep akan bir nehir gelir aklıma çalışırken, her ne yapıyorsam... O nehrin sesini duyarım. Bunun bir sebebi var herhalde. Aralarda birden o akan nehri durduran durumlar oluyor. Birden (parmak şıklatıyor) gözünde beliren duvarlar oluyor o nehirde. O akışı bozan şeyler... Röportaj da bunlardan biri. Düşünsene, sabah kalkıp gözünü açtığında yanındakine “Şimdi kalkmayı uygun görüyorum. Ne de olsa uyandık. Belki yüzümüzü de yıkamalıyız... Kahvaltı var aklımda ama çıkamıyorum işin içinden” gibi cümleler kurmuyoruz ya da insanlar bir terziye gidip pilelerin sırrını sormuyor, terzi de lise günlerinden başlayarak onlara bir şeyler anlatmıyor. Ama bizim yaptığımız işin böyle bir tarafı var. Anlatmak, üzerine konuşmak gerekiyor. En çok da birlikte çalıştığınız kişilere karşı sorumluluktan bunu yapmak gerekiyor. Zaten sadece bu oyun -ya da neyse o yaptığımız şeyin adı- başladığı dönemlerde biraz bunlara bulaşmak gerekiyor. Şu anda oyun yazıyor olsaydım hayatta burada seninle konuşuyor olamazdım. Mikrofonlar açılıp bu laflar, yaptığım şeyler, yazdığım oyunlar konuşmaya dönüştüğü zaman üzerimde kadife ropdöşambır, ayağımda armalı terlikler var gibi hissediyorum. Sasılaşma oluyor içimde, ruhumda... Rahatsızım bu durumdan, çok zor benim için.
Bir sohbet ortamı yok mu bu konuların daha rahat konuşulabildiği, size normal gelen?
Oyunla ilgili konuşmaktan bahsediyorsak bunun benim adıma normal olduğu tek yer prova. Şu anda karşındaki adamın 180 derece tersi bir adamım provada. Orada da zaten tek yaptığın konuşmak, anlatmak ve sonuna kadar oyuncuları inandığın yolda seninle birlikte yürümeleri için ikna etmek. Aynı zamanda ikna olmak üzere kurulu bir süreç bu, haftalar, aylar süren. Sonunda da ortaya o oyun çıkıyor, ya da adı neyse yaptığın şeyin.
“Ben bunu neden yaptım?”, her yaptığınız işin ardından kendinize sorduğunuz bir soruymuş. “Yeni sorular, yeni cevaplar doğuruyor” ve “Yaptığım her işe süt taşmış gibi bakıyorum” diyorsunuz. ‘Babamın Cesetleri’ni neden yaptınız?
“Neden?” sorusunun cevabını aramak gibi değil aslında. Bir şey yaptığın zaman, ondan uzaklaşıp başka bir şeye konsantre oluyorsun. O dönemde ne kastettiğimi tam hatırlamıyorum. Ama şunu söyleyebilirim: Bir oyundan sonra başka bir oyun yapmak gibi görmüyorum ben bu süreci. Ya da gündelik yaptığım diğer şeylerden ayırmıyorum sanırım oyunu, oyunun oluşturulma fikrini ve yazmayı. George Carlin’in bir lafı var “Always do, whatever’s next” diyor. Benim için hayat öyle kolay ve aslında hep öyle yapıyorum galiba. Hayat sıradaki şeyi yapmaktan daha karışık değil. Birden bir oyun yazma ihtiyacı isteği gibi bir şey olmadı hiçbir zaman. Kendiliğinden gelişiyor her şey.
Bir cümleyle ateşleniyor bildiğim kadarıyla oyun fikirleri aklınızda. ‘Babamın Cesetleri’ için neydi bu içten yanmalı cümle? Nerede, nasıl şekillenmeye başladı bu oyun fikri? Ne kadar sürede tamamlandı?
“Şeytanın arkadaşıyım ve hayatta kalacağım.” İlk aklıma gelen cümle buydu. Sorunun cevabı da bu olmalı. Bu cümle aklıma geldiğinde bu lafı kimin ettiği ya da niye ettiğiyle ilgili bir şey yoktu kafamda. Öyle parkta oturuyordum. Sessiz sessiz oturuyordum. Bir olay olmadı, hiçbir şey tetiklemedi.
Krek’e yakın takip
Kimilerinin çekim alanına ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’yla girmiş olsa da, Krek Tiyatro Topluluğu yeni bir oluşum değil. Geçmişi 1999’a dayanıyor. Kurucuları Berkun Oya ve Ali Atay.
Berkun Oya’nın 2010 International Royal Court Residency programı dahilinde Royal Court Theatre’da tamamladığı ve Aralık 2010’da prömiyerini yapan ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’, yeni yılda da sahnelenmeye devam ediyor. İki yıldır kapalı gişe oynayan bu oyunu kaçırmamanızı öneriyoruz. ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’, yarın ve 21 Ocak’ta. Peşine düşmeniz gereken bir diğer oyunsa ‘Babamın Cesetleri’. Ay boyunca her çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi sahnede. Ayrıntılı bilgi 0 212 311 78 24 ve www.krek.net’te. Biletlerin büyük kısmı ay başında tükenmiş oluyor, hatta siz şu satırları okurken koltuklar dolmuş bile olabilir. Elinizi çabuk tutun.
Time Out dergisi, Berkun Oya’yı bu ay kapağına taşıdı. Röportajın tamamını ve daha fazlasını dergide okuyabilirsiniz.