Türk toplumunun tam yarısı kadın. Ama kadınlar o kadar geride bırakılmış durumda ki toplum da yarım. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü tam da geride bırakırken, veriler maalesef bunu ortaya koyuyor.
***
Öncelikle, Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu raporunda Türkiye 150 ülke içinde 130. sırada. Kadir Has Üniversitesi’nin 7 yıldır Kadınlar Günü’nden hemen sonra yayımladığı anket de Türkiye genelinde kadınların hal-i pürmelalini ortaya koyuyor.
Şiddet
Yayımladıkları son ankete göre, Türk kadınının en büyük sorunu şiddet. Hem de yüzde 68 oranıyla. 2. sırada işsizlik, 3. sırada eğitimsizlik geliyor.
Şiddeti 1 numaralı sorun olarak görenler maalesef yıldan yıla giderek artıyor. Bunun sebebi de belli ki şiddet gören kadınlardaki artış. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın geçen yılki verilerine göre, Türkiye genelinde kadınların yüzde 55’i şiddet gördüğünü söylüyor. Bu arada sanıldığı gibi sadece eğitim düzeyi düşük kadınlar değil, eğitim düzeyi
Her kriz, sistemin kendini yenilemesi için bir fırsattır aslında. Mevcut sistemin zayıflıklarını, kırılganlıklarını ortaya saçar. Tam da bu yüzden tarihte her büyük savaştan, salgından sonra yeni bir düzen kurulduğuna şahit olmuştur insanoğlu. Şimdi korona da bize dayandığımız küresel sistemin tüm aksaklıklarını gösteriyor. Bir bir. Böylece yeni bir sistemin doğmasına vesile oluyor.
***
Bu pandemide en kırılgan çıkan ise, küresel ekonomik sistem oldu. Salgın ekonomide hem arz, hem talep tarafını fena vurdu. Öyle olunca da bir anda küresel tedarik zincirleri ve sanayi duruverdi. Pandeminin başlarında, gittiğimiz marketlerde raflar boş kaldı mesela. Dahası, birçok ülke çok sert önlemler alıp sokağa çıkma yasağı ilan ederek ekonomiyi dondurabilirken, diğer tarafta günlük ekmeğini kazanmak zorunda olan kitlelerin doldurduğu gelişmekte olan ülkeler bunu yapamadılar. Yani ekonomik çarkı durdurup “tam kapanma”ya gidemediler. Kaynakları kısıtlı olduğu için kendi insanlarının canını riske atmak zorunda kaldılar.
Şimdilerde aşıların gelişmiş
Ülkelerin kaç doz aşı aldığı, nüfuslarının yüzde kaçını aşıladıkları bugün dünyadaki en önemli güç ve statü sembolü. “Bana kaç vatandaşını aşıladığını söyle, sana hangi ülke olduğunu söyleyeyim” durumundayız.
Mesela İsrail 1 numara. Yüzde 80’i aşılanmış nüfusuyla göğsünü gere gere dolaşıyor. Onu takip eden Suudi Arabistan, sonra İngiltere ve ABD de keza aynı şekilde. Türkiye de aşılanmış 8 milyon vatandaşıyla dünyada altıncı. Nisanda 60 milyon vatandaşının aşılanmış olacağı öngörülüyor.
***
Ama işte kafalar tam da bu noktada karışmaya başlıyor. Zira Türkiye’den katbekat daha fazla aşı satın almış olan birçok ülke, aşılanma oranında çok daha gerilerde. Mesela, nüfusunun 4 katı kadar aşı sahibi olan Kanada 48. sırada! Ya da büyük miktarda Pfizer ve Moderna aşısı almış olan Avrupa Birliği’nin üyelerinden Danimarka nüfusunun yüzde 9’unu aşılamışken... Yine aynı Birlik üyesi Almanya yüzde 2.7’de kalmış.
Dolayısıyla, kafalar karışık. Nasıl oluyor
"Hepimiz aynı gemideyiz" deyince, kızıyorlar. Herkesin eşit şartlarda olmadığını söylüyorlar. Haklılar da. Ama yine de aynı gemideyiz. Sadece kamaralar farklı. O kamaranın içinde yaşadığımız hikâyeler başka. Ancak kamaraların hepsini kapsayan, bireysel hayatlarımızın ötesinde, hepimizin içinde olduğu bir gemi var. İşte o geminin izlediği yön, üzerinde seyrettiği sular, karşılaştığı fırtınalar... Hepimizi ilgilendiriyor ve bağlıyor. Günün sonunda o gemi batarsa aramızdan kurtulan olmayacak.
***
Evvelsi gün Avrupa Birliği ülkelerinin liderleri toplanıp “aşı pasaportu” çıkarmayı, buna sahip olmayanları sınır dışı bırakmayı tartışırken bunu düşündüm. Aşı üreten, çok sayıda aşı satın alabilen, bu pasaportu çıkarabilen ülkeler şimdi çok havalılar. Çok güçlüler.
İyi de gemiyi unutmuyorlar mı? Kamaralara fazla mı dalıp gittik sanki?
Aşı uçurumu
Bugün aşıya erişimi olanlar ile olmayanlar arasındaki uçurum, salgından önce de tavan yapmıştı zaten. Kovid aşısı dünya üzerindeki muazzam eşitsizlikleri
Artık hiçbir şey yapmamak, yerinde durmak anlamına gelmiyor. Değişmeyen, olduğu yerde kalamıyor. Konumunu kaybediyor, hızla geriye düşüyor. Hem de çok büyük bir hızla.
