Başbakan’ın Türkiye’ye taşıdığı Rabia selamının Fatma Girik ve Hülya Koçyiğit ile ne ilgisi olabilir? Cevabı bu yazıda...
Bu pazara on puanlık uzmanlık sorusuyla başlıyoruz. Recep Tayyip Erdoğan, İbrahim Tatlıses ve Emre Belözoğlu’nun aynı haberin içinde geçmesini sağlayan ne olabilir?
Cevap: Dört.
- Dört mü?
- Evet, dört.
- Biraz açabilir misiniz?
Parmakla yapılan dört işareti, yani Mısır’da darbe karşıtlarının sembolü haline gelen Rabia işareti. Ya da sosyal medya alfabesiyle R4bia işareti.
Haksızlıklara karşı duruşuyla dişi aslan olarak anılırmışDarbe karşıtlarının kendilerine bu sembolü seçmelerinin nedeni basit, Mısır’da Mursi yanlılarının toplandıkları meydanın
adının Rabiatül Adeviyye olması. Rabia Arapça’da
dört anlamına gelen arbaa kökünden geliyor. Tıpkı dörtlük anlamındaki rubai gibi...
Tandoğan Meydanı ya da Washington Square gibi Rabiatül Adeviyye Meydanı da adını bir kişiden alıyor. Rabiatül Adeviyye, 8’inci yüzyılda Basra’da yaşamış bir kadın evliya. Ailesinin dördüncü çocuğu olması hasebiyle ona Rabia adını vermişler. Haksızlıklara
karşı duruşuyla “dişi aslan” olarak da anılırmış. Öyle uzak durmayın, birazdan vereceğim ipucuyla hah diyeceksiniz:
Hem Fatma Girik hem de Hülya Koçyiğit’in oynadığı “Rabia” filmlerindeki evliya o.
Sisi Budist mi?Rabia selamı Mısır’dan Türkiye’ye Başbakan
sayesinde transfer oldu.
Ne zaman ki Erdoğan
Bursa’da dört parmağını gösterdi, dört parmak fotoğrafları sosyal
medyada paylaşılmaya, hatta profil fotoğraflarıyla yer değiştirmeye başladı. Bülent Arınç bile medyaya “Ben de Bursa’da Rabia işareti yaptım ama siz hep Başbakan’ı çektiniz”
diye sitem etti.
Bir de internet sitesi açıldı: www.r4bia.com. Bu site Türkçe, İngilizce ve Arapça “R4bia bir özgürlük sembolüdür” diye söze başlayıp eli hızla yükseltti: “R4bia yeni bir dünyanın kuruluş müjdesidir”, “Ölümleriyle tüm İslam
âlemini uyandıranların adıdır”, “Naif bir şehadettir”,
“Katliamı destekleyen münafıkların sonudur”.
Bir de “Müslümanların
yeniden dünya sahnesine çıkışıdır” var ki Sisi Budist mi diye sormadan edemiyor insan.
Dördün karşısına bu sefer beş çıktıAma tabii “huzur ki en yakışmayandır bize”, hemen bir kontratak başladı. Dördün karşısına beş çıktı. Gezi Parkı direnişi sırasında yaşamlarını kaybeden beş kişi adına... Ve birden yine acılar yarışmaya, benim kaybım seninkini döverler havada uçuşmaya başladı. Niyet üzüm yemek olsa yine iyi de, elinde sopa bağcıyı kovalayanlar yine kabak tadı verdi.
Hande Yener, Alişan, Kutsi, Özcan Deniz, Sinan Akçıl gibi 43 ismin menajeri olduğunu öğrendiğimiz Polat Yağcı, AA muhabirine bir açıklama yaptı ve “Mısır’da yaşanan katliamlara tepki olarak profil fotoğrafını değiştiren ünlülerin mahalle baskısıyla karşılaştığını” söyledi. Eli değmişken “Gezi Parkı olaylarının yaşandığı süreçte de olaylara destek vermeyen ünlülere mahalle baskısı yapıldığını” da ekledi.
Acı yarıştırılmaz, eyvallah. Ama şunu da unutmamak gerek, bir acı diğerinden
üstün de değildir. Eğer Emre Belözoğlu gol attıktan sonra Rabia selamı veriyorsa, bir başkası da Gezi olaylarında hayatını kaybedenleri anmakta özgürdür.
Dört parmak beşe vurmaya, beş parmak dördü dövmeye kalkmasın. Hem Mursi Mısır’ın dördüncü cumhurbaşkanıymış, ateistler bunu da açıklasın!
