Her kriz, sistemin kendini yenilemesi için bir fırsattır aslında. Mevcut sistemin zayıflıklarını, kırılganlıklarını ortaya saçar. Tam da bu yüzden tarihte her büyük savaştan, salgından sonra yeni bir düzen kurulduğuna şahit olmuştur insanoğlu. Şimdi korona da bize dayandığımız küresel sistemin tüm aksaklıklarını gösteriyor. Bir bir. Böylece yeni bir sistemin doğmasına vesile oluyor.
***
Bu pandemide en kırılgan çıkan ise, küresel ekonomik sistem oldu. Salgın ekonomide hem arz, hem talep tarafını fena vurdu. Öyle olunca da bir anda küresel tedarik zincirleri ve sanayi duruverdi. Pandeminin başlarında, gittiğimiz marketlerde raflar boş kaldı mesela. Dahası, birçok ülke çok sert önlemler alıp sokağa çıkma yasağı ilan ederek ekonomiyi dondurabilirken, diğer tarafta günlük ekmeğini kazanmak zorunda olan kitlelerin doldurduğu gelişmekte olan ülkeler bunu yapamadılar. Yani ekonomik çarkı durdurup “tam kapanma”ya gidemediler. Kaynakları kısıtlı olduğu için kendi insanlarının canını riske atmak zorunda kaldılar.
Şimdilerde aşıların gelişmiş ülkeler tarafından istiflenip, gelişmemiş ülkelerin tek bir doza bile ulaşamaması da küresel sistemin vardığı noktayı iyice ayyuka çıkardı. Hakim olan kapitalist düzenin ülkeler arası eşitsizlikleri ne kadar artırmış ve zengin-fakir arasındaki uçurumu ne kadar açmış olduğunu iyice gözümüzün içine soktu.
Vicdanlı kapitalizm
İşte tam da bu yüzden alternatif ekonomik modeller tartışan, sunan uzmanlar gitgide çoğalıyor dünyada. Ki zaten onlarca yıl önce sağ-sol ayırımı ve “Kapitalizm mi, yoksa sosyalizm mi?” sorusu geride kalmıştı. 1789 Fransız Devrimi’nden bu yana dünyaya hakim olan sağ-sol arasındaki fark -9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi- “Pepsi ve Coca Cola arasındaki fark kadar” kalmıştı 90’lardan beri.
İşte o zamandan beri de “kapitalizm yerine sosyalizm” denmiyor da, “sosyalist kapitalizm” tartışılıyor aslında. Kapitalist düzenin daha eşitlikçi, daha duyarlı, daha paylaşımcı yapılması gerektiği savunuluyor. Ki buna “vicdanlı kapitalizm” adını takanlar çok.
***
Bunu 50 yıldır yazıp çizen ekonomistlerin başında da herhalde Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) Kurucu Başkanı Klaus Schwab geliyor. Ocak sonunda yayımladığı “Paydaşlar Kapitalizmi” (Stakeholder Capitalism) başlıklı yeni kitabının duyurusunu da, tam da bu yılki Davos zirvesine denk getirdi.
Bu yıl ilk kez online yapılan “Sanal Davos”a damgasını vuran da zaten bu konu oldu. Fikir babalığını ünlü ekonomist Milton Friedman’ın yaptığı “hissedarlar kapitalizmi”nin, yani yalnızca hissedarların çıkarlarını gözeten, kâr hedefi dışında hiçbir amacı olmayan şirketlerin döneminin sona erdiği vurgusu yapıldı. Bundan böyle hepsi, çalışanların ve müşterilerin de çıkarlarını hesaba katan şirketlere evrilmek zorundalar. Yani “paydaşlar kapitalizmi”ne.
Ki Klaus Schwab bunu bir adım daha öteye taşıyor ve şirketin içinde bulunduğu ortamın, ülkenin, hatta gezegenin geleceğini de hesaba katan bir anlayış gerektiğini yazıyor. “Hissedarlar kapitalizmi”nin ve ona alternatif olarak önerilmiş olan Çin’in uyguladığı “devlet kapitalizmi”nin sürdürülebilir olmayan bir dünya yarattığını vurguluyor. Her iki sistemin de muazzam eşitsizliklere ve kaynakları sömürerek çevresel çöküşe sebep olduklarını söylüyor.
“Tamamen kendini düşünen, bencil değerlerle yönetilen, kısa vadedeki kârına odaklı, dünyayı umursamayan bir ekonomik düzenle daha fazla devam edemeyiz. Toplumu, ekonomiyi ve uluslararası topluluğu; tüm insanları ve tüm gezegeni umursayacak şekilde dönüştürmemiz gerekiyor” dediği kitabına Microsoft, Salesforce ve Bank of America gibi dev şirketlerin CEO’larının destek vermesi de iş dünyasından gelen umut veren işaretler.
Ehlileşme
Kısacası, bundan böyle daha esnek bir küresel düzene geçildiği artık aşikâr. Gerektiğinde piyasayı tamamen serbest bırakacak, gerektiğinde devletin müdahale edeceği bir sistem bu. Ancak ve ancak böyle esnek bir ekonomik modelin istikrarlı olabileceği anlaşılıyor şimdilerde.
Yol haritası ise şu: GSMH odaklı büyümeden uzaklaşıp ne kadar değil nasıl büyüdüğüne odaklanmak, insan canını ilgilendiren sektörlere yatırım yapmak (kamu sektörü, temiz enerji, eğitim, sağlık gibi), çevreyi sömürmek üzerine kurulu sektörleri (madencilik, petrol ve gaz) yavaş yavaş küçültmek ve sosyal politikaları güçlendirmek. Yani refahın eşit dağılımına ve insan canına önem veren, daha paylaşımcı bir sistem.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron da pandeminin başlarında Financial Times’a verdiği mülakatta bu tespitte bulunmuş, çok ses getirmişti. Korona salgınının kapitalizmi dönüştüreceğini, şu an en liberal kapitalist ekonomilerde bile maaşların kamulaştırıldığını ve politikaların “sosyalist-leştiğini” söylemişti. Ki aylardır bunun izdüşümünü görüyoruz, özellikle Batı’da.
***
Bugüne kadar alışkın olduğumuz kalıpların, dogmaların altüst olduğuna şahit oluyoruz hep birlikte bu günlerde. Bu salgın bittiğinde yepyeni bir dünya düzeninde bulacağız kendimizi, orası kesin. Hazır olmasak da, en azından farkında olalım bari.