“Facebook’u acilen parçalara ayırın! Bugün Facebook, Amerikan devletinden çok daha güçlü. Demokrasiyi tehdit ediyor. Acil önlem almalısınız!”
Böyle veryansın eden bir devlet başkanı falan değil, Facebook’un kurucularından Chris Hughes. Bir hafta önce New York Times’a yazdığı baş makalede bunu söyledi: Facebook’u acilen parçalayın, yoksa o sizi parçalayacak!
İyi de bayram değil, seyran hiç değil. Eniştem beni niye öptü?
Biri bizi gözetliyor
Bugün Facebook, Instagram ve Whatsapp’ın da sahibi. Dünyanın en yaygın bu 3 iletişim platformunu toplamda 3 milyar insan kullanıyor. Bir kişi Facebook’ta günde ortalama 1 saat geçiriyor.
Şirket özel bilgilerimize sahip olduğu için, bu veriler kulağa korkutucu geliyor. Daha geçtiğimiz yıl yaşanan Cambridge Analytica (CA) krizini hatırlayın. CA’nın 50 milyon Facebook kullanıcısının verilerini ele geçirdiği ortaya çıkmıştı. Meğer bu özel bilgiler doğrultusunda kişilerin siyasi tercihlerini tahmin edip, seçimlerde manipüle etmiş. Haliyle hepimiz kendimizi kandırılmış hissettik.
Bilgi güvenliğinin yanında asıl korkutucu olan da zaten bu ikinci kısmı: İnternette gitgide gelişen algoritmalar bizi giderek daha fazla gözetliyor. Ne okuduğumuza, satın
Acilen “360 dereceli dış politika”ya geçiş yapmamız gerekiyor. Bundan kastım; tüm dünyayı, tüm bölgeyi ve tüm kampları kapsayan bir denge politikası. Bu acil ihtiyacın sebebi ise, hem dünyadaki hızlı değişim. Hem de karşı karşıya olduğumuz hayati tehditler.
Dünya Dengeleri
Her şeyden önce; dünyanın ağırlık merkezi hızla Batı’dan Doğu’ya doğru kayıyor. Bu da, yeni fırsatlar Asya’da demek. Bununla birlikte Batı da ciddi bir değişimden geçiyor. ABD’nin yeni başkanı Trump, ülkesini dünyaya liderlik etmekten geri çekiyor. Gitgide içe kapanıyor. Diğer yandan Washington’ın Avrupa ile arasındaki görüş ayrılıkları aldı başını gidiyor. Hatta geleneksek müttefiki, göbekten bağlı olduğu İngiltere ile bile.
AB de hızla zayıflıyor. Brexit krizi hala devam ederken, aşırı sağ Kıta Avrupası’nı pençesine almış durumda. Tüm bunlar da hem AB, hem ABD ile ilişkilerimize birebir yansıyor.
***
Washington ile Moskova arasındaki rekabet de giderek kızışıyor. Özellikle de Suriye üzerinden. Bu da ister istemez bizim Rusya ile ilişkimize yansıyor. Yaşadığımız S-400 krizi bunun tezahürü. Moskova ile yürüttüğümüz Soçi ve Astana süreçlerinin İdlib üzerinden çökertilmesi de, tesadüf değil.
Kaldı ki Rusya ile bugün her
İran’la Körfez ülkeleri arasında hızla yükselen tansiyon, elbette ABD-İran geriliminin uzantısı. Şimdi herkes merakta: Basra Körfezi’nde sıcak çatışma çıkar mı? Suudilerle İran savaşır mı? İş ABD ile Tahran’ın savaşmasına kadar gider mi?
Hemen cevabı verelim: Geçiniz bunları. Zira sıcak savaş çıkmaması için sayılamayacak kadar çok sebep var.
Savaş Dönemi Bitti
Her şeyden önce zaten devletler arası sıcak savaş döneminde değiliz. Daha birkaç ay önce de “Kuzey Kore-ABD arasında nükleer savaş çıkacak” nidaları yükseliyordu. Peki, ne oldu? İş tatlıya bağlandı. Bunda Trump’ın “önce Amerika” düsturunun da elbette etkisi var. Mümkün mertebe dünyaya yapacağı harcamaları ve enerjiyi kısıtlayıp, içeriye odaklanma derdinde. Bu yüzden en son istediği şey, askeri gücünü yine Ortadoğu’ya yığmak.