Çünkü kodlar değişti. Dünya artık başka şeyler üzerine dönmeye başladı. Yeni fabrika ayarları geldi. Buna uyum sağlamayan da sistem dışı kalıyor.
Öz bilgi
Dünyaya hâkim olan yeni değer bundan böyle, bilgi. Pandemi sayesinde “gerçek bilgi”nin önemi geldi, sıralamada en tepeye oturdu.
Her şeyden önce, bu salgında kendi ürettiği testlerle, teknolojik sistemlerle, tedavi-aşı teknikleriyle öne çıkan ülkeler başarılı oldular. Topluma karşı şeffaf olan, doğru bilgiyi açıkça paylaşan ülkeler daha çok sempati kazandılar. Dahası, kendi kurumları ve ekonomisi güçlü olan devletler halklarına ellerini uzatabildiler. Yani bilginin, deneyimin, teknolojinin, sağlık-eğitim gibi yaşamsal sektörlerin, kısacası bir devletin altyapısının ne kadar hayati olduğu ortaya çıktı.
Ancak bilginin önemini anlayan sadece devletler değil. Vaka sayılarından
Hep sandık ki doğa bizden ayrı. Bizden bağımsız. Bizim dışımızda bir yerlerde.
Onu kirlettiğimizde sanki uzaklarda bir şeyleri kirlettiğimiz yanılgısına düştük hep birlikte. Havayı, ormanı, denizi pislettiğimizde sanki bizimle alakası olmayan şeyler kirlendi. Bizi hiç etkilemeyecek, yaptıklarımızın ucu bize hiç dokunmayacakmış gibi...
***
“İklim değişikliği”, “küresel ısınma” dediklerinde hep gündem dışı, ekstra, alakasız, bizden çok uzaklarda kavramlar gibi baktık karşımızdakinin ya da ekranın suratına. İklimin değişmesi, yerkürenin ısınması sanki başka yerlerde, başka zamanlarda, başka insanları etkileyecekmiş yanılgısıyla.
Doğaya hükmettiğimizi, kurduğumuz sistemle onu kontrol ettiğimizi zannettik. Uzun vadede elde etmek istediklerimiz için, kısa vadede yaktık, yıktık, yok ettik. Rant mevzubahis olunca, çevre teferruat kaldı. GSMH ve büyüme öncelikler sıralamasında en tepeye çıkınca, ormanın yakılması ve denizin kirletilmesi en aşağılarda kaldı. Daha doğrusu, kalabilir sandık.
Ama işte bir salgın geldi ve gündemin en tepesine yerleşip bizleri bir anda alaşağı etti.
Pandemi yakında sona erecek. Aşı inanılmaz bir hızla bulundu ve yaygınlaşıyor. Yeni varyantlara da uyarlanıyor. Bizler de sürekli salgını konuşuyor, geriye kalan zamanda da siyasetle oturup kalkıyoruz. Oysa dünya şu anda bambaşka bir şey konuşuyor ve her şey bunun üzerine yeniden kurgulanıyor.
Bu “şey”, çevre krizi. Zira küresel ısınma bu yüzyılın sonunda, pandemiye göre her yıl beş kat daha fazla ölüme neden olacak. Yani Kovid salgını çevre krizinin yanında solda sıfır kalacak.
Bill Gates’ten acil eylem
Tam da bu yüzden -biz farkında olmasak da- dünya oturup kalkıp, yaklaşan bu felaketi konuşuyor ve acil bir çözüm bulmaya çalışıyor. Geçen hafta “İklim Felaketi Nasıl Önlenir” adlı yeni kitabını yayınlayan Bill Gates, tüm ülkeleri acilen teyakkuza çağırdı. Microsoft’un kurucusu Gates, çevre krizinin sadece doğal felaketlere değil, muazzam göç hareketlerine de yol açacağı uyarısında bulundu ve hükümetler ortak politikalar benimserse 2050’ye kadar dünyada karbon emisyonunun sıfıra
Soru: İklim kriziyle nasıl başa çıkıyorsun?
Cevap: Ne yapıyorsam, tamamen bilinçdışı yapıyorum. Ama ne yaparsın, benim stratejilerim de böyle... Her şeyden önce, inanılmaz derecede uyumluyum. Benim dünyamda ayakta kalan, en güçlü olan değil. Ya da en zeki olan da değil. En çabuk uyum sağlayan, ayakta kalıyor. “Doğal seleksiyon” adını verdiğim bir süreçle bu dersi öğretiyorum. Belki duymuşsundur.
2.si; inanılmaz derecede girişimciyim. Doğada bir boşluk gördüğüm an, o yere en uygun bitki ya da hayvanla hemen dolduruyorum.
3.sü; yine inanılmaz derecede çoğulcuyum. Eminim bugüne kadar tanıdığın en çoğulcu kişi benim. Her şeyin 20 çeşidini denedim. Çeşitliliğe bayılıyorum ve biliyor musun, bugüne kadar gördüğüm en çeşitli olan eko-sistemler, hep en dirençli ve en zorlayıcı olanlardı.
4.sü; inanılmaz derecede sürdürülebilirim. Benim dünyamda hiçbir şey boşa gitmez, çöp olmaz. Her şey besindir, gıdadır.
5.si; en dirençli ve en zorlayıcı olan eko-sistemlerin, tüm