Uzuv farklılığı, anne karnında veya doğduktan sonra çeşitli sebeplerden kaynaklı (genetik, amniyotik bant, dolaşım bozukluğu, çevre faktörleri gibi.) bireyin bir veya daha fazla uzvunda meydana gelen farklılığı tanımlamak için kullanılmaktadır. İngilizce “limb difference” kavramının çevirisi olarak Türkiye’ de Eşsiz ve Güçlü Eller sayfasında ön plana çıkan bu kavram giderek yaygınlaşmış ve birçok bu duruma sahip bireyin kendini tanımlamak için kullandığı bir kavram haline gelmiştir. Türkiye’deki akademik makaleler ve tıp dilinde ise bu durumu tanımlamak için uzuv kaybı, uzuv deformasyonu, Ampute, el-ayak anamolisi gibi terimler kullanılmaktadır.
Uzuv farklılığına sahip çocuğu olan bir anne olarak, bu tanımı gördüğümde kızımın durumunu en iyi açıklayan şey olduğunu düşündüm. Kızımın doğumundan itibaren birlikte deneyimlediğimiz birçok şey bize bunun bir şeyi engelleyen bir durum olmaktan çok, bir şeyi kendi yoluyla-farklı yoldan yapmaya işaret eden bir şey olduğunu gösterdi. Bu bir farklılıktı ve istediği
Çocuklarınızla duyguları hakkında yeterince konuşuyor musunuz? Bu konuda kendinize 10 üzerinden kaç puan verirsiniz? Son zamanlarda seanslarda ciddi şekilde ve üzülerek fark ettiğim bir şey var. İsyan eden çocuk ve ergenler, fakat bu isyanı duymaya kapalı anne ve babalar. Duygusal bir isyandan bahsediyorum elbette. Duygulardan çok somut şeylere, başarıya mesela, aşırı değer veren ebeveynler. Çocukların duygusal ihtiyaçlarına kulak tıkayıp sadece somut ihtiyaçlara odaklananlar. Travma öyküsü olan bir çocuk veya gençte dahi ailenin odaklandığı şey ders, başarı, gelecek...
Evet bu konu sosyolojik anlamda incelenebilir belki. Ülke ve toplum olarak ebeveynler ve gençler geleceklerinden o kadar ümitsizler ki dolayısıyla ilk düşündükleri şey hala temel bakım ihtiyaçları, hayatını idame ettirme ve bir meslek sahibi olma kaygısı. Hep dilde aynı cümle “Hocam kendini kurtarsın başka bir şey istemem.” Ebeveynlerin kaygılarını anlamaya çalışırken bir yandan da o duygusal isyana kulak vermeye çalışıyorum. Temel ihtiyaçlar ile
Doğumdan sonraki yaklaşık 6 haftalık süreye lohusalık dönemi diyoruz. Lohusalık genelde kadınlar arasında pek de iyi anılmayan, kaos olarak tanımlanan bir süreç olarak bahsedilir. Aslında kaotik görünmesi çok da normaldir. Yeni bir canlıyı dünyaya getirmek, yeni bir düzen kurmayı ve yeni bir alışma sürecini gerektirir. Bu da her zaman pek kolay değildir. Özellikle bu sürece bir de zorlu doğum sancılarından veya bir ameliyattan sonra başladığınızı düşünürseniz... Bir canlıyı dünya ile buluşturmak için kocaman ıkınmaların ya da zorunlu sebeplerden dolayı kesilerek dikilmenin gerektiği sancılı bir süreci yaşamak... Bedenin çok yorgun olduğu ancak bir canlıya bakacak kadar da dinç olması gerektiği bir dönem. Belki de beden ve zihnin en çok dinlenmeye ihtiyacı olduğunda en çok enerji harcadığı...Başlı başına bir kaos öyle değil mi?... Hormonlardan bahsetmiyorum bile...
Pekiii… Her kavuşma biraz sancılı değil midir? Ama güzeldir... Her şeyiyle bir kavuşma, yaşanan tüm acılara değer... Hele ki yavruyla kavuşulacaksa... Peki bu göze
Bir reklamda bir kız çocuğunun söylediği söz kulağımda yankılanıyor uzun zamandır. Belki bir çoğunuzun da ilgisini çekmiş, siz de üzerine düşünmüşsünüzdür. Zaman zaman şöyle bir şey yaşarım: Aslında defalarca duyduğum bir şeyi ilk defa duymuşum gibi hisseder farkındalık yaşar ve o söz üzerine derinlemesine farkında olarak düşünürüm. Bu söz de böyle bir aydınlanma yaratmıştı bende. "Hepimiz farklıysak aslında aynıyız" diye... Ben de bazen farklılıklarımız üzerine düşünürken bulurum kendimi. İnsan ne kadar biricik ne kadar kendine has ne kadar özel bir varlık. Dünyada çok küçük olduğumuzu düşünüp kendimi bir hiç gibi hissetmektense her zaman tek ve biricik olduğumuzu düşünüp ne kadar özel canlılar olduğumuzu getirir aklıma ve kocaman hissederim kendimi.
