Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin evvelsi gün mahkeme salonunda kendini savunurken ölmesi, dünyayı yine aynı ikiyüzlülüğüyle yüzleştirdi:
Mursi, Mısır’ın şu anki Cumhurbaşkanı Sisi’ye ve ABD Başkanı Trump’a göre bir “terörist”. Liderlik ettiği Müslüman Kardeşler de (MK) ülkesinde 2013’te “terör örgütü” ilan edildi. Beyaz Saray da geçtiğimiz nisanda Trump’ın MK’yi “terör örgütü” ilan etmeye hazırlandığını açıkladı. Mısır halkının ve bölgenin büyük bir bölümüne göre ise, o bir kahraman. Bir önceki Başkan Obama’nın Mursi 2012’de seçildiğinde ilk arayıp tebrik edenlerden olduğunu eklemekte fayda var.
Mursi hangisi?
Peki, Mursi hangisi? Bunun cevabını en iyi Mısır’ın yakın tarihi verir: 2011’de “Arap ayaklanmaları” ile Mısır’ı 30 yıl yöneten Hüsnü Mübarek devrilmişti. Bir yıl içinde de Mursi ülkenin ilk sivil, demokratik süreçle seçilen Cumhurbaşkanı oldu. Hem de yüzde 52’lik bir oyla. Ama hem onun şahsi hem de ülkenin demokrasi tecrübesi sadece bir yıl sürebildi.
O günün Savunma Bakanı, Mübarek’in ise Genelkurmay Başkanı olan Sisi Temmuz 2013’te darbeyle Mursi’yi devirdi. İlk iş olarak da onu ve örgütünü terörist ilan etti. Ki aslında Mursi hiçbir zaman örgütün önde gelen
Hemen konuya girelim: ABD neden S-400 almamıza bu kadar karşı?
***
Geçen yazımda da yazdığım gibi, ABD için tek mesele savunma sistemini Rusya’dan almamız değil. S-400 piyasada bulunan en etkin uzun menzilli füze savunma sistemi. Dolayısıyla, Türkiye’ye bölgede ciddi derecede stratejik üstünlük kazandıracak. İşte Washington için de asıl mesele bu: Bölgede ABD’den bağımsız olarak böyle bir güç elde etmemiz. Yoksa neden Suudi Arabistan’a kendi Patriot füzelerini satmışken, Türkiye’yi yıllardır oyalasın?
Ankara da mutlaka bunun farkında. Bu yüzden sadece Batı’ya bağımlı bir savunma sistemi sahibi olmak istemedi. ABD ile gitgide derinleşen krizi de göz önünde bulundurarak, kaynaklarını çeşitlendirmek istedi.
Rusya korkusu
Bir diğer sebep de Rusya. Her şeyden önce, S-400 alımı nedeniyle Rus askerinin bir süre Türkiye’de konuşlanması gerekecek. Önce sistemi kurmak, sonra da TSK’ya kullanımı konusunda eğitim vermek için. Bu da bir NATO ülkesinin Rusya’yla yaptığı olağanüstü, bugüne kadar görülmemiş bir askeri iş birliği. ABD de Türkiye gibi güçlü bir NATO müttefikinin Moskova’yla bu kadar haşır neşir olmasından rahatsız. Rusya’ya bu kadar koz vermek istemiyor.
Bununla birlikte, bir de teknik
S-400 krizi iyice kızıştı. Sistemin ilk parçaları bu ay sonunda Rusya’dan gelmek üzereyken, hafta sonu ABD Savunma Bakanlığı’ndan beklenmeyen bir mektup geldi. Savunma Bakanı Hulusi Akar’a hitaben yazılan mektupta, S-400 alırsa Türkiye’nin F-35 (uçak) programından çıkarılacağı söyleniyor.
Şimdi buna “2. Johnson Mektubu” diyenler var. Yani 1964’te Kıbrıs’a müdahale öncesinde ABD Başkanı Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye göndererek, ilişkileri koparttığı o mektup...
***
Dolayısıyla öyle ya da böyle S-400 alımının Türkiye’yi zorlayacak sonuçları olacağı artık aşikâr. Peki, o zaman neden bu Rus hava savunma sistemini almaya karar verdik ki?