Zaten tam da bu yüzden bir yandan Tahran’a yaptırım üzerine yaptırım koyup Basra’ya savaş gemilerini yığarken, diğer yandan açıkça “Beni arayın!” diyor. Şaka değil, 4 gün önce “İran’ın yapması gereken şey şu: Beni arasınlar, oturup konuşalım ve adil bir anlaşma yapalım. İran’a zarar vermek istemiyoruz” dedi. Aramaları için de İsviçre’ye bir telefon numarası verdiğini söyledi! Dolayısıyla belli ki sadece
Pazar günü İsrail’in Gazze’de Anadolu Ajansı’nın (AA) ofisinin de bulunduğu binayı vurması tarihi önemde. Hakeza, aynı saatlerde İsrail ile Hamas arasında son yılların en yoğun saldırıları yaşanıyordu. Bu pervasız saldırganlığın ön işareti ise zaten 2 gün önce Washington’dan gelmişti. Başkan Trump’ın damadı ve Başdanışmanı Jared Kushner, “Yüzyılın Planı” dedikleri İsrail-Filistin barış planında Filistin devletine yer olmayacağını açıkça söyledi. Gerekçesi ise basitti! “İki devlet deyince İsrail ve Filistin farklı şeyler anlıyorlar. O yüzden en iyisi hiç bahsetmeyelim dedik.” Bu enteresan bakış açısının ve yöntemin ayak sesleri ise zaten uzun zamandır geliyordu.
Netanyahu’nun şansı
13 yıldır iktidarda olan ve 9 Nisan’daki seçimlerde başbakanlığı 5. kez garantileyen Netanyahu, zaten 5 yıldır hiçbir barış görüşmesinde bulunmuyordu. Daha önceleri uluslararası etkinliklerde “iki devlet”ten söz etse de, ilk kez 2015 seçimlerinden bir gün önce açık açık, “Beni seçerseniz Filistin devleti diye bir şey olmayacak” demişti. O seçimi bu vaat sayesinde alan Başbakan, böylelikle 70 yıllık ihtilafın çözümü için o güne kadar uluslararası toplumun benimsediği iki-devlet fikrini çöpe atmış oldu.
O
Bu resmi aklınıza kazıyın. Çünkü bu, Çin’in Balkanlar’ı da ele geçirdiğinin resmi. Batı’yı bu bölgede de solladığının göstergesi. Çin Başbakanı 11 Nisan’da Hırvatistan’a ayak basmak üzereyken ayaklarının altına serilen bu kırmızı halı, sanki Balkan ülkelerinin Pekin’e “Ne olur bizi hiç bırakma” diye yakarışı.
Meydan Çin’e kaldı
“Sanırım Rusya’yı fazla ciddiye, Çin’i de fazla hafife aldık”.
Bunu söyleyen, Avrupa Birliği’nin (AB) Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn. Mart başında Financial Times’a verdiği mülakatta böyle demesinin sebebi basit: Bugüne kadar Balkanlar’da Batı blokundan ABD’ye göre Avrupa çok daha etkiliydi. Özellikle AB üyeliği perspektifi üzerinden. Bu bölgede asıl rakibi ise Rusya olageldi. Birçok Balkan ülkesinin Ortodoks olması Moskova’ya “Slav-Ortodoks kardeşliği” kisvesi altında geniş alan açtı.
Ne var ki son veriler gösteriyor ki son 6 yılda Çin’in Balkanlar’daki altyapı yatırımları bırakın Rusya’yı, tüm AB üyelerinin toplamını geçmiş. Pekin’in 2013’te duyurduğu “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi için (modern İpek Yolu) Balkanlar son derece stratejik önemde. Çin’in, Yunanistan’ın en büyük limanı olan Pire’nin çoğunluk hissesini satın alması bundan. Düşünün ki
Geçtiğimiz hafta sonu dünyada tüm dengeleri altüst edecek bir şey oldu. Biz istediğimiz kadar bugüne, seçim gündemine odaklanalım... Bir yandan çok daha geniş zamanlı bir dalga, derinden tüm yerküreyi dönüştürüyor.
Bahsettiğim, gelecek yüzyıl Batı hegemonyasının biteceği ve Çin’in yeni küresel lider olacağı gerçeği. Bunu iyice ortaya koyan da, hafta sonu Pekin’de yapılan 2. “Bir Kuşak, Bir Yol” zirvesi oldu.
