Aşağıdaki 3 grafik ülkemiz-deki enflasyonun artış hızını gösteriyor. TÜİK, TCMB, Bloomberg ve Akbank verilerinden faydalanılarak elde edilen bu grafikler bir yıl öncesinden başlayarak ara malı fiyatlarının nasıl yükseldiğini, çekirdek enflasyonun uzun yıllardır görülmeyen %11.82 gibi rekor seviyelere çıktığını ve enflasyon beklentilerinde bozulma eğiliminin sürdüğünü gösteriyor.
Uluslararası ilişkilerimizin bozuk olduğu bu dönemde ülkemizden sermaye kaçışının hızlanması, ülkemize yabancı sermaye gelmemesi, borsa yoluyla gelen yabancı sermayenin de kâr eder etmez ülkeden çıkması nedenleri ile döviz fiyatları üzerinde bir baskı oluştu.
Bunlara ilave olarak enflasyon konusundaki gelişmelerin de Türk Lirası’nın kırılganlığını arttırdığı anlaşılıyor.
Reel faiz yükseliyor
Bu gelişmelere paralel olarak aşağıdaki grafikte görüleceği gibi diğer ülkelerde düşmesine rağmen Türkiye’nin dışarıya ödediği reel faizlerde yükselmeler yaşandı. Reel faizin yıl sonu itibari ile %2.5 civarında gerçekleşmesi olası. Yine grafikten anlaşılabileceği gibi ülkemizin notu “yatırım yapılabilir” seviyesinde iken, reel faizler “negatif” idi.
Adının da ortaya koyduğu gibi, Kuran, yüksek sesle ezberden okunmak üzere indirilmiştir ve sesin kullanımı, yarattığı etkinin önemli öğelerinden biridir. Müslümanlar Kuran’ı camide okunurken duyduklarında, Hz. Muhammed’in Hira Dağı’nda Cebrail tarafından çevrelendiği veya her nereye baksa O’nu gördüğü gibi, “sesin ilahi boyutu” tarafından sarıldıklarını hissettiklerini söylerler. Kuran, yalnızca bilgi edinmek için okunacak bir kitap değildir. O, ilahiyat duygusunu tatmak için okunur ve aceleyle okunup geçilecek bir kitap değildir.
Özellikle ilk sureler, insan dilinin ilahi bir etkiyle bozulmuş ve parçalanmış olduğu etkisi verirler. Bu nedenledir ki Kuran’da “Kuran’ı Arapça okunmak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar yahut onlara ibret verir” açıklamaları yer almaktadır.
İslam tarihi
Müslümanlar, İslam Tarihini Hz. Muhammed’in doğumuyla veya ilk vahiyleri almasıyla değil, siyasal bir gerçekliğe dönüştürmeye başlamasıyla başlatırlar. İslam tarihi, Karen Armstrong’un “Tanrı’nın Tarihi” isimli kitabında belirttiği gibi, “ilahi planın uygulamaya başlandığı hicretle” başlatılır.
Kuran, bütün dindar halkların adil ve eşit bir toplum yaratmak için
Mevcut ekonomik durumu anlayabilmek için üç ayrı şeye bakmamız gerekiyor.
1. Makro büyüklükler ve rakamsal ekonomi
2. Uluslararası ilişkilerimiz
3. Piyasanın durumu ve piyasalaşma
Makroekonomik göstergeler ekonomimizin iyi olduğuna işaret ediyor. Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız (GSYH), 2017 yılının ikinci çeyreğinde 834 milyar dolar oldu. Kişi başına düşen milli gelirde bir azalma görülmüş olsa da 2016 yılsonu itibariyle kişi başına yıllık ortalama gelir 10.883 dolar olarak kayda geçti. Bu seviye nüfusumuzun 80 milyona çıkmasına rağmen gerçekleşti.