Patriot ve savunma ihtiyacı
Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var: Ankara aslında en başında ABD’den Patriot sistemi almak istedi. Ama 2017’de yaptığı başvuruya, Washington ancak 17 ay sonra yanıt verdi! Ki o günden bu yana yürüyen pazarlıklara rağmen, ABD hâlâ hem fiyatı çok daha yüksek tutuyor. Hem de ortak üretime ve teknoloji transferine kapıları kapıyor. Dahası, Washington Türkiye’nin S-400 konusundaki ciddiyetini anlayıp yaptırımla tehdide başladığında, iş işten çoktan geçmişti. Moskova ile kesin anlaşma yapılmıştı.
***
Bir diğer sebep ise: S-400’ün
Trump bu hafta yaptığı Avrupa çıkarmasıyla, ABD-Avrupa ilişkilerini resmen uçurumun kenarından döndürdü. Transatlantik ittifakına verdiği hayat öpücüğüyle, İngiltere ve Fransa ile arasındaki yarığı bir anda kapattı. Hem de Normandiya Çıkarması’nın 75. yıl dönümünde. Yani 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan ve İngiliz birliklerinin Fransa’yı Nazi Almanya’sının pençesinden kurtardığı operasyondan tam 75 yıl sonra.
O yüzden bu geziye “2. Normandiya Çıkarması” desek, yanlış olmaz. Birincisi, 2. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmişti. Bu ise Trans-Atlantik ittifakı’nınkini.
Transatlantik operasyonu
Trump önce Londra’da Kraliçe 2. Elizabeth ve Başbakan May’le yaptığı görüşmelerde verdiği mesajlarla... Sonra da Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’la çizdiği dostane profille... “ABD-Avrupa ilişkisi bitti bitiyor” tezinin gerçekleşmesinin zaman alacağını ortaya koydu.
Malum, Trump ne zamandır Fransa ve Almanya ile didişiyordu. Hatta “stratejik ilişki” kavramının vücut bulmuş hali olan ABD-İngiltere ilişkisini bile irdeliyordu. İşi, ülkesini NATO’dan çıkaracağını söylemeye kadar götürdü. İran nükleer anlaşması, Rusya ile ilişkiler ve NATO’ya ayırdıkları bütçe konularında yaşanan anlaşmazlıklar buna asıl
Biliyorsunuz İngiltere Başbakanı Theresa May, 2 hafta önce gözyaşları içinde istifa etti. Yaptığı açıklamadan sonra arabasına bindiğinde çekilen bu çökmüş haldeki resmi de, İngiliz basını tepe tepe kullandı. “Ağlamak bugüne kadar yaptığı en iyi işti” diye acımasızca yazanlardan tutun… “May ne yapsa kariyerinin gözyaşları içinde biteceği kesindi” diyenlere kadar, ülkede kimsenin ağzı durmuyor.
***
İşte tam da “Yeni Başbakan kim olacak? Erken seçim olur mu?” sorularının cevapları aranırken… Bu çalkantının ortasına ABD Başkanı Trump bomba gibi düştü. 3 gündür bulunduğu İngiltere’de, depremin şiddetini misliyle arttırdı. İngiliz toprakları resmen zangır zangır sallanıyor!
Brexit Laneti
May’in istifası hem İngiltere’nin Brexit sürecini iyice zora soktu. Hem de ülkenin siyasi sistemindeki büyük bir boşluğu gözler önüne serdi. Şöyle ki: May 7 Haziran’da Muhafazakâr Parti’nin başkanlığını bırakacak. 10 Haziran’da da yeni başkan için seçim süreci başlayacak. 6 hafta sürecek oylama silsilesi sonunda da, parti delegeleri yeni başkanı, yani başbakanı seçmiş olacak. Ki şu an en güçlü görünen aday, Osmanlı torunu olan eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson.
Dolayısıyla ülkenin başbakanını halk
Avrupa Birliği’nde (AB) bu hafta ortaya çıkan tablo, aslında Türkiye için birçok bakımdan bir fırsat. Hem de aşırı sağın bu kadar güçlenmesine rağmen.
