Zeynep Miraç

Zeynep Miraç

Tüm Yazıları

Meryem Uzerli ile Arnavutluk’un “yeminli bakireler”i burneşalar arasında ortak bir nokta var: Mutlu olmak için kendinden vazgeçmek

Meryem Uzerli bize -kim bilir kaçıncı kez- gösterdi ki; şan, şöhret, para, pul, kucak dolusu sevgi havagazı... Bir kadının kendini değersiz hissetmesi için bir adamın tavrı yeterli.
Ayşe Arman’a verdiği söyleşide “Kadın-erkek ilişkisi bakımından dengesiz bir enerji var Türkiye’de” diyordu, “Garip seksüel bir enerji ve kadın olmak orada daha zor. Zorlandım, bocaladım. Kültürü bir türlü çözemedim.”

Kadın olmak zor, bazı coğrafyalarda daha da zor
Üzülmesin, o kültürü biz de çözmüş değiliz. Bir ilişkinin gidişatına, şekline şemaline, iki kişinin birbirini nasıl ve ne kadar seveceğine taraflardan birinin karar verdiği; dahası bunun neredeyse bir kanun gibi kabul edildiği bir kültürün kapısını kilitleyip anahtarı denize atmış birileri.
Meryem Uzerli o anahtarı arayan ilk kişi değil.
Soru erkekten beklendiğine göre, birlikte yaşamak da, evlenmek de onun kararıdır. “Eee evlenecek misiniz?” “Bilmem, daha teklif etmedi ki”... “Sen ne düşünüyorsun?” Cevap değişmez: “Teklif etmedi ki...”
Erkekler ayak diremeleriyle meşhurken; evlenmek istemeyen, “Böyle iyi” diyen kadın fotoğraf çekmeyen Japon oranında kalır.
Meryem Uzerli haklı... Kadın olmak zor. Bazı coğrafyalarda daha da zor.
Tam da ortalık Meryem Uzerli’nin sözleriyle çalkalanırken karşıma çıktı burneşalar. Arnavutluk’un “yeminli bakireler”i...
Balkanlar’da yüzyıllardır devam eden bir gelenek bu. O coğrafyadaki yazılı olmayan kanuna göre, kadın kocasının mülkü. Bir kadın ne kiminle konuştuğuna ne kime oy verdiğine ne de babasından kalan toprağı nasıl yönettiğine dair söz sahibi.
“Bu hak benim, ben kullanacağım” diyorsa tek bir çaresi var: Köyün 12 ileri geleni önünde yemin etmek ve erkeğe dönüşmek. Yanlış anlamayın, fiziksel bir değişim değil bu, sosyal bir değişim...
Hani var ya, iltifat: “Erkek gibi kadın” olmak...
Erkek gibi giyinip erkek gibi davranarak ve bekaret yemini ederek haklarını almak... Eskiden bütün Balkanlar’da yaygınken şimdi kuzey Arnavutluk ve Makedonya’da sayıları gitgide azalan burneşalar yaşıyor. (Boşuna dememişler Arnavuttan kız alacaksın, kız vermeyeceksin.)

Kadınlıklarını verip özgürlüklerini almışlar
İstedikleri gibi içki sigara içiyor, erkeklerle rahatça sohbet ediyor, kendi topraklarını yönetiyorlar. Kadınlıklarını verip özgürlüklerini almışlar.
Meryem Uzerli’nin “Ben bir adam sevdim, o adam aslında yoktu” dediği gibi, “Ben bir kadınım, o kadın aslında yoktu” diyorlar.
Yemini bozmanın cezası ölüm. Artık uygulanmıyor, ama özgürlüklerini kazanmış kadınlar yeniden o tutsak hayata dönmemek için son anlarına kadar erkek kalmayı tercih ediyorlar. Çoğu “Pişman değilim” diyor, “Bu halimle saygı gördüm, istediğim gibi yaşadım. Bunun için kadın olmamayı kabul ettim.”
Tıpkı Meryem Uzerli’nin dediği gibi: “Beş altı gün çok mutsuzdum ama bir gün mutlu olabiliyorduk. O bir gün mutluluk için beş gün mutsuz olmayı kabul ettim.”
Burneşalar ve bambaşka coğrafyadan bir kadın... İkisi de aynı cümleyi söylüyor aslında: Mutlu olmak için kendimden vazgeçtim.
Düşünün bir; kendiniz kalarak mutlu olmak mümkün değilse, hangisini seçerdiniz? Kendinizi mi, mutluluğu mu?