‘Bir Kuşak, Bir Yol’
“Modern İpek Yolu” diye anılan “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, düşünün ki dünya yüzölçümünün üçte birinden fazlasını kapsıyor. Yerkürenin bugüne kadar gördüğü en büyük ekonomi ve kalkınma projesi... Çin’de başlayıp Anadolu ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşacak. Tam 65 ülkeden geçecek olan bu küresel hat, 2049’da tamamlanacak.
Bu da, 2050’den itibaren dünyanın ağırlık merkezinin sallanacağı anlamına geliyor! 21. yüzyıla şimdiden “Pasifik Yüzyılı” denilebilir. 2030’da dünya ticaretinin yüzde 50’sinin bu bölgede yoğunlaşması bekleniyor. İşte Çin de buradaki başat güç olarak öne çıkıyor. Bugün dünyanın 2. büyük ekonomisi olan Çin, daha şimdiden küreselleşmenin bayraktarlığına oynuyor. Devlet Başkanı Şi Jinping tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlandırarak, bu vizyonu
Teröre anlam vermek her zaman zor. Ama Sri Lanka’da geçen pazar günü Hıristiyanlara yapılan korkunç katliamı anlamak, çok daha zor. Zira ülkede Müslümanların Hıristiyanları hedef alması için hiçbir sebep yok. Tarihte iki grup arasında hiçbir zaman çatışma olmamış. Dahası, hep aynı kaderi paylaşmış, birlikte mağdur olmuşlar.
Bu da, saldırıyı üstlenen DAEŞ’in ipliğini iyice pazara çıkardı. DAEŞ gerçekten kafamızdaki şey mi?
Sri Lanka’daki gariplik
Terör, hep var olan bir çatışma ya da ayrışma üzerine kurulu olmuştur. Mesela: Paris’te Ocak 2015’te yapılan Charlie Hebdo saldırısını El Kaide; aynı yıl kasımda peş peşe yapılan saldırıları da DAEŞ üstlenmişti. İkisinde de teröristlerin ağırlıklı olarak kuzey Afrika kökenli Fransız vatandaşı olmaları ise tesadüf değil. Başkent Paris başta olmak üzere Fransa’da şehirlerde gettolaşma had safhada. İşte terörü körükleyen de, kendi içlerindeki bu ayrışma.
Ancak Sri Lanka’da farklı bir durum var. Ülke tarihinde Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında hiçbir zaman ihtilaf olmamış. İki grup da ülkeye 30 yıl boyunca hakim olan ve 10 yıl önce sona eren iç savaş döneminde, Tamiller tarafından zaman zaman zulme uğramışlar.
Dahası, Sri Lanka İngiliz
321 insan öldü. Öldürüldü. Geçtiğimiz pazar günü Sri Lanka’da, 11 Eylül saldırılarından bu yana en ölümcül terör saldırısı gerçekleşti. Her ne kadar katliamı DAEŞ üstlense de ve Sri Lanka hükümeti en başta “Ulusal Tevdih Cemaati”ni (UTC) suçlamış olsa da... Ortada daha karışık bir durum var.
İlk Müslüman-Hıristiyan çatışması
Katliamın Sri Lanka’da olduğunu duyduğum anda, bir anlam veremedim. Zira tam Paskalya günü Katolik kiliselerine ve lüks otellere yapılan peş peşe saldırılar Hıristiyanları hedef alıyordu. Oysa, her şeyden önce Sri Lanka’ya 30 yıl damgasını vurmuş ve daha 10 yıl önce sona ermiş olan iç savaş Sinhaliler ile Tamiller arasında baş göstermişti.
***
Öncelikle: Bu iki etnik grubu asıl tanımlayan, dil. Aslında geldikleri etnik köken ve din bakımından da ayrışıyorlar. Nüfusun yüzde 70’ini oluşturan Sinhaliler, ağırlıklı olarak Budistler. Yüzde 15’i oluşturan Tamiller ise, çoğunlukla Hindu dininden. Ülke 1948’de İngiliz sömürgesi olmaktan çıkıp bağımsızlığına kavuşunca, Sinhalice resmi dil ilan edilmiş. Budistlerin hâkim olduğu bir düzen kurulunca da, Tamiller “Tamil Kaplanları”nı kurup terör estirmeye başlamışlar.
İşte Müslümanlar da bu dönemde Tamiller tarafından zaman