İthalatımızın dünya ticaretine oranı 2008 yılından beri %1.2 seviyesinde seyrederken; ihracatımızın dünya ticaretine oranı 2008 de %0.8 iken, 2016 da %0.9 oldu. Talep ve üretim göstergeleri yüksek büyümeyi işaret ediyor. Bu yılın üçüncü çeyreğinde çift haneli büyüme rakamlarına ulaşabileceğiz. 2017’nin üçüncü çeyreğinde kapasite kullanım oranı %78.4 oldu. Geçen yılın aynı dönemine göre yatırım malı üretimi %19.7 (ikinci çeyrekte bu oran %9.2 idi.) dayanıklı mal üretimi %29.7 arttı. Brüt döviz rezervlerinin GSYH’ya oranı 2008 yılında %9 iken, bu yılın ikinci çeyreğinde %13 oldu. Toplam kredilerin GSYH’ya oranı 2002 yılında %12 ve 2008 yılında
Wilhelm Hegel (1779-1831) Kabbala’ya dikkat çekecek biçimde benzeyen bir felsefe geliştirdi. Ancak, Hegel, büyük yanlış yapmış, Yahudiliği ilkel Tanrı kavramından sorumlu, bayağı bir din olarak kabul etmişti. Hegel’e göre, Yahudi Tanrısı, dayanılmaz bir Yasa’ya sorgusuz boyun eğilmesini isteyen bir tirandı.
İsa, insanları bu aşağılık kulluktan kurtarmaya uğraşmış; ancak, Yahudiler gibi Hıristiyanlar da aynı tuzağa düşmüş ve ilahi bir despot düşüncesini yüceltmişlerdi. Şimdi, bu barbar Tanrı’yı bir yana atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış geliştirmenin zamanıydı.
Hegel’in, Yeni Ahit polemiğine dayanan Yahudilik görüşü, metafizik Yahudilik karşıtlığının yeni bir türüydü.
Kant gibi Hegel de Yahudiliği dinle ilgili bütün yanlışlıkların örneği olarak görmüştü.
Nietzsche...
Karen Armstrong’un “Tanrı’nın Tarihi” kitabında yer aldığı gibi, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te (1883) Nietzsche, Tanrı’nın yerini alacak “Üstinsan”ın doğuşunu bildirdi; yeni aydın insan, eski Hıristiyan değerlerine karşı savaş ilan edip, ayaktakımını çiğneyerek, zayıf Hıristiyan erdemleri sevgi ve acımanın hiçbirinin olmadığı yeni, güçlü bir insanlığın müjdesini verecekti.
Ancak bireycilik, kendi başına bir amaç
Hıristiyan-lıkta 17. yüzyılın başından itibaren başlayan aydınlanma çağından önce, Müslüman filozoflar, bir çok konuda, örneğin tıp, felsefe ve estetik biliminde çoktan ustalaşmışlardı. Felsefe, öğrencilerine, gerçekliğin bütünü olduğuna inanılan uyumlu ve kapsamlı açıklamalar sunmuştu.
17. yüzyılla birlikte, Batı toplumunun yüzüne damgasını vuracak olan uzmanlaşma süreci, kendini hissettirir oldu. Astronomi, kimya ve geometrinin farklı dalları bağımsız ve özerk olmaya başladı.
Bilim adamları artık, hakikati bulmak için, miras aldıkları geleneğe, bir kuruma ya da bir seçkine hatta Tanrı’dan gelen bir vahiye bile gereksinimleri olmadığını hissediyorlardı.
Tanrı’nın varlığına ilişkin eski “kanıtlar” artık tamamıyla yeterli değildi; doğa bilimcileri ve filozoflar, deneysel yöntem coşkusuyla dolu, diğer gösterilebilir olguları kanıtladıkları gibi, aynı yolla Tanrı’nın nesnel gerçekliğini doğrulamak zorunda hissettiler kendilerini.
Fransız fizikçi, matematikçi ve teolog Pascal bunlardan biri idi. Ona göre, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak olanaksızdı; ama aynı biçimde akılcı olarak varlığını reddetmek de olanaksızdı.
Din ve dünya
Din, en başından beri, insanların dünyayla ilişki kurmalarına ve
Türkiye’nin ilk spor kulübü olan İstanbul Golf Kulübü’nün (İGK) bir asra yakın kullandığı İstanbul Maslak’taki Harp Akademileri Komutanlığı’na ait 350 dönümlük araziden İGK, 2012 yılında hastane yapılacağı gerekçesiyle tahliye edildi. Şimdi ise, golf sahasının yerinde lojman olarak kullanılacağı anlaşılan binalar yükseliyor. Bu araziye Ali Ağaoğlu talip olmuş, demokrasi şehitleri için konut yapmayı önermiş; ancak, kamuoyu baskısı nedeniyle, bu istek gerçekleşememişti.
