2008 dünya ekonomik krizinin ardından, gelişmiş ülke Merkez Bankaları mevcudun beş ila on katı arasında para basarak, piyasalarına likidite veriler. Bu likidite, büyük ölçüde, gelişmiş ülkelerdeki zor duruma düşen ama batırılamayacak kadar büyük bankaları kurtarmakta kullanıldı. Piyasaya sağlanan likiditenin diğer önemli bölümü, ekonomileri yeniden canlandırmak ve şirketleri destekleyerek, üretime katkıları artırmak amacı güdüyordu. Likidite genişlemesini önce, ABD Merkez Bankası (Fed) başlattı; onu Avrupa Merkez Bankası (ECB) takip etti; en son, Japonya Merkez Bankası, beklenenin çok üzerinde, mevcudun 10 misline yakın bir parasal genişlemeye imza attı.
Merkez Bankalarının parasal genişlemeleri, yani para basmaları, genel anlamda ülke enflasyonlarında yükselme ile sonuçlanır. Böyle bilinmesine rağmen, büyük ölçülere ulaşan, bahse konu parasal genişlemeler gelişmiş ülkelerde enflasyonist baskı yaratmadı. Üstelik, yalnız Merkez Bankası faizleri değil piyasa, mevduat, kredi ve tahvil faizleri de düştü. Öyle ki, on yıllık tahvillerin faizleri bile ancak ülkelerin mevcut yıllık enflasyonları seviyesine çıkabildi. Birçok ülkede çeşitli vadeler için negatif faizler söz konusu oldu.
Borçlara sıfır faiz
ABD’ye trilyonlarca dolar borç vermiş görünen Çin ve Japonya’nın, borç olarak verdikleri paralara sıfıra yakın faiz almaları, Amerikan ekonomisine büyük katkı sağladı; sağlamaya devam ediyor. Fed’in faiz artırmak istememesinin bir nedeni de bu.
ECB oranında para basmaya yanaşmayan veya buna gerek görmeyen İsviçre Merkez Bankası, İsviçre frangı’nın euro ile bağını kopartmak ve parasının değerini korumak zorunda kaldı. Avrupa Birliği’ndeki parasal genişleme ve bataktaki ülke ekonomilerini kurtarma operasyonlarına katılma zorunluluğuna, göçmen akımı da eklenince; İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılmak durumunda kaldı.
Tasarruf etkisi yaptı
Bu büyük parasal genişleme, şimdiye kadar görülmemiş bir ekonomik olgu idi ve gelişmiş ekonomilerdeki büyük krizin en büyük kanıtı durumundaydı. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, kendi vatandaş ve devlet tasarrufları yetmeyince yabancı tasarruflara yönelmek durumunda kaldılar. Güçlü paralara sahip ABD ve AB gibi ülkeler, enflasyona neden olmadan, kendi içlerinde tasarruf yaratamadıkları halde, bastıkları aşırı para sayesinde, sanki ilave tasarrufları varmış gibi, bizim gibi ülkelere, yüksek faizlerle borç verdiler. Kapitalizm, yeni bir sömürü aracı bulmuştu.
Standard and Poor’s ve Moody’s gibi derecelendirme kuruluşları ise, gelişmiş ülkelerin içinde bulundukları likidite bolluğunu ve dünya ekonomik krizini göz ardı edip, sudan sayılabilecek nedenlerle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin notlarını kırdılar. Not kırılması; notu kırılan ülkelere daha az doğrudan yabancı yatırım gelmesi, sıcak para girişinin nispeten azalması ve borçlanma faizlerinin yükselmesi anlamına geliyor. Bir çok yabancı fon da, notu düşen ülkelerden otomatik olarak çekiliyor.
Borçlanma faizinin yükselmesi ise, borç alan ülkelerin daha çok sömürülmesi anlamında. Sonuçta ABD ve Avrupa ülkeleri en çok yüzde 0.50 faizle borçlanabilirken, biz yüzde 9 faizle ve daha kısa vadeli borçlanabileceğiz.
İşte, geldiğimiz veya getirildiğimiz durum bu.