Haberin Devamı

Koşmaya başlayın, olimpiyat kapıda...

Haberin Devamı

Nevin Yanıt’ın doping kullandığı için yarışlardan, Fenerbahçe’nin ise şike davasından ötürü Avrupa’dan iki yıl men edilmesi aynı güne denk geldi. Mana aramaya gerek var mı bilmem. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “Doping 2020 Olimpiyatları’nda İstanbul’un seçilme şansını olumsuz etkilemez. Aksine, olumlu etkisi olur” dedi.
Eğer 1904’te yaşıyor olsaydık, yüzde yüz haklıydı. Çünkü ilk olimpiyatlarda doping yasak olmadığı gibi, 1904 Yaz Olimpiyatları’nda maratonu kazanan Thomas Hickss’e
yarışın içinde bile antrenörü tarafından ilaç verilmişti.

Yedi sporcudan biri dopingli
Doping özgürlüğü uzun yıllar devam etti. Tabii bunun adil olmadığı da tartışılıp duruyordu ama kimse de radikal bir karar alamıyordu.
Ta ki 1960 Olimpiyatları’nda Danimarkalı bisikletçi Jensen yarışın ortasında düşüp ölene kadar... O kadar
çok ilaç almıştı ki, devriliverdi.
Bir sonraki olimpiyatlarda denetim başladı, doping nedeniyle madalyasını ilk kaybeden olma unvanı ise 1968’de İsveçli atlet Liljenwall’un oldu.
Yıllar içinde denetimler sıkılaşarak sürdü. En büyük skandal, 1988 Seul Olimpiyatları’nda rekor kıran Ben Johnson’un dopingli olduğunun ortaya çıkmasıydı.
Memleketimizin doping skandalının tarihi ise malumunuz, 2013. Türkiye Dopingle Mücadele Komisyonu’nun verilerine göre, yedi sporcudan biri dopingli.
Şimdi alt alta dizelim.
1904’te değiliz, doping yasak!
Yedi sporcumuzdan biri dopingli.
Bakan Kılıç’a göre olimpiyatları alacağız.
Sonucu açıklıyorum: Antrenmanlara başlayın, ülkenin size ihtiyacı var.

Haberin Devamı

El ele yalınayak koşan hayran gözlü çocuklar

Gezi ruhu, tıpkı sahne tozu gibi...
Bir kere yuttunuz mu, eskisi gibi olamazsınız. O ruh içinize üflendiyse, bugün 13.00-14.00 arası eşinizi, dostunuzu, kardeşinizi, akrabanızı
alıp sokağa çıkıyorsunuz. El ele...
Niçin mi? Barış için...
Mısır için, Suriye için, Türkiye için... Dünya için...
“Biz, evrensel değerlere saygıyı benimsemiş insanlar olarak sadece ülkemizde değil, bölgemizde ve tüm dünyada sevgi, barış ve huzur içinde yaşamak amacıyla, Taksim’den Dikmen’e, Rojava’dan Halep’e, Adeviye’den Tahrir’e, Gazze’den Doğu Türkistan’a, bütün dünyaya ilham veriyoruz, umut oluyoruz” cümlesiyle...
Nazım Hikmet’in dediği gibi “Başımızdan bin yıllık bir ömrün macerası geçse de hâlâ güneşin altında el ele yalınayak koşan hayran gözlü çocuklar” olduğumuzu hatırlamak için.