1895 yılında ‘Costantinople Golf Club’ adıyla kurulan İGK, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde yaşayan İngiliz ve Amerika vatandaşları tarafından kuruldu. 1869’da İngiltere’den askeri görevle İstanbul’a gelen ve Osmanlı Donanması’nda koramiral rütbesiyle görev alan Sir Henry Felix Wood Paşa ve İstanbul’a golfü getiren kişi olarak tanınan İskoç Ernest Thompson kulübün ilk kurucularıydı. Sadece yabancıların üye olabildiği kulüp Cumhuriyet’le birlikte tüzüğünü değiştirerek Türklere de üyelik hakkı verdi. 17 Aralık 1925’te yapılan toplantıda Nusret Bey kulübün ilk Türk üyesi oldu.
Habertürk gazetesinden Leyla Ünal’ın haberine göre İGK, son sahası olan Maslak’taki araziye ise 1922 yılında taşındı. Arazide İngiliz
"Güçlü Demokrasi, Güçlü Ekonomi, Güçlü Sivil Toplum” ilkeleriyle yola çıkan Marmara Grubu Vakfı, geçen hafta Kadir Has Üniversitesi’nde Bangladeş Büyükelçisi M. Allama Siddiki’nin konuşmacı olduğu bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi.
26 Mart 1971’de bağımsızlığını kazanan Bangladeş’te, 2016 yılı itibariyle 163 milyon kişi yaşıyor. Dünyanın sekizinci büyük nüfusuna sahip ülkede 100 milyonu aşan çalışabilir genç bir nüfus barınıyor. Yüzölçümü 147.570 kilometrekareyi bulan ülkenin başkenti Dakka ve milli geliri 2017 yılbaşı itibariyle 249 milyar dolar.
Bangladeş’in üç yönden birden komşusu olan Hindistan’la 4.000km’ye yakın sınırı bulunuyor. Diğer komşuları Burma ve Myanmar.
“Irmaklar Ülkesi” adıyla anılan Bangladeş’in insanı yumuşak başlılığı ve çalışkanlığı ile tanınıyor. Bütün komşuları başka dinlere mensup olan Bangladeş’in nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşuyor. Ülkenin laik kalmaya ve kadın eşitliğine önem veren bir yönetimi var. 50 ayrı nehrin birçoğunun birleşerek denize ulaştığı ülkede insanlar suyla iç içe yaşıyorlar ve her 30 yılda bir 10.000 kilometrekare büyüklüğünde toprak ırmakların taşıdığı alüvyonlar sayesinde ülke yüzölçümüne ekleniyor.
Bangladeş’teki
Karen Armstrong’un “Tanrı’nın Tarihi” adlı kitabında belirttiği gibi, Yahudilerin, kendilerinin “seçilmiş halk” olduğu yolundaki inançlarını eleştirenler, o dönemde putperestliğe karşı uygulanan şiddetin ateşlenmesinin de sorumlusu olagelmişlerdir. Her üç tektanrıcı inanç da kendi tarihlerinde, farklı zamanlarda benzer seçim teolojileri geliştirmişler; hatta bazen, hayal edilenden daha da korkunç sorunlar ortaya çıkmıştır. Batı Hıristiyanları da kendilerinin Tanrı’nın gözdeleri olduğunu düşünmeye özel bir eğilim göstermişlerdir. 11 ve 12’nci yüzyıllarda Haçlılar, Yahudi ve Müslümanlara karşı giriştikleri kutsal savaşı, kendilerinin Yahudilerin çoktandır kaybettiği tanrısal misyonu devralmış; yani “seçilmiş halk” oldukları iddiasıyla meşrulaştırmışlardır.
Aslında, “haçlı seferleri” hâlâ tamamen bitmiş değildir. “Medeniyetler çatışması” denilen olgu, Hıristiyanlar ve Yahudilerin Müslümanlarla çatışmasıdır. Irak’ta yaşananlar bile bunun bir parçasıdır.
‘Kâbe’ hep kutsaldı
Bütün Mekkeliler, Arabistan’ın en kutsal yeri olan Kâbe ile övünüyorlardı. Her yıl yarımadanın her yerinden Araplar hac için Mekke’ye geliyor, birkaç gün boyunca geleneksel ritüellerini uyguluyorlardı. Kutsal yerin