Fransa ve Almanya
Önce geçen hafta sonu yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonucunu hatırlayalım: Aşırı sağ artık AP’nin 4’te 1’ine hakim. Bununla birlikte, merkez sağ ve sol partiler eridi. Sağ eğilimli Avrupa Halk Partisi (EPP) ve Sosyalist-Demokratlar (S&D) 1979’dan beri ilk kez AP’de çoğunluğu kaybettiler. Bu seçimin en büyük kazananı ise özgürlükçü ve çevreci politikalarıyla bilinen Yeşiller oldu. AP’de kararların alınabilmesi için merkez partilerin artık onlara ihtiyacı olacak.
Bu yüzden Türkiye bugüne kadar EPP ve S&D ile iletişime ağırlık verirken, önümüzdeki 5 yıl dört partiyle de temasta olmak zorunda. Yani bu iki merkez partiye şimdi Yeşiller ve Liberaller de eklendi.
***
Bununla birlikte, bu seçimde en çok öne çıkan Avrupalı lider, Fransa Cumhurbaşkanı Macron oldu. AP’de her türlü koalisyonda o ve başını çektiği Liberal-Demokrat Grup (ALDE) kilit rol oynayacak. Almanya Şansölyesi Merkel de hem EPP üzerinde son derece etkili (partiye en fazla vekili onun partisi gönderiyor). Hem de Almanya AB Komisyonu ve Avrupa
“Eğer Avrupa acilen uyanmazsa, sonu Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşü gibi olacak. Şu anda bir devrim yaşadığımızın ne yazık ki Avrupalı liderler farkında değiller. Avrupa Birliği (AB) çok yakında yok olabilir.”
Hafta sonu yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin hemen ardından bu karamsar sözleri sarf eden kişi George Soros. Yani birçok ülkede siyasi kriz tetiklemekle suçlanan, ünlü Macar asıllı Amerikalı yatırımcı. Ama bu sefer bir krizi tetiklemeye ihtiyacı yok, zira seçim sonuçları Avrupa’nın zaten derin kriz içinde olduğunu gözler önüne seriyor.
Merkez eridi
Son yüzyılda 2 Dünya Savaşı, bir de Soğuk Savaş atlatan, 74 yıldır barış ve refah içinde yaşayan Avrupa şimdi aşırı sağın pençesinde. Sonuçları pazartesi günü açıklanan AP seçimlerinin ardından, aşırı sağ artık AP’nin 4’te 1’ine hakim. Popülist ve AB karşıtı partiler oylarını 2014’e göre 3 kat artırdılar. Özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Belçika’da en büyük kazanan olarak çıktılar. Bugün AP’deki en büyük parti, faşist söylemleriyle bilinen İngiliz siyasetçi Nigel Farage’ın Brexit Partisi.
Bununla birlikte, merkez sağ ve sol partilerin de eridiği ortaya çıktı. Sağ eğilimli Avrupa Halk Partisi (EPP) ve
“Avrupa Birliği hayati bir tehlikeyle karşı karşıya.”
Bunu söyleyen, Fransa Cumhurbaşkanı Macron. Sebebi ise, 3 gündür devam eden ve pazartesi günü sonuçlanacak olan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin seçim olmaktan çıkması, AB’nin kaderinin oylandığı bir referendum haline gelmesi. Zira Birlik karşıtı aşırı sağ, Avrupa’yı pençesine almış durumda. Bu yüzden pazartesi günü ortaya çıkacak: AB gelecekte parçalanacak mı, yoksa hayatta mı kalacak?
AB referandumu
Beş yılda bir yapılan ve bu yıl 427 milyon Avrupalının oy vereceği AP seçimleri, Birlik için gerçekten yaşamsal önemde. Bir yandan İngiltere’nin Brexit süreci, diğer yandan Başkan Trump’ın Avrupa ile arasında gitgide büyüyen anlaşmazlıklar, Rusya’nın giderek daha çok Avrupa’ya nüfuz etmesi, ekonomik darboğaz, göçmen krizi... Hepsi Birlik’i sınayan yaşamsal tehditler.
Zaten tam da bu zorluklar ve belirsizlikler, kıtada aşırı sağı körükleyen. Merkez partiler bu sorunlara çözüm bulamayınca, yerleşik düzenden ümidini kesen seçmen daha da uçlara savruldu. Yerküredeki belirsizlikler, yeni güç dengelerinin henüz yerine oturmamış olması da, insanların ulusal kimliklerine daha çok sarılmalarına ve küreselleşmeye karşı mesafe almalarına