Etrafınıza bakın... Ne kadar farklıyız. Gözümüz, saçımız, burnumuz, boyumuz posumuz, neyi nasıl algıladığımız, düşüncelerimiz, ilgi alanlarımız, sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz, bir durum ve olaya
Hepimizin ezberlediği gibi Corona virüs salgını ilk olarak 2019 Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıktı. Türkiye'ye ulaşması ise Mart ayını buldu. Çin'de ortaya çıktığı andan itibaren endişe ile takip ettiğimiz virüs yanı başımızda beliriverdi. Haberlerde izlerken,bizden uzaktayken o kadar tehdit edici olmayan bu virüsün psikolojik etkileri tehdit bize yaklaştıkça git gide artmaya başladı. İlk başta sadece fizyolojik semptomlar ve etkilerden bahsedilirken ilerleyen safhalarda sosyal izolasyonun öneminin vurgulanması, sosyal hayatımızdaki değişiklikler, hayatımızı tehdit eden gerçek bir tehlikenin varlığı bizi psikolojik olarak da oldukça etkilemeye başladı.
İlk önce önlem olarak bahsedilen sosyal izolasyon kavramından sonra karantina kavramından bahsedilmesi, birçok ülkede sokağa çıkma yasağının gelmesi bu tehdidin ciddiyetini ortaya koyarak tedirginliği daha da arttırdı.
Başta ne olduğunu anlayamadığımız, adlandıramadığımız bir tehditken git gide hakkında birçok bilgiye sahip olduğumuz bir duruma dönüştü. Hayatımızda küçük
Son zamanlarda oldukça popüler olan bir kavram haline geldi, etkili ebeveynlik. Peki nasıl etkili ebeveyn olunur? Gelin birlikte inceleyelim.
Etkili ebeveyn deyince çocuğunu doğru yönlendirme konusunda, bir şeyi öğretme konusunda ona etki eden, etkileyebilen bir ebeveyn geliyor akla.
Ebeveynler çocuklarını istedikleri gibi yetiştirmek, kültür ve değerlerini aşılamak ve doğru davranışı öğretmek konusunda oldukça hevesli olabiliyor. Kaldı ki araştırmalarla da desteklendiği üzere ebeveynlerin, ebeveyn tutumlarının bireyin üzerindeki psikolojik etkisi yadsınamayacak kadar büyük.
Bir birey ile görüşmelerimizde bireyin genetik özelliklerini, kişilik özelliklerini ve aile ile olan ilişkilerini detaylıca öğrenmeye çalışırız. Çünkü biliriz ki genetik kadar önemli olan bir diğer faktör de çevre koşullarıdır. Bireyin nasıl bir ailede büyüdüğü, aile bireylerinin özellikleri, yaşadığı çevre ve ortam, sosyoekonomik ve sosyokültürel faktörler kişinin hayatını etkileyen çevre faktörlerini oluşturur.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Ahenk Bayazıt ile gerçekleştirdiğimiz röportaj.
- Şiddeti meydana getiren psikolojik etkenleri ana hatlarıyla değerlendirir misiniz?
Şiddetin ortaya çıkmasında sadece psikolojik değil; sosyolojik, fizyolojik birçok etken etkilidir. Psikolojik anlamda ilk akla gelen ise aslında hepimizde var olan 'saldırganlık' dürtüsüdür. Bu dürtü, Sigmund Freud'un çokça bahsettiği iki temel dürtüden biridir (diğeri cinselliktir). Bu dürtülerin öncesinde nasıl bastırıldığı ve sonrasında nasıl dışarı aktarıldığı şiddeti etkileyen süreçlerdendir. Bazılarımız -çoğunlukla da erkekler- bu dürtüyü kontrol etmekte zorlanır. Burada öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rollerinin oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. Bir futbol maçını düşünün. Statlar genellikle erkeklerin bir araya gelerek öfkelerini rahatça ortaya çıkardıkları ortamlardır. Buralarda sık sık sözel veya fiziksel şiddet görüntüleri ortaya çıkar ve sanki bunların hepsi için onlara bu izin verilmiştir. Ancak aynı stadı kadınların doldurduğunu düşünün. Yüksek ihtimalle gözünüzde şiddet içerikli sahneler canlanmayacaktır.
- Kişinin yetiştiği ailenin, gördüğü eğitimin, yaşadığı
Bugün okullar açılıyor... Kimisinin mutluluğu, kimisinin korkuları, kimisinin heyecanları var bugüne dair...
Ama her yeni başlangıç, ve her yeni bir gün umuttur. O yüzden bugün iyi bir gün. Tadını çıkarın.
Bir şeye başlamak ve ilk adımı atmak her zaman zordur. Ama sonrasında her şey kendiliğinden devam eder ve yeni günlere, güzel günlere, hedeflere, hayallere ulaşırsınız.
Hiçbir gün, ay, yıl ne birbirinden daha kolay ne de daha zor. Bu senin o anı, zamanı nasıl karşıladığınla ilgili. O halde bugünü "iyi bir gün" olarak karşılayalım ve her yeni iyi bir gün için kendimize inanalım.
2018-2019 Eğitim ve Öğretim Yılı başlasın o zaman...
Umarım tüm öğrenciler için hedeflerine hayallerine bir adım daha yaklaştıkları bir yıl olur.
Hiçbir zaman en başarılı olmak zorunda değilsiniz. Çok başarılı olmak zorunda da değilsiniz. Bazen çok başarılı insanların hayatları başarısızlıklar ile doludur. Bu hep böyledir. Başarılı insanlar hayatlarında birçok inişler ve çıkışlar yaşamışlardır. Hayat her zaman düz bir yol değildir. Engebeli, sert virajlı yollar da vardır.
Önemli olan, güçlükler ve zorlukları da kabul edip, bunları kendini geliştirmek daha yükseğe taşımak için ders niteliğinde olumluya, fırsata dö