Orhan Pamuk’un zayıf noktasını buldum!Orhan Pamuk, Hürriyet gazetesinde Çınar Oskay’a konuştuğundan beri göğüslemediği eleştiri, hatta açık konuşalım yemediği hakaret kalmadı.
İtici de dendi, duyarsız da, bencil de... Okulda pek bir şey öğrenmediğini söylemesi Robert Kolej cenahında infial yarattı. Ayşe Kulin’den Nuri Çolakoğlu’na kadar nice kolejli veryansın etti.
Suçlu: Çift karakterli İkizlerKahve içip dedikodu yaparken bir arkadaşım dedi ki, “Orhan Pamuk İkizler burcu. Ondandır...” Ben ki zamanında burcum soruldu diye masalardan kalkan bir şahısım, yaş ilerledikçe bana şu insanoğlunu anlatacak her şeye
muhtaç olmuşum. Olur mu olur dedim, İkizler burcunu Google’ladım.
Her sayfada cümle şöyle başlıyor:
“Çift karakterlidir ve çok değişkendir.
Bir an şakacı ve sevimli, hemen
ardından hırçın ve huysuz olabilir.”
Aradığım ipucunu ise şu cümlede buluyorum: “Çabuk sıkıldığı ve konsantre olamadığı için daldan dala atlamaya bayılır. Onu uzun süre bir yerde tutmak imkansızdır.”
Bingo! Robert Kolejliler müsterih olsunlar. Orhan Pamuk çabuk sıkıldığı için dersleri dinleyememiş ve okulda bir şey öğrenememiştir. Hayatınıza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz...
Şeytanın avukatına 40 duasıMalum-u aliniz şeytanın avukatı (ki şeytan burada Çakal Carlos’a ya da Gestapo Klaus Barbie’ye tekabül ediyor) Jacques Verges, geçen hafta öldü. Önceki gün Facebook üzerinden bir davet aldım. Avukat Müşir Deliduman’dan... Diyordu ki “Sayın meslektaşımız Jacques Verges, ebedi hayatta irtihal etmiş bulunmaktadır. Savunma üstadını anmak boynumuzun borcu oldu. Vefatını takip eden 40 gün içinde dualar ile anma töreni yapılacaktır. 40 veya 52’nci gecesini yad etmek için değişik dillerde dualar irat olunacaktır. Arapça, Türkçe, İngilizce dillerinde olmak üzere duaların hazırlanması, tercüme edilmesi için meslektaşlarımı dayanışmaya davet ediyorum”.
Jacques Verges ipten kurtarıp evlendiği Cezayirli karısı için Müslüman olmuştu. Ama onu
terk ettikten sonra dinini muhafaza etti mi bilmiyorum. Neyse, önemi yok, nasıl olsa Eva Peron’a dahi mevlit okutmuşluğumuz var.
Müslüman kişi niyetine...
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar...Nuri Bilge Ceylan Altın Palmiye ödülünü eline alıp “yalnız ve güzel” ülkesinden bahsettiğinde bu tarifi pek sevmiştik. Ama Başbakan’ın Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın güzel yerine değerli yalnızlıktan söz ettiğinde kıyamet koptu. Nedeni ortada, NBC zihnindeki bir fotoğraftan söz ediyordu. Kalın’ın tespiti ise “Kapısını çalıp bir fincan kahve isteyecek kimsemiz kalmadı” cümlesinin afili haliydi.
Dış politikasının gidişatına bakılırsa, Kalın’ın yalnızlığı tarif edecek başka sıfatlara da ihtiyacı olacak. Attila İlhan “Dağ başları kadar yalnızım” der mesela.
Ya da Özdemir Asaf’tan devam edelim: “Yalnızlık / İnsanın kendine mektup yazmasıdır”.
Değerli yalnızlığın sonu tükenmişlik sendromu olmasın?O da olmadı, AK Parti’nin alameti farikası haline gelen “Bana Her Şey Seni Hatırlatıyor” şarkısı yerine Yıldırım Gürses’ten dinleyelim: “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım...”
Tam bunları yazarken aklıma Meryem Uzerli’nin “Yandım Allah” diye kaçmadan önce İstanbul’da ne kadar yalnız kaldığından şikayet ettiği geldi. Sakın değerli yalnızlığın sonu tükenmişlik sendromu olmasın? Ya öyle olursa? Meryem kaçtı, geçmişine, Almanya’ya gitti. Türkiye nereye gidecek? Orta Asya’ya mı?